Yurt dışına öğretmenlik gibi idealist bir niyetle gitmiş olsanız bile, hayatın sadece eğitim ve öğrencilerden ibaret olmadığını bilirsiniz. Farklı bir ülkede yaşamak, aynı zamanda oranın dilini, kültürünü, yemeklerini, havasını, suyunu hayatınıza katmanız anlamına gelir. Öğrencilerinizle aynı semtlerde oturur, aynı sofrada buluşur, aynı pazarlarda alışveriş yaparsınız.
PakTürk Okulları öğretmenleri de böyleydi; kendilerini hiçbir zaman Pakistan halkından ayrı tutmadılar. Karaçi’de 4 sene Türkçe öğretmenliği yapan Elif Demirbaş, pırıl pırıl öğrencileriyle birlikte Pakistan hayatını anlatıyor bize, acısıyla tatlısıyla… Bazen Karaçi sokaklarında yaşadığı can korkusu, bazen rengarenk pazarlar, lezzetli sofralar eşliğinde…
-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızdan bahseder misiniz biraz?
Giresun doğumluyum. İstanbul Üniversitesi Tarih Bölümü’nden 2001’de mezun oldum. Yurt dışında öğretmenlik yapmak için ilk olarak Tanzanya’ya gittim. Yaklaşık 8 sene orada tarih öğretmenliği yaptım. Afrika tarihini, oradaki 136 kabilenin tarihini, güneyden kuzeye göçleri, Afrika tarihinde iz bırakmış liderler vb. gibi konuları anlatıyordum. Daha sonra Türkçe Olimpiyatları’na öğrenci hazırlamaya başladım. İlkokul 3’ten 8. sınıfa kadar Türkçe derslerine girdim.
Tanzanya’ya evlenip gitmiştim. Ben gittiğimde 3 aile vardı. Sonrasında onlar gitti, yeni aileler gelene kadar bir süre tek aile kaldık. Tanzanya’da eğitim kurumlarının açıldığı ilk zamanlardı. Villadan bozma binalarda okullar vardı. İnternet, elektrik, su yok ama çok sıcak vardı. Ve bende de yabancı dil yoktu. Ama şu anda “Tanzanya Paris gibi!” diyorlar, çok güzel olmuş.
-Hayatınızdaki Pakistan dönemi ne zaman, nasıl başladı?
2010’da eşim ve iki kızımla beraber Pakistan’a, Karaçi şehrine gittik. Aynı şehirde yaklaşık 4 sene kaldım. Orada yine Türkçe öğretmenliği yaptım, 6. sınıftan 10. sınıfa kadar. Arada sosyal etik, yani ahlak bilgisi dersleri de verdim. Dürüstlük, yardımseverlik gibi genel olarak dünyada kabul görmüş ahlaki konuları anlatıyordum. Kızlarım Afrikalı ama oğlum Sami Yusuf Pakistanlı sayılır; Türkiye’de doğdu, orada büyüdü. Büyük kızım Nilüfer ilkokul 1. sınıfı bitirmişti oraya giderken. 2. sınıfa Karaçi’de başladı. Küçük kızım da anaokuluna başladı. Adaptasyon sorunu yaşamadılar. Zaten Tanzanya’dan alışkındılar. İngilizce biliyorlardı, orada da dersler İngilizceydi.
-Afrika’da ilk hicret ve yurt dışı tecrübesini yaşamışsınız. Pakistan hakkında ilk izlenimleriniz nelerdi?
