Eğitimci Sadullah Bayazit, ‘kader arkadaşı’ Abdülgani Gülmez’in ‘hicret hayatını’ kaleme aldığı serinin altıncı bölümünde Hayrpur Mirs şehrindeki Türk Okulu’nun açılış sürecini anlatmayı sürdürüyor. Bu bölümde, okulun tamirat ve tadilat döneminde yaşananları ve ilk müdürün sürpriz bir şekilde atanmasını Abdülgani Bey’in ağzından okuyacaksınız.
Altıncı Bölüm:
Abdülgani Gülmez, Hayrpur’a gidişini ve orada yaşadıklarını şöyle anlatıyor: “2002 yılının ocak ayında eğitim danışmanımız Ali Bey ile Lahor’dan Sukkur’a gittik. Bir gece vakti trenden indik, istasyonda bizi karşıladılar ve Ali Bey’in köyüne geçtik. Bu köyün kendi misafirhanesi vardı, okulun bulunduğu Hayrpur’da kalacak bir yer bulana kadar oraya yerleştim. Ertesi gün Hayrpur şehrine gittik ve devletin tahsis ettiği okul binasını gördük. Şehirdeki yetkililerle görüşüp tanıştık. Hayrpur’da okulun hazırlanmasında bana eşlik edecek olan Recep isminde bir arkadaşla tanıştım. Kendisi, bana okulun eğitime açılması konusunda her noktada yardımcı olacaktı. İkimizin de arabası yoktu. Sabahları köyden kasabaya gitmek için otostop çekiyorduk. Her sabah birileri bazen motosikletle bazen at arabasıyla, artık ne denk gelirse, bizi köyden kasabaya götürüyordu. Oradan otobüsle Hayrpur’a gidiyor akşam da aynı güzergâhtan son otobüsle önce kasabaya sonra da yine otostopla köye dönüyorduk. Zaman zaman motosiklete üç kişi biniyor ve kasabaya öyle geçiyorduk. Kimi günlerde yer yer at arabasıyla da gittiğimiz oluyordu.
İşleri daha yakından takip edebilmek ve hızlandırmak için benim Hayrpur’da bir yerde kalmam gerekiyordu. Hayrpur’un belediye misafirhanesinde kalmak için müracaatta bulunduk. Kabul ettiler ve bu misafirhaneye geçtim ancak yurt dışından bir ailenin düğün için geleceği bildirildi. Belediye misafirhanesinde üç gün kaldıktan sonra tekrar köy misafirhanesine geçtim. Köyün misafirhanesi sadece bir oda ve avludaki tuvaletten ibaretti.
Köylüler, hakkımda ‘Angirizi geldi!’ diye konuşuyordu
Akşamları yemeğimi Ali Bey’in babası kendi evinden getiriyordu. Pakistan’ın en sıcak şehirlerinden birinde banyo yapacak yerim dahi yoktu. Banyo ihtiyacımı ancak kasabadaki berberlerin umumi gusülhanelerinde karşılayabiliyordum. Kirli çamaşırlarımı ise ihtiyaç oldukça birer ikişer avludaki tulumbanın altında yıkıyordum. Köylüler çok dikkatle her adımımı takip ediyordu. Beni Angrizi (İngiliz diye yabancıya derler. Osmanlı’da yabancılar için ‘Frenk’ dedikleri gibi) diye çağırıyorlardı. “Angirizi geldi!” diye köyün her yerinde beni konuşuyorlardı. Gece uyumak için kıyafetlerimi değiştirmem, dişlerimi fırçalamam dahi köylülerin gündemi oluyordu. Bazen komşu köylüler davet ediyor ve ikram-ı izzette bulunuyorlardı. Tüm halk tanışmak için çevreme toplanıyordu. Benimle muhabbet ediyor ve bir yabancıyla tanışmanın sevincini kutluyorlardı. Kışın 20-25 derece sıcakta Hayrpur’dan köye gidip gelme işi bir ay kadar sürdü.”
Gani Bey’in de anlattığı gibi köylüler her gördüklerinde “Angirizi geldi, Angrizi gitti!” diye muhabbetini yaptıkça ona iyice alışırlar. Bu arada akşamları misafirhanede gönlü zengin Gani Bey’in etrafında sohbet halkaları oluşmaya, hatta günden güne genişlemeye başlar. Namı o kadar duyulunca köyün gece bekçisi Azam da (emekli asker) geceleri misafirhanede onunla kalmaya karar verir.
Tadilat yapacağız ama binayı boşaltmıyorlar!
Okul açılacak yer geniş bir kampüstür. Halihazırda milli eğitimin sosyal faaliyetlerini sürdüren 1 ofisi, 1 anaokulu ve 1 ilkokul olmak üzere 2 farklı okulun eğitimi devam etmektedir. Karşı okulun öğretmenlerinin lojmanları da buradadır. Bir cami ve yanında da imam evi vardır. Başka bir devlet dairesinin işçileri de kampüsün başka bir bölümünü kullanmaktadır. Bu şartlarda Türk okulu için hazırlanacak yerin onarımı yapılmalıdır ama hiç kimse yerinden hareket etmek istememektedir. Dolayısıyla tamirat ve tadilat işleri her geçen gün gecikir. Oysa şehrin yetkililerine okulun nisan ayında eğitim öğretime yetiştirileceğine dair söz verilmiştir.
