13 yıl Pakistan’da yaşayan eğitim gönüllüsü Sevda Arslan ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünde, Lahor ve Peşaver anılarına yer veriyoruz. Arslan, Pakistanlı hanımlarla yaptıkları sosyal faaliyetlerin ve okuma programlarının tesirlerini anlatıyor.
-Pakistanlı kadınlarla iletişiminiz nasıldı? Beraber neler yapıyordunuz?
Her kültürün farklı bir alışkanlığı var. Mahallemizdeki, çevremizdeki insanları evlerimize davet ediyorduk. Tek kişi yapmasın ikramları diye herkes ortak yapıyordu. Evlerimize misafir kabul ederken kolektif şuur ve iş birliği içerisinde yardımlaşmayı ön planda tutuyorduk. İlk zamanlar davet ettiğimiz insanların çoğu gelmiyordu, zannederim sadece kendilerinin davet edilmesine çok alışkın değillerdi. Zamanla anladık ki, orada misafirler grup olarak davet ediliyor. Birkaç kişinin gelmemesi durumunda davetin hala yeterli sayıda misafirinin olacağı düşünüyor. Bazen arkadaşlarımızla gönül koyuyorduk, ‘neden gelmediler acaba, halbuki o kadar da şey hazırlamıştık!’ diye. Ümidimizi canlı tutup, bundan sonra misafirlerimizi tek tek arayıp özel olarak davet etmeye başladık. “Senin için bugün özel hazırlık yapacağım” diyorduk. Bu şekilde çağrılan misafirlerimiz davetlerimize eksiksiz icabet etmeye başladılar.
Meğer biz doğru davet etme usulünü bilmiyormuşuz, onu öğrendik. Misafirlerimizin alışkanlıklarını, kültürlerini ve hassas noktalarını öğrendik. Orada öğle uykusu alışkanlığı vardı, o vakitte kimsenin evine gitmek uygun görülmezdi. İlk zamanlar ben bazen öğle saatlerinde gidiyordum veya misafirlerimi öğle zamanına davet ediyordum. Bir gün bir arkadaşım “Sen kaylûle yapmıyor musun?” diye sordu. Orada öğle uykusu gerçekten çok gerekli. Bunları zamanla öğrendik. Biz de alıştık. Zaten zinde kalabilmek için alışmanız gerekiyor. O sıcak iklimde hayat gerçekten zorlaşıyor. Marketler her zaman açık olmayabiliyor. O insanlar sıcakta yaşamak zor olduğu için yapamıyor bazı şeyleri. İklim, sıcaklık, toz, hava kirliliği çok etkiliyor hayatı. Onlar kendilerine göre çözüm bulmuşlar ama biz onları kendimize uydurmaya çalışarak onların düzenini bozmuş olacağımıza kani olduk.
Yerli halkın da okullara destek olmaları ve öğrencilere maddi ve manevi olarak sahip çıkmaları için neler yapabileceklerini onlara anlatmaya çalışıyorduk. ‘Fakir öğrenciler için burs isteyebiliriz’ diye düşündük. Pakistanlı arkadaşlarımız buna alışmadıkları için ilk başta biraz zorlandık. Programlar düzenleyip, “Burs verir misiniz?” diyorduk, çok ses çıkmıyordu. Grup halinde olmadığını görünce bire bir ev ziyaretleri yaparak onlardan fakir öğrenciler için burs istedik. O zaman verdiler. Kimi “11 çocuğa bakabilirim” dedi, kimi ise “7 çocuğa.” Öğretmenler uzak köylere gidiyor, fakir ama okuma imkânı olmayan zeki çocukları buluyorlardı. Şehir ve teknoloji imkanlarından uzakta olsalar da bu öğrenciler hem zihnen hem de fıtraten temiz çocuklardı. Tanıdıklarımıza, “Biz böyle öğrencilerin ihtiyaçlarını karşılıyoruz ama yetmediği zamanlar oluyor, siz de onlara sahip çıkar mısınız, yardımcı olur musunuz?” diye anlatıyorduk. Dostlarımız da gerçek anlamda öğrencilere sahip çıkmaya başladılar. Böyle başladı her şey. Hanımlar öğrenci evlerinin ve yurtlarının ihtiyaçlarını ciddi bir ilgiyle ve mutat şekilde karşılamaya başladılar.