Pakistan hakkında hiçbir bilgim yoktu açıkçası. Sadece Hint kumaşlarının güzelliğini biliyordum. ‘Muhtemelen orada güzel kumaşlar bulurum’ diyordum. Uzun saçlı kızlar, Hint müzikleri, renkli şeyler olacak diye düşünüyordum. Tanzanya’yı çok seviyordum. Oradan Pakistan’a gelince açıkçası hayal kırıklığına uğradım. İlk 6 ay ağladığımı hatırlıyorum, Tanzanya’dan ayrıldığım için. Doğal güzellikleri vardı Tanzanya’nın, okyanusu görebiliyordum, çok temizdi okyanus. Yeşil bir ülke, muz bahçeleri, Hindistan cevizi ağaçları vb. her zaman bir ferahlık vardı. Pakistan’a, Karaçi’ye geldiğimde ise daha çok bina ve nemli bir iklimle karşılaştım… Tanzanya da çok sıcaktı ama bir ferahlık bulabiliyorduk. O zamanlar Karaçi’de bazılarının başına hırsızlık ve gasp olayları gelmesinden ötürü arkadaşlar beni sıklıkla ‘Tek başına dışarıya çıkma, tehlikeli!’ diyerek uyarıyorlardı. Sabah her yer açık ve herkes işindeyken birden her yer kapanabiliyordu. Siyasi çekişmelerden ötürü çatışmalar çıkabiliyordu. Yollar trafiğe kapatıldığı için saatlerce eve gidemediğimiz oluyordu. Böyle şeyler yaşadık.
PAKTÜRK’ÜN ÇOK İYİ VE OTURMUŞ BİR EĞİTİM SİSTEMİ VARDI
İlk evimiz çok basıktı. Sıcaktan bunalıyorduk. Kendi başıma ev aramaya çıktım mecburen. Müslüman bir ülke olduğu için, bir de başörtülüyüm, tek başıma çıktığım için erkeklerin garip karşıladıklarını sezdim. Kiralık ev sorduğum yerlerde çoğu zaman detaylı cevap vermediler. Evin boş olduğunu görüyorum, ‘Kiralık mı?’ diye soruyorum, cevap vermiyorlar. Yine böyle ev ararken bir evin önünde oturan bekçilere kiralık ev aradığımı söyledim. Yakındaki bir evi gösterdiler. Orada da yaşlı bir adam bahçedeki çimleri suluyordu. Bahçe çok güzel dizayn edilmişti. O adama da sordum, benimle hiç konuşmadı, içeriye girmemi işaret etti. Evin kapısına gittim, bir kadın ve genç kız geldi, onunla İngilizce konuştuk. ‘Bu ev kiralık mı?’ diye sordum. ‘Hayır, burası bizim evimiz.’ dedi. Sıcaktan çok bunalmıştım. Bebek arabasında da 3 yaşındaki küçük kızım vardı, içeri davet ettiler. Çok güzel mermerlerle, lüks mobilyalarla kaplı saray gibi bir evdi. Meğer orası dışardaki yaşlı adamın çocuklarıyla beraber yaşadığı eviymiş. Oğullar, gelinler geniş aile bir evde yaşıyorlarmış. Kapıdaki bekçiler yabancı olduğumu anladıkları için benimle dalga geçmişti sanırım. Kadın başıma ev aramam onlara garip gelmiş olmalı.
– Tanzanya’dan sonra Pakistan’da öğretmenlik yapmak nasıldı sizin için?
Okuldaki eğitim sistemi iyi oturmuştu. Tanzanya’ya oranla çok daha ilerideydi. Hatta okullar çok güzeldi. Seminer için Peşaver’e gitmiştim. Farklı şehirlerden 52 öğretmen gelmişti. Türkiye’yi aratmayacak güzellikteydi oradaki okul. Deneyimli Türkçe öğretmenleri, güzel dersler veriyordu bize. Bu açıdan çok iyiydi. Eğitim, okullar çok iyi seviyedeydi. Öğrencilerin kalitesi çok iyi, zeki çocuklar var. Türkçeyi gayet iyi konuşuyorlardı.
Yerli öğretmen arkadaşlarımız bende bizden daha tecrübeli oldukları intibaını bıraktı. Yılların öğretmeni olmama rağmen, Pakistanlı meslektaşlarımın derslerine giriyordum ve hayran kalıyordum ders işleyişlerine, çok iyiydiler. Kapıdan girişinden itibaren sınıfa ve derse hâkim, çok hareketli, becerikli, çok hızlıydılar.
