Gazeteci Adem Yavuz Arslan, meslek hayatı boyunca Pakistan’a yaptığı ziyaretlerde edindiği izlenimlerini PakTurkFile için yazdı. Arslan, Türk siyasetçilerin açamadığı kapıların nasıl açıldığını, PakTürk Okulları’nın ülkede eğitimin yanı sıra hangi pozitif fonksiyonları üstlendiğini anlattı.
Gazeteci olarak bugüne kadar Pakistan’a birkaç kez yolum düştü.
Hepsinde işim gereği haberler-röportajlar yaptım, köşe yazıları yazdım.
Çoğunluğu siyasi analiz ya da doğal afetler gibi konularla alakalıydı. Çok güzel fotoğraflar da çektim. Hatta bunlardan bazıları Pakistan’ı anlatan bir kitapta yayınlandı.
Ancak bu kez farklı bir yazı kaleme alıp daha önce anlatmadığım gözlemlerimi aktaracağım.
Bir başkent gazetecisi olarak başta Cumhurbaşkanı ve Başbakan olmak üzere ülkenin önde gelen siyasileriyle çok sayıda yurt dışı seyahate katıldım.
Bunlardan birisi de 2009 başlarında, o dönemin TBMM Başkanı Köksal Toptan ve bir grup milletvekili ile olanıydı. Pakistan’da bir takım resmi görüşmeler vardı ve ben de gazeteci olarak bu görüşmeleri izliyordum.
Aslında o seyahatin ‘resmi olmayan’ tarafı benim için daha da ilginçti.
Çünkü Türk heyetiyle birlikte PakTürk Okulları’nı da ziyaret etmiştik. Benzerleri gibi çok başarılı işlere imza atmış okullardı.
Ama daha da önemlisi bir sulh adası gibiydi. Aynı sınıfta Boşnak, Nijeryalı, Suudi ve bilimum ülkeden öğrenciler oturuyordu.
Pakistan halkı okulları çok sevmiş, her seviyede sahip çıkmıştı. Türkiye’den giden öğretmenler ise Pakistan’a artık kendi memleketleri gibi görüyordu.
Dünyanın başka bölgelerinde olduğu gibi Pakistan’da da başarı hikayeleri yazılıyordu. Yani fedakar öğretmenler, o okulları sahiplenen yerel halk ve muhteşem başarı hikayeleri…
Ancak Pakistan’da ‘fazladan’ bir şeyler daha vardı.
Birincisi yerel dilleri konuşan Türk öğretmenler görmüştüm. Hatta idarecilerin bazıları neredeyse 20 yıldır bu ülkedeydi. Buraya lise ve üniversite dönemlerinde gelmişler, yerel diller dahil öğrenmişler ve dahası ülke yöneticileri ile çok yakın ilişkiler kurmuşlardı.
O ‘iyi ilişkilerin’ lafta olmadığını gösteren bir olaya da şahitlik etmiştim.
Meclis Başkanı Köksal Toptan ve beraberindeki Türk heyeti önemli bir siyasetçi ile görüşmek istemişler ancak elçilik ilgili randevuyu bir türlü ayarlayamamıştı.
Konu benim de takip ettiğim program sırasında tartışılırken PakTürk Okulları yöneticilerinin araya girmesiyle bütün heyet ertesi gün üstelik hafta sonu olmasına rağmen ilgili siyasetçinin evinde yemeğe davet edilmişti.
Düşünün ülkenin elçiliği randevu alamazken oradaki bir öğretmen daha ötesini yapıp sonuç alıyordu. Üstelik bunu iki telefon görüşmesiyle ve ‘sivil’ birisi olarak yapıyordu.
Meseleye ideolojik gözlerle bakmayanlar için çok önemli bir ayrıntı bu aktardığım olay.
Bu durumu meslek hayatım boyunca dünyanın dört bir tarafında gördüm. Özellikle Afrika’da.
Elçilik, konsolosluk olmayan yerlerde Türk okulları vardı ve onlar adeta ülkenin temsilcisi konumuna gelmişti.
Pakistan deyince gözümün önünden gitmeyen ve adeta tüylerimi diken diken eden olay ise okullarla irtibatlı doktorların yaptıklarıydı.
Pakistan seyahatim sırasında resmi programları izlerken Türkiye’den gelen bazı doktorların Afgan mülteci kamplarında sağlık hizmeti verdiklerini duydum.
Bunun üzerine ilgili doktorlarla irtibata geçtim ve onların sağlık taramalarını izlemek üzere bahse konu kamplardan birine gittim.
Gördüğüm manzara şok edici türdendi.
Çünkü Pakistan ne kadar iyi niyetle yardım etmeye çalışırsa çalışsın sanki başka bir tarih aralığında yaşayan insanlar vardı o kampta.
Kimliği bile olmayan insanlar, pis suların içinde oynayan çocuklar ve yıkık dökük kerpiç evler…
Aralarda ise isimsiz mezar taşları. Yaşarken ismi olmayan bu mültecilerin öldükten sonra da ismi olmamış.
Doktor görmek, tedavi olmak mümkün değil. Hatta böyle bir beklenti bile yok. Hele kadınların doktor görmesi tedavi olması ihtimal dahilinde dahi değil.
Türkiye’den gelen ve PakTürk Okulları ile beraber çalışan doktorlar gün boyu hasta baktı ve ilaç dağıttı. Normalde bir doktorun tonla para verseniz gidip çalışmayacağı yerlerdi. Fakat insanlık için yola düşen bu doktorlar çamurun içinde insanlara el uzatıyordu.
Doktorlardan dinlediğim kadarıyla bu çalışmalar uzun süre devam etmiş. Doğal afetler de büyük çaplı kampanyalara dönüştürmüşler hatta başka meslektaşları da onlara katılmış.
Pakistan’ın kuzeyini vuran doğal afetlerde de hem bu doktorların hem de Türk Okulları’nın sayısız faaliyetine şahitlik ettik.
Örnekleri çoğaltmak mümkün. Fakat bu iki örneğin verdiği çok önemli mesajlar var.
Bunları uzun uzun anlatmak mümkün. Ancak benim gördüğüm PakTürk Okulları etrafında örgütlenen bu girişimler iki ülke arasında sarsılmaz köprüler kurdu.
Yıllardır söylenen ‘İki devlet tek millet’ sloganı PakTürk Okulları sonrası ete kemiğe bürünmüştü. Bu okullardan yetişen binlerce öğrenci de aydınlık yarınların temelini oluşturuyordu.
Maalesef, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan Pakistan üzerinde siyasi baskıyla PakTürk Okulları’nı zorla Maarif Vakfı’na devrettiriyor.
Ben Pakistan’ın halkının bu yanlışa dur diyeceğini düşünüyorum, umuyorum. Çünkü PakTürk Okulları bugüne kadar yaptıklarıyla ‘Erdoğan’ın iddia ettiği şeylerin’ doğru olmadığını çoktan ispat etti.
No Comment.