Fikret Otyam’ın gözünden Pakistan: Gaziantep’in sıcağını yirmi misli sıcakla çarpın, biraz baharat kokusu salıverin, işte Peşaver!

Aylarca aradığımız okul binasını Allah ayağımıza gönderdi
Mayıs 20, 2021
Sanat yarışması ‘Genç Hikâye’ üçüncüsü Zeynep Nazlı Yücel: Cam bileziklerim
Mayıs 22, 2021

Fikret Otyam’ın gözünden Pakistan: Gaziantep’in sıcağını yirmi misli sıcakla çarpın, biraz baharat kokusu salıverin, işte Peşaver!

Türk ressam ve yazar Fikret Otyam, 1970’lerin başında bazı ülkeleri ziyaret eder. Ziyaretlerle ilgili anılarını ‘Ne Biçim Amerika Ne Biçim Rusya ve İran Afganistan Pakistan’ adlı kitabında bir araya getirir. Afganistan’ın başkenti Kabil’den bir kamyon ile yola çıkan Otyam, Hayber geçidi üzerinde yolculuk yaparak Torkham sınır kapısından Pakistan topraklarına geçer. Peşaver çarşısını anlatırken, “Gaziantep’in sıcağını yirmi misli sıcakla çarpınız, biraz baharat kokusu salıveriniz, işte Peşaver… Hele bakırcılar çarşısında hiç yabancılık çekmedim. Dövülen bakır plakalardan çıkan sesler bana Gaziantep’i hatırlattı.” ifadelerini kullanır.  

Otyam’ın kitabından Peşaver izlenimlerini anlattığı bölümlerin bir kısmını paylaşıyoruz. Tarihe bir yolculuk yapalım ve bakalım bir Türk ressamın gözünden 50 yıl önceki Pakistan nasıl görünüyormuş:

Peşaver’e girdiğimiz zaman gözlerim kapanıyordu uykudan…

Sabahleyin Özbek tercüman mihmandar Haji Abdul Mannan Bukhari geldi. Bir Türk’ü ağırlamanın onun için birkaç gün de olsa çalışmanın heyecanından ne yapacağını bilemeyen bir canlı! Ben, ‘bin’ diyorum , o ‘min’ diyor… Buna benzer harf değişikliklerini şıpınadak yapıyor ve böylece de anlaşabiliyorduk.

Tıpkı Türkiye’mizde olduğu gibi, yabancı basın kişilerine ne kadar çok ilgi gösterilirse, sanki o kadar iyi yazı yazar anlayışı, burada da var… Dışarı çıktığımız zaman şoförü şalvarlı, bir siyah araba kapıda bekliyordu… Döşemeye oturur oturmaz fırlamam bir oldu. Güneşte duran otomobilin, Konya Kebabı yapılan fırından farkı yoktu da…

Romantik masalcılar sokağı

Yanımda Pakistan Büyükelçiliği’nden iki mihmandar daha var… Onlar, şıpır şıpır terleyişime bakıp gülüyorlar… iki mendilim suya batıp çıkmış gibi!.. Otomobilin neresini tutsanız ateş!.. Isı ölçeği 115 Fahrenhayt’ı gösteriyor… Caddeler bomboş, sanki terkedilmiş bir şehir. Ara sıra iki katlı bir otobüs ve bazen bisikletliler geçiyor. Turizm ilgililerini ziyaret şart. Bu şartı yerine getirdik. Yarım gün kaynadı… Her gittiğimiz yerde demirbaş iki şey var. Birisi Pakistan’ın kurucusu Mehmet Ali Cinnah’ın fotoğrafı diğeri vantilâtör!.. Bir üçüncüsü de beylik konuşmaların dışında Türk dostluğu, Türklere yürekten bir sevgi…

Öğle sıcağı

Resmi işleri oldum olası sevmem. Ama çağrılı olunca insan nezaket gereği karşı duramıyor. Öğle üzeri otele dar attım kendimi. Tercüman ve diğerleri, “Saat 17.00’ye kadar dışarı çıkmayın, sizi gelip alacağız, istirahat edin” dediler. Ördekleri imrendiren şekilde banyoya daldım. Sanırım biraz da kestirmişim! Saat on beşe doğru dışarı çıkıp biraz dolaşmak için hiçbir engel yoktu. Otelin dış kapısına gitmemle dönmem bir oldu! Bu sıcakta on dakika dışarı çıkmanın karşılığı, buhar olmaktır!..