-Öğrenciler ve velileriyle iletişiminiz nasıldı? Beraber yaptığınız faaliyetlerin tesirlerini görüyor muydunuz?
İngilizcem iyi olduğu için velilerle, öğrencilerle iletişim sorunu yaşamadım. Veli ziyaretlerimiz çok iyi geçiyordu. Türk ailelerin evine gitmiş gibi oluyorduk. Misafirperver insanlardı, çok güzel ağırlıyorlar, sahip çıkıyorlardı. Ama çevre açısından alışmak zordu. Karaçi’de Gülşen İkbal bölgesindeydik. Şehrin daha çok memur ve orta sınıf insanlarının yaşadığı bir semtti. Bir de DHA ya da kısaca Difens denilen elit bir semt vardı. Orada da yemek dersleri vermek üzere gittiğimiz bir misafirhane vardı. Katılımcılar arasında o semtten varlıklı insanlar da olurdu. Akşam ayrılırken ‘Nereye gidiyorsunuz?’ diye sorarlar, ‘Gülşen’e gidiyoruz’ deyince şaşırır, ‘Bu saatte oraya nasıl gideceksiniz?’ derlerdi. Şehrin sakinleri Gülşen İkbal’e gitmekten çekinirken biz çoluk çocuk arabaya atlayıp gidiyorduk.
ARADAN YILLAR GEÇTİ AMA ÖĞRENCİLERİM HÂLÂ ARIYOR
Veli ziyaretleri yaparken bazen bilmediğimiz yollara girip kayboluyorduk. Akşam haberlerde bizim gittiğimiz yerlerin çok yakınında tehlikeli olaylar olduğunu görüyorduk. Eve sağ salim döndüğümüz için şükrediyorduk her seferinde. Öğrencilerimiz çok değerli, çok güzel çocuklardı ama bazıları çok zor şartları olan yerlerde yaşıyorlardı. Arabayla gidiyordum ama bazı yerlerde arabanın gireceği yol bile yoktu. Bizim okullarımızda hem varlıklı ailelerin çocukları hem de zeki ama kısıtlı maddi imkanlara sahip ailelerin çocukları okuyordu.
Pakistan’da okullardaki eğitim sistemi güzeldi, oturmuştu. Her öğretmenin rehberlik sınıfı vardı. 1. dönemde velilerin yarıdan fazlasını ziyaret ediyorduk. Belirli aralıklarla öğrencilere ders çalışma ve yoğun okuma programları yaptırıyorduk. Afrika’dan sonra böyle sıkı bir sisteme girmek bayağı yormuştu beni.
Çocukları okuma programları için kendi evime davet ederdim. Onların arzuladığı şekilde eğlenceli hale getirirdim. Yemek yapmak isterlerse mutfağa girip yaparlar. Malzeme alırdım, kek yaparlardı. Kimisi dikiş diker, boncukla çanta işler, bazen müzik dinler ve kitap okurlardı. Bunlar sadece benim değil, diğer öğretmenlerin de yaptığı faaliyetlerdi. Oradan ayrılalı yıllar geçti ama beni bulan öğrenciler oluyor bazen. O günleri unutamadıklarını söylüyorlar. “O kampları unutamıyoruz, o lezzeti unutamıyoruz, o günleri çok arıyoruz” diyorlar. Aralarında üniversite okuyan, nişanlanan veya üniversiteden mezun olanlar var.
Öğrencilerim bana çok şey öğretti. Onlara daha sistemli, daha dolu dolu ders anlatmam gerekti. Ailelerini ziyaret ettikçe farklı dünyalara açıldım. Farklı kültürler, farklı renkler bir arada. Bu çok güzeldi. Pakistan’da farklı kültürler mozaiği oluşu hoşuma gitti.
