PakTürk Okulları’nde Matematik öğretmeni olarak görev yapan Hacer Bahar Çokarslan, röportajımızın son bölümünde, Pakistan’dan ayrılma sürecinde neler yaşadıklarını, o zor dönemde velilerin verdiği desteği ve bu ülkede geçirdiği yılların kendisine neler kazandırdığını anlatıyor.
-Pakistan’dan ayrılmanız gerektiğini öğrendikten sonra neler yaşadınız?
Okullarda çalışan herkese en son2 yıllık vize verilmişti zaten ve 2016’nın son döneminde vize süreleri bitiyordu. Uzatılacağını düşünüyorduk. Pakistan devlet görevlileri son güne kadar “Siz işinize devam edin, biz halledeceğiz” dediği için rahattık. Hatta bizim evde halı yoktu. Oğlumuz da yeni emeklemeye başlamıştı. Oturduğumuz evi halıfleks kaplatmayı planlamıştık. O hafta sonu almaya gidecektik. Eşimle kendi aramızda “Eve eşya alalım da dua yerine geçsin. Biz burada kalıcı olalım, Pakistan’dan hiç ayrılmayalım!” diyorduk. Ben odanın ölçüsünü yanlış yazdığım için o hafta sonu halıfleks alamadık. Hiç unutmuyorum 17 Kasım 2016 Pazartesi günü okulda toplantılarımız vardı. Ertesi hafta sonu okuma programları yapacaktık. Yeni hedefler belirlemiştik. Muharrem ayı geliyordu ve o tatilde öğrencilere ekstra programlar planlıyorduk.
O toplantıdan sonra eve geldim. Lahor’dan bir arkadaşım aradı ve “3 gün içinde çıkmamız gerektiğine dair bir haber var, doğru mu?” diye sordu. “Yok öyle bir şey, biz daha yeni toplantıdan çıktık. Öyle bir şey olsa gündeme gelirdi.” dedim. Fakat sonra bize de aynı şey söylendi. İlk iş, eşyaları satmaya başladık, ama yine de bir şeylerin değişeceği beklentisi içindeydik. Sonra görüşmeler yapıldı ve 10 gün daha uzatıldı süre, son tarih 30 Kasım’dı. Açıkçası kötü günlerdi.
Eşyaları sattık ama elektronik eşyaları son gün giderken vermek üzere anlaştık. Arabamızı bir veli satın aldı. Avrupa ülkelerinden birine gitmek için hazırlanmaya çalıştık. İş bulabileceğimiz bir yer olsun diye tercih etmiştik. Sonrasında Birleşmiş Milletler’in 1 yıllık koruma kararı çıktı. O dönemde bazı aileler beraber kalıyordu mecburen. Eşyalarını satıp evini boşalttığı halde gidemeyenler oluyordu. Biz de bir aileyi 12 gün misafir etmiştik. Sonra onlar başka eve çıktı. Bizim de birçok eşyamız yoktu. Yatağımızı sattığımız adam aradı bir gün. “Duydum ki gitmemişsiniz, nerede yatıyorsunuz?” diye sordu. Biz de getirmesini rica ettik. 2 ay o evde idare ettik öyle. Ev sahibimiz de o sürede kira almadı, Allah razı olsun. Sonra ev kirası daha düşük başka bir mahalleye taşındık. Başka arkadaşlar da aynı şekilde yakın evlere taşınmıştı. O sıkıntılı süreçte 2 ramazan yaşadık orada.
-Gelişmeler karşısında velilerin tavrı nasıldı, destek gördünüz mü?
