Eğitim gönüllüsü Taner Koçyiğit, 14 yıllık Pakistan hayatını anlatmaya devam ediyor. Dördüncü bölümde, ilk görev yeri olan Attock şehrindeki okulu, yeni okul binasını nasıl bulduklarını ve bir veli ziyaretinde yaşadığı mahcubiyeti anlattı.
Dördüncü Bölüm:
Attock’ta kaldığımız okul binası küçüktü. Aynı zamanda çok eski olduğu için yeni bir binaya geçmeye ve öğrenci sayısını artırmaya karar vermiştik. Uzun süre uygun bir bina aradık ama bulamadık. Tanıdığımız herkese haber vermiştik. Birçok binaya bakıyor ama aylar geçmesine rağmen uygun bir yer bulamıyorduk. “Artık aramayı bırakalım mevcut binada gerekli tamiratları yapalım” diye düşünmeye başlamıştık.
Bir cuma günü, cuma namazından dönüyorduk. Okulun önünde içeriye girmemizi engelleyecek şekilde yine kanalizasyon taşkını vardı. İçeriye girip üstümüzü değiştirmeye dahi imkânımız yoktu ve arkadaşlarla birkaç alet bulup kanalı açmaya çalıştık ama öyle bir tıkanmıştı ki içine girmeden açılması mümkün gözükmüyordu. Arkadaşlardan birisi hiç düşünmeden kanalizasyon suyunun içine girdi ve tıkanan yeri açtı. Saatler sonra artık kanal açılmıştı ve binaya girebilecektik.
At arabası ayarlayıp yeni binayı görmeye gittik
Bu arada epey yorulmuştuk, binaya girmeden önce kapının önünde oturup komşu dükkândan aldığımız soğuk gazozları içiyorduk. Diğer taraftan okul binasında yapacağımız yenilikleri ve tamirleri konuşuyorduk. Tam bu sırada yanımıza birisi sokuldu ve “Bina aradığınızı duydum, benim bir halı fabrikam var, yakın zamanda kapatmayı planlıyoruz, eğer isterseniz binayı size kiraya verebilirim.” dedi. Oda sayısı, fiyatı ve şartları tam da istediğimiz gibi bir yerdi. Aylardır aradığımız yeni binayı, Allah (cc) tam en zorlandığımız sıkıntılı zamanda ayağımıza göndermişti.
Okula hiç girmeden hemen bir at arabası ayarlayıp yeni binayı görmeye gittik ve Allah orayı bize okulumuzun yeni binası olarak nasip etti. Eski binada birkaç ay bu şekilde geçirdikten ve yeni binamızda eğitime başladıktan sonra önceden tanıdığım iki arkadaşım Mustafa ve İlhan da bulunduğum okula geldi. Artık üç kişi olmuştuk ve iyice rahatlamıştım. Yardıma gelen öğrenci arkadaşlar da geri gitmişti ve biz üç arkadaş okuldaki işleri yürütmeye çalışıyorduk.
Öğrencilerde hiç görmediğim hastalıklar çıkıyordu
Attock’ta şehir içi yük ve eşya taşımacılığı rikşalar ve at arabaları ile yapılırdı. Ben hiç taksi gördüğümü hatırlamıyorum. Eğer gidilecek yer yürüme mesafesi değilse rikşalar pahalı olduğu için genelde at arabası ile giderdik. Eşya taşıma işleri de eşek arabalarıyla yapılırdı. Attock’ta çok mülteci bulunduğu için Peşaver’den bir diş doktoru ağabeyimiz, İslamabad’dan da bir pratisyen doktor ağabeyimiz sık sık öğrencileri ve etraftaki kamplarda yaşayan mültecileri sağlık kontrolünden geçirmek üzere gelirlerdi.