-Pakistan’da da Türkçe Olimpiyatları için çalışmalar yaptınız mı?
Evet, Türkçe Olimpiyatları’na öğrenci hazırlıyorduk. O acayip bir şeydi. Hem eğlenceli hem çok stresli. Türkçeciler sürekli teftiş ediliyor; sınıflarımıza, ders anlatışımıza bakılıyordu. Bir sene önceden başlıyordu çalışmalar. Hangi parçaları çalıştıracağımıza karar veriyorduk. Sıkı takip edilişi işin ciddiyetini daha çok gösteriyordu. Ülke geneli yarışmaya çok yetenekli öğrenciler götürdüm. Pakistan öyle bir yer ki, yetenek kaynağı. Her yerden yetenekli çocuklar geldiği için kontenjan da az olduğundan benim çalıştırdığım çocuklar Türkiye’ye gidemedi. Benim kızlar da çok güzel söylüyordu. Ama rekabet aşırı fazlaydı. Öğretmenler de öğrenciler de çok yetenekliydi, dereceye girdik İslamabad’daki elemelerde. Benim öğrencim 3. olmuştu. ‘Dostum’ türküsünü Türk sanatçılar kadar güzel söylüyordu. Folklor ekibimiz de vardı. Dereceye giremedi ama farklı şehirlerde yapılan programlara, TV yayınlarına katıldılar.
EVLERİN BAHÇESİ ADETA ‘CENNET BAHÇESİ’ GİBİYDİ
-Öğrencilerin bu faaliyetlere yaklaşımı nasıldı?
Öğrenciler kendileri çok isteyerek katılıyordu. Zaten önceki senelerde yapılan programları görüyor, o heyecanı yaşamak istiyorlardı. Biz de çalıştırıyorduk ama onlar da çok gayretliydi. Zaten Türkçeleri çok iyiydi. Benim gittiğimde Türkçe Olimpiyatları zirvedeydi. Hiç anlatmaya gerek kalmıyordu çocuklara, zaten motive idiler. ‘Yeter ki biz de katılalım’ diyorlardı.
-Pakistan’da sizi en çok etkileyen şeyler nelerdi?
Evlerin bahçe bakımı çok güzeldi. Sokakların görüntüsü ilk anda aldatıcı gelebiliyor, zira daracık bir sokakta çok güzel, tertemiz bir eve girebiliyorsunuz. Birden bambaşka bir dünyaya geçiyorsunuz. O bahçeye girince sanki cennet bahçesine girmiş gibi hissediyorsunuz. Toplumsal kesimler arasında gözle görülür bir gelir farklılığı var. Bu da bazılarında zenginlerin kendi cennetlerini oluşturduğu, özel sitelerde farklı dünyalarda yaşadığı fikrini uyandırıyor.
El sanatlarında çok becerikli, sanatkâr insanlar Pakistanlılar. Elbiselere el nakışı yapılıyor. Bir çiçek fotoğrafı getirip ‘Bunu elbiseme yapar mısın’ deyince aynısını çizip elbiseye nakış olarak işliyorlar, elde veya makinelerde. O elbiselerin her biri sanat eseri. Pazarlara çok gitmezdik, en beklenmedik zamanda bir sokak protestosunun ortasında kalabilirim korkusuyla, ama arada giderdim. Çok güzel rengarenk ipekli, şifon vb. kumaşlar vardı. Aynalı gömlekler, çocuklar için özel kıyafetler… Oğlum orda büyüdü, ona özel yerel kıyafetler alır, giydirirdim. Çocuklar ve genç erkekler kumaşları ellerinde işler. Gelinlikler çok güzeldir. Ahşap sanatlarını da çok beğenmiştim.