Qıssa Khawanı

Qissa Khawani bir çarşının adı. Şehrin ortasında, batıdan doğuya doğru uzanıp giden bir çarşı… Hareketli, bereketli bir cadde, upuzun… Tek atlı faytonlar, iki katlı otobüsler, taksiler, sepetli motosikletler, el arabaları, bisikletliler, seyyar satıcılar, içiçe dükkânlar, sakallı geniş beyaz pantolonlu, gömlekli insanlar ve sıcak, sıcak, sıcak!.. Yazmakla anlatılmaz baharat kokusu, yere atılmış kavun kabukları, ezilmeye ramak kalmışlar… Meraklı bakışlar…

Çok eski zamanlarda burada kervansaraylar varmış… Kervansaraylarda, İsmet Paşa’nın deyimiyle “bir takım sergüzeştçiler”, yani maceraperestler konaklarmış bu kervansaraylarda. Sokağın özelliği, kervansaraylarda konaklıyanlara “romantik masalcıların” masal anlatması… Sokak bu yüzden “Romantik masalcılar” diye anılıyor hâlâ… Profesyonel masalcılar, konaklıyan maceraperestlere, tüccarlara, seyyahlara, savaşa ve aşka dair şiirler, şarkılar ve masallar anlatırlarmış… Şimdi, kendileri gitmiş, isimleri kalmış yadigâr…

Çarşıdaki insanlar çeşit çeşit, yerin damar damar olduğu gibi…

Afganlılar, Özbekler, İraniler, Tacikler ve başkaları… Bizim Hajı Abdul Mennan Bukhari, sevimli dost, Özbeklerin dükkânlarının önünden geçerken övü­nerek beni tanıştırıyor, bense Kasım Gülek gibi, otuz iki dişimi gösterip el sıkışıyorum çarşı boyu!.. Onlar çaya alıkoymak istiyorlar… Hangi birini kabul edersin? O tatlı şiveleriyle bir iki hoşbeşten sonra bir yenisine “Selam” diyoruz…

Eğer yolunuz bir gün Peşaver denen ol şehre düşerse, Quissa Khawani çarşısının solundaki Bazar Bater – Bazan’a uğramadan etmeyin… Yine eskiden burası Kuş Pazarı imiş… Hele benim gibi biraz “kuşbaz”sanız, bir sembol olarak bırakılan tek kuşçu dükkânını görmemezlik etmeyin. Ne adını, ne kendisini bildiğimiz yüzlerce çeşit kuş, kafesler içinde vıcır vıcır. .. Tuti diye adlandırılan papağan bozuntuları, durmadan “Toto… Toto…” diye bağırıyorlar. İnsanın hani neredeyse “Bu hafta kaç tutturdun arkadaş” diyesi geliyor. Bir Totodur gidiyor!..

Çarşı boyu, baharatçı dükkânları var… Bizim Tekel idaresinin, kilosunu seksen liraya yutturduğu çaylar, burada küçük tepeler halinde, çeşit çeşit… En hasının kilosu bizim paramızla 20 lira bile değil!.