Öğrencilerde daha önce hayatımda hiç görmediğim hastalıklar oluyordu, bir çoğunun yüzünde küçüklükten kalma yara veya doğum izleri vardı. Pakistan’da maddi zorluklar zaten vardı ama bizim öğrencilerimiz genelde mülteci ailelerin çocukları olduğu için çok daha fazla sıkıntı çekiyorlardı. Birçoğu gerekli asgari sağlık hizmetini dahi alamıyordu.
Yattığımız minderin altından akrepler çıktı
Bir gün yeni binada odamızda yatmaya hazırlanırken arkadaşlarla küçük bir temizlik yapmaya karar verdik. Üç kişi kalıyorduk odada ve üç yer minderimiz vardı. Yattığımız minderin altını kaldırdığımızda kocaman bir akrep bulduk. Yanında küçük yavruları da vardı. Süpürge ile dışarı attık ama odayı biraz daha ayrıntılı inceleyince bir tane de dolabın altından çıktı. O gece arkadaşlarımızla büyük korku içinde uyuduk. Okulumuzun bir tarafı manda çiftliği, bir tarafı tavuk çiftliği ve bir tarafı da mezarlık olduğu için binamızdaki börtü böceğin haddi hesabı yoktu.
Bir seferinde sabah uyandığımda ayağımı bir şeyin ısırdığını farkettim, ilk başta önemsemedim ama acısı artınca doktora gittim. Doktor sebebini anlayamadı ve ne ilaç verdiyse faydası olmadı. Ayağımdaki şiş ve yaranın verdiği acı daha da çoğalınca Türkiye’ye gitmek zorunda kaldım, Bursa Devlet Hastanesi beni Uludağ Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi’ne sevk etti. Oradaki doktorlar da böyle bir yarayı daha önce hiç görmediklerini söyledi. Tahliller sonucunda tedaviye başladılar, yaranın resimlerini çektiler ve araştıracaklarını söylediler. Tam bilemeseler de bazı ilaçlar verip kullanmamı istediler. Zamanla Cenab-ı Hak (cc) şifasını verdi.
Bir daha sofrada asla kaşık istemedim
Bir gün veli ziyareti için bir aileye akşam yemeğine misafir olarak gitmiştik. Velilerimizin çoğu genelde gündelik işler yapan mülteci insanlardı ve ciddi maddi zorluklar içindelerdi. Biz zahmet olmasın diye velinin yemek teklifini geri çevirmek istedik ama yemek için ısrar edince dört arkadaş evine gittik. Yemek başlamadan önce biraz muhabbet ettik, yerde Afgan minderlerinin üzerinde oturuyorduk. Gittiğimiz ev derme çatma bir mekândı zaten. Ev sahibi memnuniyetini dile getirdi ve bize özel Türkmen pilavı yaptıklarını ve çok hazırlık yapamadıklarını söyledi. Yemekler geldi, evde yapılmış tandır ekmeği, Türkmen pilavı ve çok güzel salatalar vardı.
O anda bir şey dikkatimi çekti ve istem dışı olarak “Kaşık var mı acaba?” diye sordum. Keşke sormaz olsaydım. Hemen ev sahibi ayağa kalktı ve koşarak evin kapısından çıktı. Biz hepimiz kapıya doğru bakakaldık. Ne olduğunu anlamaya çalışırken ev sahibi elinde kaşıklarla döndü. Meğer komşusuna kaşık almaya gitmiş. “Kusura bakmayın komşu biraz bekletti!” deyip bizden özür diledi ama ben hayatımda bu kadar mahcup olduğumu hatırlamıyorum. Daha sonra kendileri elleri ile pilavı yemeye devam ettiler. Ben de “Bana da öğretin, ben de öyle yemek istiyorum.” dedim. Mahcubiyetimi biraz unutmak için elimle pilav yemeyi öğrenmeye çalıştım ve bir daha hayatımda hiçbir sofrada kaşık istemedim.
Devam edecek…
***
Üçüncü Bölüm: Attock’ta yalnız bir Türk öğretmen ve fedakâr yerli arkadaşları
No Comment.