Gani Bey, verilen sözün yerde kalmaması için sürekli şehirdeki yetkililerle görüşerek yardım ister. En sonunda insanlar onun içine düştüğü acizliği anlarlar ve kendisine olan sevgilerinden dolayı gerekli yerlerin boşaltılmasını sağlarlar, sonrasında yardımcı olmaya çalışırlar. İlk başta boya badana gibi onarım işleri yapılarak kampüste üç oda hazırlanır. İlk iş tuvalet duvarlarını tamir etmek ve kapılarını taktırmak olur. Gani Bey, tek odalı imam evi boşaltılınca oraya taşınır ama eşya adına kullanılabilecek hiçbir şey yoktur. Bu oda Gani Bey’in lojmanı olarak kullanılacaktır.
Yatmamız için köylüler bize ‘çarpai’ getirdi
Sözü yine kendisine bırakalım: “Lojman denilen yer iki tane tek kişilik yatağın ancak sığabildiği bir oda, yarı açık mutfak olabilecek küçük bir alan ve okulun avlusunda su tesisatı bile olmayan bir tuvaletle duş alınabilecek bir kabinden ibaretti. Burada kalmak için mutfak eşyası, yatak vb. lazım. Ancak ne param var ne de ortada eşya var. Bana yardım eden Recep’le ikimizden başka iş yapan da yok. Bomboş bir oda vardı karşımızda. Civarda yaşayan insanlar yerlerinden çıkarıldıkları için bize kızıp kin gütmediler. Üstelik evlerinden ‘çarpai’ dedikleri dört ayaklı taşınabilir örgülü somya benzeri iki yatak getirdiler.
Eşya alacak maddi imkânımız olmadığından sabırsızlıkla Kuetta’daki okulda kullanılmayan fazla eşyaların gelmesini bekliyorduk. Eşyalar sonunda kamyonla geldi. Bu eşyaların arasından iki tane de yatak çıkınca çok sevindik ve hemen çarpaileri sahiplerine iade ettik. İmam lojmanı hazır olunca Karaçi’deki kolejde müdür muavinliği yapan Miraç Bey kurucu müdür olarak Hayrpur’a geldi.”
Ziyarete gelen idareci, müdür olarak atandı!
Vakıf yetkilileri, Karaçi’de müdür yardımcılığı yapan Miraç Bey’den biraz da şartları daha zor Hayrpur’a gitme fikrine alıştırmak için önce Gani Bey’i ziyaret etmesi ister. Kendisine “Gani Bey orada tek başına, bir ziyaret edin, hal hatır sorun, biraz yanında kalın.” derler. Miraç Bey Hayrpur’a gelir. Bir hafta kadar sonra Gani Bey, vakıf yetkililerini arar ve “Miraç Bey burada, beni ziyarete geldi.” deyince, “Tamam, işte müdürünüz de geldi!” şeklinde bir cevap alır. Miraç Bey bunun üzerine Gani Bey’le beraber temizliği yapılan bir göz odada kalmaya başlar. Kendisi okulun eğitime hazırlanmasıyla ilgilenirken Gani Bey tadilat tamirat işlerine bakmaya devam eder.
Gani Bey, o günlerdeki koşturmacayı şöyle anlatıyor: “Hayrpur’da sadece iki bekâr arkadaştık. Başta benden başka Türk ve Türkçe bilen kimse yoktu. Recep’in evi köydeydi, benim evim zaten yoktu. Akşama kadar boyacının, elektrikçinin, marangozun peşinden koşmaktan yemek yapmaya fırsat kalmıyordu. İkincisi yemek yapacak yerimiz de yoktu. Bu yüzden Recep kardeşle birlikte genelde yemeklerimizi günde bir öğün olacak şekilde yiyebiliyorduk. İkinci öğünümüzü ise sütlü çayın yanında atıştırmalık samosa veya bakkaldan aldığımız bisküvi büyüklüğündeki birkaç dilim kekle geçiştiriyorduk. İkindi sonraları veya akşam üstlerinde yemek yediğimiz ‘Garib Nawaz’ isminde yol kenarı bir lokanta vardı. Bu lokantada çarpai (örgülü somya) üzerinde bazen chana (nohut ezmesi), dal (acılı mercimek lapası) bazen karai (acı soslu tavuk) yediğimiz bir lokantaydı. Lokantada masa ve sandalye olmadığından müşteriler yemekleri çarpai üzerinde bağdaş kurarak yiyordu. Bazen ziyarete gelen arkadaşları da daha iyi bir lokanta olmadığından orada ağırlıyorduk.”
Devam edecek…
***
Beşinci Bölüm: Hayrpur Mirs’deki Türk Okulu nasıl açıldı? (2)
No Comment.