Aslında o dönem, sonradan gelen sıkıntılara karşı da bir hazırlıkmış meğer. İnsanlar eğitim hizmetlerini tanıdılar ve anladılar. Hanımların ilim ve irfan etkinliklerine maddi ve manevi destekte bulunmalarını çok önemli buluyorum. Pakistan aslında anaerkil bir toplum. Evde hanımların dediği oluyor. Dışarıdan baktığında ataerkil gibi görünse de öyle olmadığını düşünüyorum. Bazı bölgelerde kızlar 17-18 gibi erken yaşlarda evlense de sonrasında isteyen eğitimine devam ediyor. Evlenip çocukları olduktan sonra lise, üniversite bitirip mastır yapanlar var. Bir yerde çalışmasalar da eğitimini tamamlamak isteyenler çok. Bizim onlardan öğreneceğimiz çok şey var.
HALİMİZ PAKİSTANLI ARKADAŞLARIMIZA İLK BAŞTA GARİP GELİYORDU
İlk zamanlarda okullarımız çok öne çıkan kurumlar değildi. Villa tipi binalarda eğitim yapılıyordu ve – rekabet anlamında söylüyorum – ülkede geniş kampüslü ve kaliteli olarak tanınan okullar vardı. Çocuklarını bizim okullarımıza göndermeseler de okullarımızdaki öğrencilere maddi ve manevi anlamda destek olan, burs veren hanımlar vardı. Okullarımızın Pakistan’daki eğitim sistemine yeni bir soluk getirdiğine inanıyorlardı. Bunu çok değerli buluyorum.
-‘Hizmet Hareketi’ne ve eğitim faaliyetlerine yaklaşımları nasıldı?
Pakistanlı hanımlarla Fethullah Gülen Hocaefendi’nin vaazlarını İngilizce altyazılı dinlediğimiz zamanlar oldu. Bir alimin veciz bir şekilde toplumdaki problemlerin nasıl çözülebileceğini anlattığı bu vaazlardaki söyleminin farkına varıyorlardı. Hepsi eğitimli ve görmüş geçirmiş hanımlardı. Bir arkadaşım şöyle demişti: “Siz belki farkında değilsiniz ama bu alim diğerlerinden çok farklı. Meselelere bakışı çok farklı.”
Ben İmam Hatip Lisesi mezunuyum ve oradaki kalıplaşmış, ezbere söylemlerden nefret etmiştim. Hizmet Hareketi ise başka bir yerdeydi. Öğrenci evlerine gittiğimizde o evlerin dekorasyonu bile dikkat çekiyordu. Fazla eşya yoktu ve her şey yerli yerinde, temiz ve düzenliydi. O evlerde kalan üniversite öğrencilerinin fizik, kimya gibi bölümlerde eğitim görmeleri ve iman hakikatlerini anlatırken o bilimlerden örnekler vermesi bizi oraya bağlamıştı aslında. Onlar bizim zamanımıza göre en güzel rehberliği yaptılar, yeni şeyler verdiler. Belki bizim de bu zamanda rehberlik anlayışımızı yenilememiz gerekiyor. Biz bize anlatıldığı gibi anlatıyoruz, belki bu yüzden sıkıntı yaşıyoruz.
Bizim halimiz Pakistanlı arkadaşlara ilk başta garip geliyordu. Bazıları ilk tanışmalarımızda önce “Siz Müslüman mısınız?” diye soruyorlardı. Eşlerimizin takım elbiseyle cumaya gitmeleri bazı yerlerde tepki çekiyordu, “Böyle olmaz!” diyenler oluyordu. Aralarında sakal uzunluğunu Müslümanlık derinliği ile doğru orantıda addedenler için eşlerimizin öne geçerek namaz kıldırmalarının ilk başta çok garip geldiği oldu. Sonraları bunu kabullendiler, şekilci yaklaşmayı bıraktılar ve “Böyle de olabiliyormuş!” dediler. Çocuklarını aşırıcı düşüncelerden koruma amaçlı olarak, medreselerden alıp bizim okullarımıza kaydeden insanlar oldu. Eşimin bir dönem medresede okumuş bir öğrencisi vardı; tedhiş düşüncesine mensup kişilerin idare ettiği o medresede canlı bomba eğitimi verildiğini duyan ailesi bu öğrenciyi oradan alarak okulumuza kaydetmiş.