Her cebe uygun cazip lunaparklar ve çocuklar için çok güzel oyun alanları vardı. Sokaklarda eğlenceli kukla tiyatroları yapılırdı. Pakistan deyince tek millet gibi geliyor akla ama öyle değil. Eyaletler konuşmasından kıyafetine, dansına müziğine kadar farklı. Okulda da öğretmenler çocuklara sahne gösterileri yaptırırdı. Farklı bölgelerden öğrenciler kendine has kültürel kıyafetiyle gelir, müzikleriyle dans gösterisi yapardı. Kültür mozaiği çok güzeldi. Müziklerine, sanatlarına hayran kaldım Pakistan’ın.
-Toplumsal hayatın içinde size zor gelen, alışamadığınız şeyler var mıydı?
Erkek egemen bir toplumsal yapı olması bana garip gelmişti. Erkekler dışarda hâkim görünüyordu. ‘Dışarda öyle olsa da evde kadınların sözü geçer’ deniyordu ama ne kadar doğru bilmiyorum. Duyduğum şeyler bunlar. Her ne kadar yasal olmasa da halkın bazı kesimlerinde kast sistemine benzer bir sisteme rastlanabiliyordu. Bazı öğrencilerin birbirlerine soyadlarına ve aile kökenlerine göre davrandığına ve toplu halde yapılan programlarda bazı varlıklı öğrencilerin diğerleriyle bir arada bulunmaktan çekindiklerine birkaç kere şahit olmuştum. Sinemalarda da herkesin her yere oturmadığını ve aynı ücreti ödemelerine rağmen sosyal sınıfına göre oturduğu da kulağıma çalınmıştı.
PAKİSTANLILAR ZEKİ, ÇALIŞKAN VE SANATÇI RUHA SAHİP
Dünyanın sayılı büyük şehirlerinden birisi olan Karaçi’de hırsızlık ve gasp olaylarının sıklıkla yaşandığını söylemiştim. Orada yıllar önce Türkiye’den evlenip Karaçi’ye yerleşmiş Sevim isminde bir abla ile tanışmıştım. Onunla bir vakit bir marketin açılış programına katılmıştık. Ortam kalabalıktı ve kapıda bir silahlı güvenlik görevlisi bekliyordu. Aniden kalabalığın arasından birisi sıyrıldı ve Sevim ablanın çantasına elini atarak çalmaya kalkıştı; o da çantasını bırakmadı. Bu olay herkesin gözü önünde olurken silahlı güvenlik görevlisi dahil kimse tepki gösteremedi. Çantası çekiştirilirken Sevim abla yere düştü. Ben de onu tutmaya çalışırken düştüm. Neyse ki adam bırakıp gitti. O anda ablanın çantasını bırakmayarak çok büyük bir risk aldığının kısa süre sonra farkına vardık. Bu tür olayları yaşayanlar, yolda giderken birisinin aniden gelerek ve silah doğrultarak telefon ve diğer değerli eşyalarının gasp edildiği sırada etrafta bulunanların tepki gösteremediklerini anlatır. Gece ve gündüz fark etmeden meydana gelebilen bu tür olaylarda kişinin – hele bir de yabancıysa – hayatını kurtarması için isteneni yerine getirmesini salıklar. Bu tür olaylardan ötürü kendi aracımla seyahat eder ve dikkatli davranırdım.
Genel olarak Pakistanlıları çok zeki, çalışkan ve sanatçı ruhlu buluyorum. Kıvrak zekaya sahipler. Her ülkede meydana gelen ve kent yaşamına uyum sağlayamamış insanların neden olduğu sıkıntılar bir yana, Pakistan’da hayatın güzel ve zor yönleri bir aradaydı.
-Unutamadığınız neler var? Pakistan’dan neler kaldı sizde?