Bazı velilerle görüşüyorduk. Bize destek olmaya çalıştılar ellerinden geldiğince. Mutfak eşyalarını, tabakları sattığımız için plastik piknik kaplarıyla idare ediyorduk. Sonrasında aldık yine pazarlardan ucuz şeyler. Ramazan ayında yerli bir arkadaşı ailesiyle birlikte iftara davet etmiştim. Tabak, çatal, kaşık vb. yetmediği için, iftar sonrası onlar namaz kılarken mutfağa geçip kullanılanları yıkadım. Namazdan sonra yemeğe devam edilecekti. Tabi onlar da durumu fark ediyorlar. Bayram hediyesi olarak bir kutu pasta tabağı takımı getirmişlerdi. Aslında alabilirdik biz de ama belirsizlik olduğu için yeniden ev kurmanın anlamı yoktu. Çok zaruri olanları satın alıp elimizdekiyle idare ediyorduk. Bir şey almadan önce ‘giderken satabilir miyiz’ diye hesap ediyorduk. Bize destek olmak için takılarını getirip vermek isteyen veliler oldu. Kabul etmedik ama çok zorladılar. Bazılarını hatıra olsun diye kabul ettik.
‘İSTERSENİZ PARAYI VEREYİM AMA ARABA KALSIN SİZDE’
Arabamızla ilgili ilginç bir durum oluştu. Birine sattık ilk başta ve Avrupa’ya gideceğimizi düşünerek Euro olarak aldık bedelini, ama sattığımız kişi gidene kadar kullanmamız için arabayı bizde bıraktı. Ama o süre yaklaşık 2 yıl sürdü. Biz son çıkanlardandık. 4 ay daha kalmış olsaydık tam 2 yıl olacaktı. Pasaport yenileme sıkıntımız olmadığı için kalabildiğimiz kadar kalmak istedik. Kısa zamanda gitmeyeceğimiz belli olunca arabanın parasını geri verdik alan kişiye. Kullanmaya devam ettiğimiz için içimiz rahat değildi. O kişi arada bir arıyordu bizi, “Eyvah arabayı mı isteyecek yoksa!” diyorduk ama adam bir gün dedi ki “Neyle geçiniyorsunuz? İsterseniz paranızı vereyim. Araba da kalsın sizde.” O süre içinde belki arabayı daha da yıprattık, belki değer kaybetti ama ayrılırken sorgusuz sualsiz aldı arabayı. Allah razı olsun.
-Tam olarak ne zaman ayrıldınız?
Pakistan’da kalabildiğimiz kadar kalmak istiyorduk ama bir taraftan da nereye gidebileceğimizi araştırıyorduk. Bazı ülkelerdeki eğitim kurumlarına ve Amerika’daki ‘charter schooll’ lara CV’ler göndermiştik. Cevap gelmeyince başvurduğumuzu bile unutmuştuk. ‘Bir Afrika ülkesine gidelim, öğretmenliğe devam edelim’ diye düşünüyorduk. İlk müracaattan 1 yıl sonra Mart 2018’de bir mail aldık Amerika’daki bir okuldan. “Bilgisayar öğretmeni ihtiyacımız var, ilgilenir misiniz?” diye sordular. Sonrasında vize başvurularını yaptık. 5 Temmuz’da vize görüşmesine girdik. Pek fazla soru sormadan vize verdiler. Ayrılırken her şeyi öylece bıraktım, artık eşya satma telaşını yaşamak istemedim. 15 Temmuz 2018’de buraya (ABD) geldik.
Kaçmaz Ailesi’nin kaçırılma olayından sonra herkes bir şekilde ayrıldı. Güvenlik sıkıntısı çok fazlaydı. Kaçırılma korkusu vardı hepimizde. Hiç unutmuyorum, bir Ramazan günü eşim öğrencileriyle dışarıya iftara gitmişti. Evde oğlumla yalnızdık. O sıralarda üst katımıza yeni evli bir çift taşınmıştı. Henüz tanışmamıştım. O gün kapı çaldı, tedirgin oldum ama açtım. Komşumuz kapıya yiyecek içecek bir şeyler bırakmış, bir şey demeden hemen uzaklaştı. Normalde sevinirsin, yemeğini bizimle paylaşıyor diye ama o zaman korktum ve o yemekten yemedim. ‘Belki eşimin evde olmadığını biliyor, yemeğin içine bir şeyler mi kattılar’ diye düşündüm. O dönemde iyice psikolojimiz bozulmuştu. Türkiye’de olanlara bakınca en azından ailece bir arada olduğumuz için şükrediyordum. Pakistan’da o son dönemde yaşadığımız zorlukları buraya gelince daha iyi fark ettim. “Biz de bir şeyler yaşamışız meğer!” dedim. Zor bir süreç. Nerede olursak olalım Allah niyetimizi bozdurmasın, halis tutmayı nasip etsin. Buralarda da çocuklarımızı güzel yetiştirmeyi nasip etsin.