-Pakistan halkı da çoğunlukla Müslüman ama bizim alıştığımızdan farklı bir kültürleri var. Aranızda dini yaşama anlamında etkileşimler nasıl oluyordu?
Aslında ben onu sonra fark ettim. Kimsenin kimseye bir şey anlattığı yoktu. Aslında biz kendimize anlatıyoruz. Biz hatırlamaya çalışıyoruz. Biz onlarla vakit geçirmeye çalışıyoruz. Pakistanlı bir abla vardı; zaten her gece teheccüd namazına kalkıyordu. Ben ona nasıl bir şey anlatayım? Aslında insan kendindeki eksikleri de fark ediyor. Belki de Hizmet bu, yani kendindeki eksiklikleri başkalarıyla tamamlamak. Şu anda çoğunluğu Müslüman bir toplumda yaşamıyoruz ama ne kadar disiplinli ve ne kadar çalışkan olduklarını, sözlerinin eri olduklarını, saygılı olduklarını öğreniyoruz. Bu bir yanılgıydı aslında. Biz bu insanlara bir şey anlatmıyoruz. Biz kendimiz diri kalmaya çalışıyoruz. O yüzden “Onları yadırgamayın!” diyordum arkadaşlara. Mesela bir eve gidiyorduk, bir arkadaşın yüzü değişiyordu, yemeklerini yiyemiyordu vs. İçimden kızıyordum kendi arkadaşıma açıkçası. Şu anda bile biri Pakistan hakkında olumsuz konuşsa, “Pakistan şöyle, insanları böyle…” dese kendime hakaret edilmiş gibi hissediyorum. O ortamdan çıkmak istiyorum. “Sen asıl kendine bak!” diyesim geliyor onlara.
LAHOR’DA BİZDEN ÖNCE ÇOK GÜZEL ŞEYLER YAPILMIŞ
Evinde hizmetçi çalıştıranlar vardı. Bazılarımız bunu hemen yadırgıyorduk. Yargılamaya çok alışkın bir milletiz anlaşılan. Hizmet bize bunu anlatıyor aslında. “Yargılamayın, onlarla beraber olun, tanışın.” Hani bir ayette “Biz sizi farklı yarattık…” diyor Rabbimiz. Hizmetin dünyadaki tezahürü o ayet olsa gerek. Hizmet, o ayetin dünyadaki yansıması. Ben bunu öğrenmeye çalıştım orada. Hiç kimse bizim gibi yaşamak zorunda değil. Benim onlardan öğreneceğim çok şey var. Eğer sorarlarsa benim de anlatacağım bir ‘hizmet’ var. O da zaten bize ait bir şey değil. Yargılamamak, yadırgamamak, beraber yaşamak. Bunları öğrendim. Onlar beraber yaşayabiliyorlar. Afrika’da da bunu gördüm. Müslüman-Hıristiyan hiç ayrım yok. Yan yana, hiç birbirlerini yadırgamadan yaşıyorlar. Kendi aralarında ayrılıklar yok. Biz onlardan daha çok şey almış olabiliriz.
-Pakistan’da İslamabad’dan başka nerelerde yaşadınız?
İslamabad’da 2013’e kadar kaldık. Sonra başka bir ülkeye gitmek istedik aslında. Çünkü ben çok alışmıştım. Bu da bir problem. Artık çok verimli olamadığımı düşünüyordum. 9 yıl çok uzun bir süre. Yeni insanların gelip yeni bakış açılarıyla çözümler üretmesi lazım. Orayı iyi bilmek zamanla dezavantaj oluyor. Duygusal olarak da bağlanıyorsun. Aslında daha öncesinde istemiştik oradan ayrılmayı ama olmadı. 9. yılımızda ben daha çok ısrar ettim. Lahor’a tayin olduk.
Aslında orası da farklı bir ülke gibiydi. İki güzel yıl geçirdik Lahor’da. Çok güzel şeyler yapılmış biz oraya gitmeden önce. Onları devam ettirmeye çalıştık. Sonrasında 2016’da Peşaver’e taşındık. Orası da çok ayrı bir yer. Pakistan’daki en güzel yıllarımı orada geçirdim diyebilirim. Pakistan’ın Afganistan sınırına yakın bölgesinde bir şehir Peşaver. Pakistan’da eyaletlere göre insanların mizaçları değişse de Pakistanlılar genel anlamda kavgacı veya negatif anlamda hırslı bir millet değil. Trafikte vs. kimsenin kavga etmediğini, ‘Tamam’ deyip geçtiğini gördüğümde şaşırmıştım. Zamanla insanların önemli bir kısmının ‘hayır’ demediğini ama kafasına uymayan işleri de yapmadıklarını gördüm.
