PakTürk Okulları matematik öğretmenlerinden Esra Yıldırım, görev yaptığı ve şarkıları hâlâ aklından çıkmayan Khairpur’u yazdı, gözyaşları içinde veda ettiği öğrencilerini anlattı.
Yıl 2010, üniversiteden yeni mezun olmuşum. O yıllarda, bir radyoda dinlediğim Sıfır Merkez isimli program sayesinde yurt dışındaki Hizmet okullarında çalışma aşk ve şevki zihnimde zirve yapmıştı. Ama bir yandan ‘Oralarda bulunmayı hak eder miyim?’ diye düşünüyordum. Ablam da yurt dışında okuduğu için “Bir evden bir kurban yeterli!” dendi ve ilk öğretmenliğe Türkiye’deki dershanelerde başladım.
Orada çalıştığım 2 yıl boyunca duam hiç eksik olmadı, “Rabbim bana da nasip et!” diye. Bir gün dilekçemi yazdım ve yurt dışına gitmek istediğimi belirttim. Müdür yardımcımız bana, “Hocam siz ne yapıyorsunuz?” diye babacan bir tavırla gülümsedi. Ben matematik öğretmeniydim ve yetişmeme o kadar emek vermişlerdi. O yıl Fen liseli öğrencilerin olduğu bir grubun dersine girmiştim ve öyle devam edecektim. Ama artık kurulu bir evim, simli boyalı duvarlarım hiç olmasın istiyordum. Valizim yeterliydi…
Sonunda nasip oldu ve Pakistan serüvenim başladı. Uçaktan indiğimde çok heyecanlıydım. Ülke baharat kokuyordu, ‘Acaba insanları nasıl?’ diye de çok merak ediyordum…
Öğrenciler sınıfa girmeden önce dua okuyordu
Okula gittiğim ilk sabah derse girmeden önce öğrenciler tarafından dua okunduğunu gördüm. Müslüman, Hindu, Budist, tüm öğrenciler dua ile sınıflarına giriyordu. Bu beni öyle duygulandırdı ki, şaşkınlık ve huzur duygusuyla dolmuştum. Müslüman öğrenciler bazen İnşirah suresi bazen diğer duaları okuyordu.
8 aylık İngilizce kursundan sonra çalışacağım okul belli oldu. Dersler, öğrenciler, ziyaretler derken…İslamabad’da geçecek 3 yılım başladı. Evlendikten 2 yıl sonra eşim daha küçük bir yere gitmek istediğini söyledi. 5 yıl İslamabad’da kaldıktan sonra değişikliğin iyi olacağını düşünmüştü. Hayatımızda hiç unutamayacağımız, şarkılarını dinlerken bile hâlâ gözyaşı döktüğümüz Khairpur’a gidecektik.
Yaz tatilinden sonra yeni beldemiz Khairpur’umuza vardık. İsmini andığımızda bile “Vardır bir hayır bu şehirde ki, adını böyle koymuşlar.” derdik 🙂. 18 yıllık geçmişi olan PakTürk Okulları’na ait U seklinde tek katlı binadaydı okulumuz. Ev bul, yerleş derken, şehrin 55 dereceye kadar varan sıcaklığına, elektrik kesintilerine alışıyorduk.
33 öğrencimin adını o an ezberledim
Sonunda okullar açıldı. Ben 2 ayrı şubenin öğretmeniydim. Öğrencilerimle tanışmak üzere bir program ayarladık. Çocuklar o gün beni çiçek, pasta ve hediyelerle karşıladı. “Hoşgeldiniz biz sizleri çok bekledik!” diyorlardı. Bir yıl kadar rehber sınıf öğretmenleri olmamış. Öyle özlemişler ki, ilk buluşmamızda gözyaşlarım sel oldu.
Okul binası, çay saatleri yaptığımız yer o kadar eskiydi ki, anlatmak zor… Böyle bir yerde öğrencilerimin gözlerindeki parıltıyı, heyecanı hâlâ hatırlarım. O gün 33 kişilerdi ve hepsinin adını o an ezberledim. Çocuklar çok şaşırıyordu, “Nasıl oluyor hocam, hemen adımızı biliyorsunuz?” diye. Aslında ben de şaşırmıştım, artık nasıl bir sevgi bağı oluştuysa aramızda, simalarıyla zihnimde hemen yer etti hepsi.
Şehrin kanalizasyon sistemi yoktu, dış kapının hemen altından, hendeklerden öylece giderdi, ama hiç koku hissetmezdik. Sıcaklık, elektrik kesintileri o kadar çoktu ki jenaratör bile çalışmaktan bozulur, sonunda arabada yatardık. Bazen 9 saat arabada kaldığımız olurdu. “Şükür ki arabamız klimalı!” derdik. Fansız, klimasız duramazdık evde. Dolayısıyla yastık çarşaf arabada her daim hazır olurdu.
Öğrencimiz arabada uyuduğumuzu görmüş
Bir gün aynı zamanda ev sahibimizin oğlu olan öğrencimiz görmüş arabada uyuduğumuzu. Camları kapatıyorduk ama yine de erken saatte kapının önünden geçerken farketmiş bizi. Bu durumdan çok utandığını ifade edip neden kendilerine söylemediğimizi sormuştu…
Elektrik su kesintileri o zaman bize hiç sıkıntı gibi gelmiyordu. Öğrencilerimle geçirdiğim her vakit bütün olumsuzlukları kapatıyordu. Derken 2016 yılının Kasım ayı geldi. Bir an önce ülkeden çıkmamız gerektiği bildirilmişti. Çok zor günlerdi, öğrencisinden temizlikçisine, herkes ağlıyordu. Gözyaşları sel olmuştu adeta. Bir öğrencim, “Hocam biz sizi biliyoruz. Yapılanlar için çok özür diliyorum.” demişti. O ağlıyor, biz ağlıyoruz…
Veda programı yapıldı, 3 aile idik. Velilerimiz altın yüzükler, kolyeler getirmiş. “Niye böyle bir şey yaptınız?” dediğimizde, “Yükünüz çoktur. Sizin ihtiyacınızı görebilecek değerli, güzel bir hediye olsun diye düşündük.” cevabını vermişlerdi. Ayrıca maddi destekte bulunmak isteyen velilerimiz oldu. “Nereye, nasıl gideceksiniz?” deyip üzülüyorlardı. İkbal’in torunları, Çanakkale savaşında olduğu gibiydi, elleri gönülleri samimiyet kokuyordu…
Olmasa da yaşanabiliyormuş!
Konuşma yapmaya çalışanlar ağlamaktan konuşamıyor, 2 dakika içinde tıkanıyordu. 38 öğrencim vardı, her birine kendimden bir anı olsun diye eşyalarımdan bir şeyler verdim. Orada yaşadıklarım hayata bakış açımı değiştirdi gerçekten. O günden sonra her şey gözüme öyle fazlalık göründü ki, ihtiyaç olan şeylere bile “Olmasa da yaşanabiliyormuş” diyorum… Ögrencilerim mezun olsalar da hâlâ görüşüyoruz.
Şarkıları hâlâ aklımdan çıkmayan Khairpur’u ve kardeşlerimi asla ama asla unutamıyorum. Daha birlikte yapacağımız çok iş, yarım kalan bir sürü şey vardı deyip hüzünleniyorum…
Hâlâ ama hâlâ hüzünlüyüm…
No Comment.