-Çocuklarınızda Pakistan kültürünün tesirlerini görüyor musunuz?
Orada büyüyen çocukların üzerinde Pakistan kültürünün, manevi havanın çok tesiri olduğunu düşünüyorum. Çocuklara bakan ‘bacı’lar dahi her zaman “Esselamu aleyküm” diyerek selam verirdi. Çocuklarımız bunları duyarak büyüdü. İlk oğlumuz İhsan orada, 2. oğlumuz Abdullah Taha Amerika’da doğdu. Pakistan’dan bir öğrencim daha hamileyken beni rüyasında görmüş. “Bir oğlunuz olacakmış. Bembeyaz güzel bir bebek, ismi de Abdullah’tı.” diye anlattı. O bunu söylediğinde henüz ben bilmiyordum cinsiyetini. Malum olmuştu öğrencime. Abdullah Taha’nın da Pakistan’dan bir nasibi olmasını istedim ve doğum öncesi Pakistanlı öğrencilerime hatim dağıttım. Hiç olmazsa onların ağzından Pakistan duası alsın niyetiyle.
RESİM PAYLAŞIP ‘HEY GİRİ GÜNLER!’ DİYEN ÖĞRENCİLERİM VAR
-Pakistan’dan yaşadığınız yıllardan neler kaldı sizde?
“Selamün aleyküm” kaldı en başta. Herkesle böyle selamlaşıyorum hâlâ. Mutfağa meyilli bir yapım var. Normalde yaptığım yemekleri bir yerde paylaşmam. Doğru bulmuyorum. Gören gözlerin hakkı vardır. Ama Pakistan’a dair bir şey yaparsam, sütlü çay gibi, Ramazan pakorası gibi, Pakistan geçmişi olan arkadaşlarla fotoğraflarını paylaşıyorum. Onları mutlu etmek istiyorum en azından. Onlar da aynı şekilde paylaşıyor. Böylece aramızda yaşatıyoruz Pakistan günlerini.
Öğrencilerimiz kaldı Pakistan’da, vefa kaldı. “Ne zaman geleceksiniz?” sorusu kaldı ve buna karşı mahcubiyet hissediyorum. Kendime baktığım zaman eski duruluğun, saflığın kalmadığını hissediyorum, acı ama gerçek. Geri dönmek istiyorum ama köprünün altından çok sular aktı. Bir gün dönsem bile aynı öğrenciler, aynı ortam olmayacak. Sosyal medyada okuldan fotoğraflarımızı paylaşıp “Hey gidi günler!” diyen öğrencilerimiz var. Öğretmenler gününde eski fotoğraflarımızı paylaşanlar var. Onore ediyor bunlar beni.
Öğretmenliği seviyorum. Hayalimdeki meslekti. Öğrencilerin ezber yeteneği çok kuvvetliydi. Çok fazla hafız öğrencim vardı. O yetenekle matematiği ezberleyip kolayca yapabiliyorlardı. Zaten genel sınavlarda hep aynı kitaptan aynı sorular sorulurdu. Diğer derslere göre matematikçi olarak daha çok vakit geçirebiliyordum onlarla, çünkü ekstra dersler koymamız gerekiyordu. Rehberliği de seviyorum ama öğrenciler hep aynı yaşta, ben yaşlanıyorum. Yeni nesillere hitap etmek biraz daha zor bizim kuşak için. Bu ülke şartlarında öğretmenlik nasıl yaparım bilmiyorum.