Kuşseverler sokağını, Mochilara, pabuççular pazarı kesiyor. Pakistan’ın ünlü, ipek, altın ve gümüşle işlenmiş Pathan pabuçları burada satılıyor… Esnaf girgin, dilbaz… Gaziantep’i gördüyseniz mesele yok … Gaziantep’in sıcağını yirmi misli sıcakla çarpınız, biraz baharat kokusu salıveriniz işte Peşaver… Hele bakırcılar çarşısında hiç yabancılık çekmedim.. . Dövülen bakır plakalardan çıkan sesler bana Gaziantep’i hatırlattı. Koca koca bakır plâkalar çekiçlerle, kavanoz oluyor, tepsi oluyor, semaver, tas, şarap kapları oluyor. Zaten Peşaver bakır işçiliğiyle ün salmış…

Yeşil şehir

Altımızda siyah otomobil, oradan oraya seğirtip duruyoruz… Yeşil burada hâkim renk… Bahçelerde elvan elvan çiçekler… Tarihler yazar ki, buralarda kadim Yunanlılar dolaşmış, Budistler tarafından yönetilmiş, Hun’lar tarafından yakılıp yıkılmış, Brahma’lar tarafından yeniden onarılmış. Sonra Gazne’liler el atmışlar, daha sonraları da İngilizler gelip çöreklenmişler, yakın zamanda, atılıncaya kadar… Gazne’lilerin, Brahmalıların etkisini görmedim ama, İngilizlerin etkisi her yerde görülüyor. Otelde getirilen kahvaltı tepsisindeki çaydanlığın örtüsüne varıncaya dek!..

Bağıra bağıra konuşan, bol paçalı pantolonlarını havalandırarak yürüyen, karayağız Pathan’lar, Peşaver’in önemli bir yanı. .. Sanki bu Pathan’lar olmazsa, Peşaver olmazmış gibisine bir hava var… Dedim ya, burası Gaziantep… Pathan’lar dinlerine düşkünmüş, ama eğlenceden de geri kalmıyorlar… Çalışkanlar, sevimliler, cömertler, ehlikeyfler…

Peşaver valisi Mahabat Khan tarafından 1630 yılında yaptırılan camiye, kuyumcuların bulunduğu daracık sokaktan giriliyor. Minaresi apayrı bir biçim de…

O daracık kuyumcular sokağında, altın işlerinin bulunduğu vitrinler ışıklandırılmış… Bir sarı ışık yağmuru gözleri alıyor…

Gündüz gözüyle

Kertenkeleleri oldum olası severim . Hele oteldeki odamda o, en azından on-onbeş santim kadar boyundaki kertenkelenin yeşilini pek sevdim. Sanırım bu kertenkele, biraz da resim meraklısıydı. Zira, duvarlarda çeşitli kartpostalcıların yaptığı manzaraların yöresinden ayrılmıyordu ki, buna memnun olmadım desem yalan olur.

Peşaver müzesi

Grand Trunk caddesinde nefis bir eski yapıda, Peşaver müzesi de görmek istediğim yerler arasındaydı.

İki Buda heykeli, kapının kenarlarına konmuş. Anlatımsız bir soğukluk içinde, insana biraz da ürperti vermek, biraz da “hoş geldiniz” demek için olsa gerek!.. Ama sadece duruşlarıyla insanı çarpıyor. Müze fakir değil. Özellikle Gandhara zamanının yapıtları, “Graeco – Budist” dönemine ait, taşlar, mermerler, altın, gümüş, bakır paralar, seramik, silâhlar, hele o silâhlar, Buda kalıntıları.

El yazması Kur’anlar, nefis minyatürler, zamanımın azlığına rağmen seyrine doyamadığım işler arasındaydı. Müzenin ikinci katı bir resim galerisi. Çok usta işleri olduğu kadar, bir müzeye nasıl girebildiğine şaşacağınız resimleri saymazsanız, Peşaver müzesiyle şehirliler övünebilir. Hele hangi çağa ait olduğunu sökemediğim bir insan boyundaki, ama çok eski olduğunu sandığım tahta heykellerden -orası bir hayli karanlık olduğu için- fotoğraf çekemediğimden bir hayli yanacağım, hayıflanacağım daha…

Vali

Tatil olmasına rağmen Genel Vali Masrur Hasan Khan’ın saat 11.00’de dairesinde beni kabul edeceğini söyledikleri zaman, ününü duyduğum bu şahsı göreceğime sevindim.