Pakistan’da şehir olarak Karaçi’nin haricinde İslamabad ve Peşaver’i gördüm. Bir haftalık zümre toplantısı için Peşaver’e gitmiştik. Gün içinde programlara katıldık. Akşam öğretmen bir aileye çay içmeye gittik. Geri okula dönüyoruz, çoluk çocuk hepimiz bir minibüsteyiz. Sürücü de İslamabad’daki kurumlardan gelmiş, Peşaver’in yollarını bilmiyor. Biz yolda giderken sokaklar bir anda tenhalaştı. Ortalıkta kimse kalmadı. Şoför de yolu bulamadı. Yanımızda bilen kimse de yok. Bir minibüs dolusu kadın ve çocuk Peşaver sokaklarında gidiyoruz. Yol sorabileceğimiz kimseyi bulamıyoruz. Şoför de biz de panikledik. Bir yerden geçerken bir ışık gördük. Birkaç delikanlı vardı. Yol sormak için o yöne gittik. Minibüs yaklaşınca gençler önce tedirgin oldu. Sonra baktılar içinde biz varız. Şoför PakTürk Okulu’nu sordu. İçlerinden biri ‘Ben o okulun öğrencisiyim, sizi götüreyim’ dedi. Yani, öyle bir yerde yol sorduğumuz kişinin öğrencimiz çıkması çok güzeldi. Çok şaşırmış, sevinmiştik. Öylece okulu bulduk.
-Pakistan yemeklerine alışabildiniz mi?
İlk gittiğimizde Ramazan ayıydı. Veliler öğretmen arkadaşları iftarlara davet ediyorlardı, bazıları restoranlara, bazıları evlerine. Gider gitmez bu tarz davetlere katıldık. Çok güzel sofra dizaynları yapılıyordu. Yemekler çok güzel görünüyordu. Ama her şey baharatlı. Salatalar için bile özel baharat karışımları var. Artık çocuklar su içerken bile önce dilini değdirip tadına bakıyor, sonra içiyorlardı. Salataya, meyvelere de dilini değdirip öyle yiyorlardı. Çünkü aşırı baharatlı yemeklerden kulaklarınıza kadar yanıyorsunuz. Yemeklerin baharatlı olmasının dışında lezzetleri çok güzeldi. Mekân ışıklandırmaları çok hoştu. Biz Ramazan’da iftar olunca hemen oturup yeriz, sonra akşam namazı kılarız. Orda önce iftarlıklar yenir, sonra akşam namazı kılınır ve asıl menü sonra gelirdi.
ÇOCUKLARA BAYRAMA ÖZEL BASILAN PARALAR VERİLİR
-Hayatınızda ‘Pakistan’da öğrendim’ dediğiniz neler var?
En çok şu hoşuma giden şeylerden biri de şuydu: Bayramlarda çok güzel bir âdetleri vardı. Bankalarda bayrama özel yepyeni banknotlar bulunurdu. Mesela bizden yaşlı Pakistanlı meslektaşlarımız bankalardan 100’er rupilik deste halinde yeni banknotlar alır, güzel zarflara koyar, bayramlaşırken elimize tutuştururlardı. Çocuklara da eski para değil, temiz yeni para verirlerdi. Ben de Pakistan’da olmasam bile hayatımda bunu uyguluyorum. Bayramda bankaya gidip 1’er 5’er dolarlar alıp renkli zarflara koyup çocuklara veriyorum. Tabi buradaki bankalarda bütün paralar yeni olmuyor. Pakistan’da bayrama özel olarak dolaşıma sokuluyor.
-Pakistan’dan ne zaman ayrıldınız?
2014’te Latin Amerika ülkesi olan Kolombiya’nın başkenti Bogota’ya taşındık. Orası da çok güzel bir yer. Pakistan’dan ayrılırken çok üzülmüştüm. Bizim zamanımızda her şey iyiydi, okulların devamı anlamında sıkıntı yoktu. Lahor ya da İslamabad yerine Pakistan dışında bir yere gittiğimiz için üzülmüştüm o zamanlar. Ama sonradan gelişen hadiseleri görünce ‘İyi ki ayrılmışız’ dedim. Aslında o ayrılık acısını Pakistan’dan çıkarken çekmiş gibi oldum. Sanki içimden bir şeyler sökülerek çıkarılmış gibi bir histi…
No Comment.