Öğrenciler arasında da buna tanık olurdum. Öğrencilere ders çalışma programı ayarlarsın, 15 kişi “Tamam” der ama 2 kişi gelirdi. Hanımlarla yaptığımız sohbetlerde ve yemek dersleri ‘Cooking Class’larda da 30 kişi beklerken, 6-7 kişi geldiği olurdu. Bazıları “Kesin geleceğim!” der ve hiç ‘hayır’ demezdi ama son anda her zaman bir şey çıkardı. Davet edildiklerinde bizi kırmamak için doğrudan ‘hayır, işim var’ vs. demezlerdi.
-Bunlara alışmak kolay olmamıştır. Nasıl bir değişim yaşadınız?
Ben aceleci bir insanım aslında. Esnek tarafım pek yok. Ama ben bunlara da zamanla alıştım, öğrendim. Bu da onların bir karakteristik özelliği ve saygı duyuyorsun zamanla. ‘Hayır’ diyemiyor bu insanlar, sen bunu değiştiremezsin. Alışacaksın, kabul edeceksin, tahmin edeceksin. Yargılamaya, ayıplamaya, ‘niye gelmedin’ demeye gerek yok. Naz makamında ‘seni özlemiştim, bekledim gelmeni’ diyebilirsin belki ama ‘ben bunları bir daha davet etmem’ diyemezsin. Aslında bu her yerde geçerli. İnsanlara ulaşma, hizmet etme gibi bir niyetin, bir iddian varsa kestirip atamazsın, kimsenin üstünü çizemezsin. En çok bunu öğrendim.
Ama Peşaver halkı bunun tam tersi olarak tanıdım. Yapacaksa yapar, yapmayacaksa da söyler. Kavgalar, dövüşler çıktığı olur. İklim sert, insanlar da sert tabiatlı ama içleri dışları bir. Çok mert insanlar. Hayat şartları zor deniyor ama aslında İslamabad’a o kadar benziyor ki; iki saat mesafede zaten. İslamabad’da olan her şey Peşaver’de de var.
Eşim oradaki okulun müdürüydü. O zamana kadar hiç büyük bir kermes veya festival yapılmamıştı. Eşimle ve diğer arkadaşlarla böyle bir etkinlik hazırlamaya giriştik. Az kişiydik ama İslamabad’da yapageldiğimiz festivallerin aynısını orda da yapabildik. Demek ki kişi sayısı değilmiş önemli olan. Çiğköfte köşesi, gözleme köşesi vb. farklı bölümler vardı. Orada da hep yerli arkadaşlarımız bize yardım ettiler. O birliğin beraberliğin sağlandığı bir faaliyetti.
HANIMLARA TÜRKÇE ÖĞRETTİM
Peşaver’de tanıdığım genç bir arkadaş beni çok etkilemişti. Afyon’dan oraya gitmiş. Haftada bir hanımlarla bir araya gelmiş, sohbet etmiş. Çevresindeki insanlarla komşuluk yapmış. Onlara yemek ikram etmiş, evine davet etmiş, evlerine gitmiş. Oraya gittiğimde fark ettim ki, ciddi sayıda hanımefendiyle tanışmış. Edindiği çevresiyle biz de tanıştık. Karşılıklı ev ziyaretleri ve sohbetlerde bulunduk. O arkadaşım oradaki faaliyetlerin çoğuna öncülük etmiş ama hiçbir şey yapmadığını düşünüyormuş. Bu da çok önemli. Ben ondan çok etkilendim. Bir sene olmadan birçok hanımefendiyle tanıştık. Her şey çok hızlı gelişti. Yerel halk eğitim faaliyetlerine çok sahip çıktı. Okulun halkla ilişkiler departmanında çalışıyordum. Türkçe derslerine de girmem istendiğinde bunu velilere Türkçe öğretme şartıyla kabul ettim. Okulla veliler arasındaki iş birliğini artırmak için farklı etkinlikler bulmak gerekiyordu. 10-15 kişilik bir grup oluşturduk ve okul-aile birliği faaliyetlerini beraberce yaptık. Veliler Türkçeyi de öğrendiler.