-Pakistan sizi nasıl değiştirdi, neler kattı?
Pakistan benim ilklerimin olduğu yer. Olgunlaşma yerim. İlk öğretmenliğim, evliliğim hep oradaydı. Eğitim hizmetlerine dair de çok şey öğrendim, orada yetiştik. İzmir’den oraya gitmek beni çok rahatlatmıştı. Benim için çok güzel bir nimetti. Herkes tesettüre riayet ediyor, kıyafetine dikkat ediyor. Oradaki ilk bayramım Kurban’dı. Şalvar kamiz almıştık arkadaşlarla. Fakat yıllar içinde o geleneksel kıyafetin de değiştiğini görüyoruz. Kamizlerin kolları kısalıyor, şalvar yerine kızlar tayt giyiyorlar. Yeni modalar ekleniyor. Kültür değişiyor, nesil bozuluyor. Öğrencilerin sosyal medyadaki paylaşımlarından fark ediliyor bunlar.
Pakistan’da iyi ki yaşamışım. Bekar da yaşadım, evli de. Her halini tattım neredeyse. Herhalde öğretmek için farklı şeyler yaşattı Rabbim. Pakistan, benim hayatımda ‘iyi ki’ dediğim şeylerden biri. İyi ki Türkiye’den direk bir Avrupa ülkesine ya da Amerika gibi hayat şartlarının Türkiye’den daha iyi olduğu bir ülkeye gitmemişim. “İnsan, nisyandan gelir” diye okuduk ya, ben de unutabilirim çabucak bir şeyleri. Hep daha fazlasını isteyen, savaş halinde olduğumuz bir nefsimiz var şüphesiz. İşte bu savaşta galip gelmeme en büyük yardımcı silahım “Her şey zıddıyla bilinir” deyip asıl yaşama gayemizi hatırlama sebebim Pakistan oldu. İnsanlığa hizmet gayesinin olduğu her şart ve mekanın mutluluk, huzur sebebi olduğunu anladığım yer Pakistan. İşte bu sebeplerden dolayı olsa gerek Pakistan beni olgunlaştırdı. Adeta bir cam fanus içerisindeki korunaklı hayattan çıktığımda karşılaştığım imtihan dolu yaşama hazırlamış 6 yıl boyunca. Bekarken veya evliyken nasıl hizmet edilir, yurdundan kovulduğunda nasıl hizmet edilir, öğrendiğim bir süreç oldu.
PAKİSTAN’DA DOĞAN OĞLUMUN BİR GÜN ORAYA GİTMESİNİ ÇOK İSTERİM
Ayrıca Pakistan benim için ilklerimi bıraktığım ‘ikinci vatanım’ oldu. Pakistan’ın Bağımsızlık günü olan 14 Ağustos bizim için de özel bir gün artık. En azından sosyal medyadaki kutlamalara mesajlarımla katılıyorum.
-Pakistan’dan Amerika’ya gitmek nasıl hissettirdi size?