İl binası da bahçe içinde. Pakistan’ın özel giysileri içinde, kınalı bıyıklarıyla, başındaki -bağışlayın kusurumu, adını unuttum- türbanıyla muhafız karşımıza kibarca dikildi ve valinin odasına aldı bizi. Vali, gencecik bir adam. Pakistan şivesine çalan İngilizce konuşuyor. Genel Valiliğe ait ne sorduysam sabırla cevapladı sorularımı.

Duvardaki geniş haritada il ve illere ait bilgi verdi. Pakistan’ın kurucusu Mehmet Ali Cinnah’ın fotoğraflarının solunda bir çerçeveli çuha üzerinde bazı isimler ve tarihler gördüm. Bunlar gelmiş geçmiş Peşaver valilerinin adları ve görev yıllarını gösteriyordu. Masrur Hasan Khan, 8 aydır yapıyor bu önemli görevi… Halkı dinlemek için günü olduğunu, toprak anlaşmazlığı yüzünden bazı olayların çıktığını, diğer valilerle olan bağlarını, en ücra köye kadar haberleşme imkânları olduğunu överken, içtendi. Bir kere de yurdumuza gelmiş. Ziyaretimin kısa olduğunu, istediğim kadar kalabileceğimi söylediği zaman, ikinci mendilim su içinde kalmıştı. Sonbahar, Peşaver’in en güzel mevsimi imiş… Ama ne çare ki, Sonbaharı beklemeye hiç imkânım yoktu. Valiye veda edip ayrıldığımız zaman, Peşaver’den de ayrılıyordum.

Peşaver üniversitesi

Şehrin askeri mıntıkası olduğunu sandığım bölgede modern yapılar, hele göğü yırtarcasına inip kalkan Pakistan Hava Kuvvetlerine ait jetler, Peşaver yapısı çift katlı otobüsler gözleri oyalayan şeyler arasındaydı.

İki saat kadar da doğunun en büyük, en zengin, bende yeniden okumak arzusunu uyandıran Peşaver Üniversitesi’ni gezdim. Tatildi. Bilgi alacak kimse yoktu. Ankara’nın Bahçelievler semti kadar büyük olan üniversite hakkında bilgi vermeyi çok isterdim. Ankara’ya geldiğim zaman Pakistan Büyükelçiliğine başvurdum birkaç kere. Olmadı. Bir gün Sayın Büyükelçinin telefon numarasını çevirdiğim zaman, karşıma çıkan ve güzel Türkçe konuşan zata dileğimi anlattım, dinledi, dinledi, sonra şöyle cevap verdi:

“Yahu neden tercümanlara telefon etmiyorsunuz?”

Neden etmediğimi anlattım ve kiminle konuştuğumu kibarca sordum.

“Ben çöpçüyüm” dedi o zat.

Oysa Pakistan’daki çöpçülerin ne kadar kibar olduklarına bizzat tanık olmuştum. Bu başka bir şeydi, çöpçü bile olamazdı! Başka bir numara çevirip, sayın büyükelçinin odasının kızgın ve şakayı seven çöpçüler tarafından ‘istilâ’ edildiğini, insaniyet ve Pakistan dostluğu adına haber verdiğim zaman Hayber geçidi kadar özürler dilendi. Büyükelçinin İstanbul’da olduğu söylendi!..

Aradan on beş gün geçti ve bir gün “Burası Pakistan Büyükelçiliği” diyen cidden kibar bir bay Hükümetinin dâvetlisi olarak beni Pakistan’da görmek istediklerini, ne zamanı uygun bulacağımı sorunca, “Bu bizim şakacı çöpçünün işidir” deyip, bu nazik çağrıyı geriye postaladım.

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.