Peşaver’e gitmeden önce orada bir kız okulu olmadığını bilmiyorduk. Benim bir kızım var ve 6. sınıfa başlaması gerekiyordu o sene. Okul yönetimi “Madem öyle, bir kız okulu açalım” dedi ama Türkiye’deki darbe girişimi sonrasındaki sürecin tesiri ile bu yapılamadı. Kızım tek başına erkek öğrencilerle okudu 6. ve 7. sınıfları. Ailece hepimiz için Peşaver’in ayrı tesirleri oldu.
Bizim çocuklar orada namaza başladılar, oruçları orada tam oldu. İslamabad ve Lahor çok sıcak olduğundan tüm gün oruç tutturmuyordum. İlk defa o zaman oruçlarını tam tuttular. Pakistan’a yine gitsek Peşaver’de yaşamak isteriz. Diğer büyük şehirlerinde de yaşadım ama Peşaver’i ayrı bir yere koyuyorum.
-Bir taraftan çocuklarınızı büyüttünüz, bir taraftan kendiniz büyüdünüz Pakistan’da. İlk gittiğiniz halinize göre neler öğrendiniz, ne tür tecrübeleriniz oldu?
Yerel dilleri öğrenemedim. Bu benim için acı bir durum gerçekten. Eşim çok iyi öğrendi ama ben ne dediklerini anlasam da cevap veremiyordum. İngilizce ile işlerimi halledebildiğim için belki de ihtiyaç duymadığımdan öğrenemedim. Aslında bu durumu başkalarından rica ederek aşmaya çalıştım. Benim İngilizcem hanımlarla sohbet etmeye yetmediği için başkaları yaptı bunu ve çok güzel arkadaşlar yetişti. İngilizceleri de çok güzel gelişti. Bir öğretmen arkadaşım benim evime öğrencilerini getirmişti ve onlara İngilizce 10 dk. sohbet edebilmişti. Sonra başka arkadaşlara da rica ettik. Kabul ettiler, sağ olsunlar. 10 dk. başlayan sohbetler zamanla 1,5 saate uzadı. İş paylaşımı yapmak önemli. Her şeyi kendin yapmamalısın. Yenilikçi olmak, başkalarının yerine kendini koymaya çalışmak lazım. Ben aceleciyim, orada ise zaman yavaş akıyor. Bu sayede esnek olmayı, üslubumu ayarlamayı öğrendim. Kırıp döktüğüm çok insan olmuştur ama insanlara doğrudan söylememeyi, etkili iletişimi öğreniyorsun. Çünkü Pakistanlılar kırıcı değiller. Seni kırmamak için her şeye ‘evet’ diyorlar. Sen de onları kırma öyleyse. Aslında kendi karakterinle yüzleşiyorsun. Kendindeki eksik tarafları görüyorsun. Pakistan insanı çok teslimiyetçi. Ve her halükârda koşulsuz sevmeyi öğreniyorsun. Onlar bizi öyle sevdiler.
Fark etmediler mi, evlerini ilk ziyaret ettiğimizdeki o etrafa şaşkın şaşkın bakışlarımızı? Buna rağmen sevdiler. Kendilerine hiç uymayan yemeklerimizi yediler, öğrenmeye çalıştılar. Aslında onlara yemek yapmayı öğretmeye çalışmak bizim için çok iddialı bir şeydi, ama pasta böreklerle kurtarmaya çalıştık. Sonra “Siz de bize öğretin lütfen.” dedik. O bir açılım oldu. ‘Biryani, tavuklu karahi, pakora’ gibi birçok Pakistan yemeğini öğrendim. Bazı sosları da öğrendim. Sevmediğim şeyler de oldu. Herkesin çok sevdiği, çana çât denilen nohutlu bir salata vardı. Sevmedim ama yedim. İsteyerek yememeyi de öğreniyorsunuz. “Hatır için çiğ tavuk yenir!” denir ya, onu da öğrendim. Onların da bizim hatırımız için yemeklerimizi yediklerini fark ettim. Sarma veya mantı gibi bazı yemeklerimizin bazı Pakistanlı dostlarımıza garip geldiğine tanık oldum.
Devam edecek…
***
Birinci Bölüm: Eğitim gönüllüsü Sevda Arslan (1): İnsanları yargılamadan, yadırgamadan beraber yaşamayı Pakistan’da öğrendim
No Comment.