Pakistan’dan buraya gelince ‘köyden indim şehire’ gibi bir şey hissettim. Orada istediğimiz her şeyi bulamazdık. Burada markete gidip her istediğini bulabiliyorsun. Orada peynir yoktu mesela ama buradaki marketlerde çok fazla çeşit var. ‘Helal mi, içinde ne var’ diye bakarak alıyoruz. Bir gün baktım evde birkaç çeşit peynir var. Eşime “Biz ne yapıyoruz, imtihan olacağız.” dedim. Hz. Ebu Bekir’in soğuk su içme meselesi gibi. Başka benzer şeyler de oldu sonra “Ben döneceğim Pakistan’a” dedim. Bir gün Pakistan’da doğan ilk oğlumun oraya tekrar gitmesini çok isterim gerçekten. O toprakları görsün yeniden. Kimlik kartında doğum yeri İslamabad yazıyor. Arkadaşlara da tavsiye ediyorum konuşurken. İmkanınız varsa çocuklarınızı gezmek için Müslüman ülkelere götürün. Ezan sesini duysun hiç olmazsa. Buralarda İslam adına soyut kalıyor çoğu şey. Burada Hindistan marketleri var. Bazen baharat vb. almaya gidiyoruz. İlk geldiğimizde oğlum markete girince, “Anne burası kötü kokuyor, gidelim” dedi. ‘Kaplumbağa kabuğunu beğenmemiş’ denir ya. “Sen o kokunun içinde doğdun” dedim. Dünya evi, dünya nimetlerinin içinde ‘dünyalaştığımız’ bir yer. Bekar ve öğrenciyken koşturduğumuz o ihlas ne yazık ki sonradan devam etmiyor.
-İmtihan da bu değil mi zaten? Hayat bir şekilde devam ediyor ve her an tercihlerimizle imtihan oluyoruz.
Ben kalkıp “Pakistan’a geri gidiyorum” desem, arkamdan yeni nesiller gelecek mi? Ya da “Nereye geldik ?“ deyip bana hayatı zindan mı edecek orada? Bilmiyorum. İlk geldiğimizde İhsan kiliseleri görünce “Aa cami!” diyordu. Şimdi camiyi bile unuttu. Zor bir nesille karşı karşıyayız ve hepimizin imtihanı bu. Ben Pakistan’da değil asıl buralarda imtihan olduğumu düşünüyorum. O yokluk vs. önemli değildi. Biliyorduk zaten giderken öyle olacağını. Hani bir menkıbe anlatılır. Âlim bir zata melekler gelip sormuş, “Sizi varlıkla ve yoklukla imtihan edeceğiz, önce hangisini istersiniz?” diye. “Önce varlık olsun” demiş o zat. Biliyor ki, 5 sene sonra bu bitecek ve yokluk dönemi başlayacak, ona göre yaşıyor. 5 sene sonra melekler gelip diyor ki, “Allah sizi yoklukla imtihan etmeyecek çünkü siz zoru başardınız. Çünkü siz o malın Allah’tan geldiğini bilerek kullandınız. Şükrünü eda ettiniz, zekatını verdiniz, yokluğa zaten sabredersiniz. O yüzden sizin varlığınız devam edecek.” Bu ülke bence böyle bir yer. Rabbim unutturmasın, insanlık için hizmet etmeyi nasip etsin.
Pakistan’a eğitim hizmeti için gittik ama buraya şartlar itibarıyla zorluklardan kurtulmak için güvenlik kaygısıyla geldik. Allah biliyor, öyleydi. Peygamber Efendimiz (sas) hicret esnasında geri dönüp Mekke’ye bakarak “Ey Mekke eğer zorla çıkarılmasaydım ben senden ayrılmazdım” diyor ya. Bizim bir beklentimiz yoktu. Amerika’ya gelelim diye bir düşüncemiz yoktu. Pakistan’dan ayrılma gibi bir niyetimiz de yoktu. Oradan ev, araba alalım yerleşelim de demiyorduk. Öğrenciler, veliler, rehberlik, hedefler vb. derken gayet yoğun gidiyordu hayat. Son dönemde elbette bunları yapamadık. Bazı velilerin öğrencilerin bizlerden uzaklaştığını görüyorduk. Kibarca bahaneler buldular. Ama her şeye rağmen görüşmeye devam edenler oldu. Hâlâ görüşüyoruz bazılarıyla.
Son.
***
Üçüncü Bölüm: Matematik Öğretmeni Hacer Bahar Çokarslan (3): Pakistanlı velilerimizle kardeş gibi olmuştuk
No Comment.