Üniversite okumak için gittiği Pakistan’da karşılaştığı zorlukların yanında insan ruhuna dokunan farklı iklimleri de keşfeden Fatih Çapar oradaki yolculuklarını yazdı. İslamabad’da gazetecilik de yapan Çapar, hayata dair gözlemlerini anlattı.
Pakistan’a gitmek benim için bir seçimdi. Seçeneklerin hikâyesi ayrı bir konu olduğu için ona girmeyeceğim. Bu seçeneklerden dolayı Pakistan’da bulunduğum ilk yılım ‘nedenler ve acabalar’la geçti. “Bir insan için hayatının en güzel yılları hangisi?” diye sorulduğunda verilecek cevap ‘orada geçirdiğim 13 yıllık periyod’ olacaktır diye düşünüyorum; yani 21-34. Acabalarla geçirdiğim günlerde hayatın 4 mevsimden ibaret olmadığını, insanın ruhuna dokunan daha farklı iklimler olabileceğini ve bunları Pakistan’da yaşayacağımı tabii ki tahayyül edememiştim.
Makus talihli fakir ülkelerde hayatın her alanda zor olduğu bilinir. “İsçi olmak zor!” denir. Siz gelin onu bir de Pakistanlı isçilere sorun. Kasap olmak, öğretmen olmak, polis olmak… Aklınıza hangi meslek gelirse gelsin Pakistan’da olumsuz manada uçları yaşarsınız.
E tabii öğrenci olmak da zordu. Ulaşım araçlarındaki maceralara geçmeden önce ilk izlenimlerimi anlatayım. 23 Ağustos 2006 gecesi Karaçi’ye 6 öğrenci indik. Bizi karşılamaya belletmenler gelmişti, yani üstlerimiz. 😊 Biz de onlar gibi belletmen olacaktık önce. Öyle bir karşılandık ki Pakistan’a alışana kadar bizi karşılamaya gelen arkadaşımızın sözünü unutamadık. Ne kadar da ibretlik konuşmuştu hazret(!) Bizi “Allah kurtarsın!” diye karşıladı. Akabinde kalacağımız yurda gittik; hazret elindeki son model telefonla bizi kayda aldı, gülümseyerek melül melül bakan suratlarımızı çekti. Nasıl baktıysak artık; duyduk ki, iki ay sonra telefonu kapkaççılara kaptırmış.
Herhalde hep klimalı taksilere bineriz
Havaalanından yurda klimalı taksilerle geçtik, meğer ne büyük nimetmiş. Camdan yolu izlerken otobüsleri gördüm, sonra ülkeye ilk gelenlerin ilgi odağı üç tekerlekli taksiler, yani ‘Raksa’lara anlamsız anlamsız baktım. ‘Herhalde biz bunlara binmeyiz, hep böyle klimalı taksilerle seyahat ederiz’ diye içimden geçirmiştim. İki arkadaş o şehirde kaldı. İki arkadaş Kuetta’ya ben ve diğer arkadaş ise Khairpur’a gidecektik. Kuetta’ya gidecekleri yolcu ettik. Bizim hazret yine formundaydı; “Allah yardımcıları olsun o şehirde patlama eksik olmaz!” gibi bir şeyler dedi arkalarından. Ben de ‘Acaba bizim arkamızdan ne diyecek?’ diye içimden geçirmiştim. “Peki abi Khairpur nasıl bir yer?” diye mırıldandım. “Ooo Khairpur’daki okulumuzun çok güzel bir sahası var.” dedi, başka bir şey demedi. Halbuki ben “Abi orada nefes alabilecek miyiz? Gökyüzü var mı? Orası da dünyadan bir yer mi?” anlamında sormuştum.
Ve Khairpur yolculuğu başladı. Trene bindik, kopartmanda biri yeni, diğeri eskilerden iki Türk aile, ben ve arkadaşım, bir de sayılamayacak kadar valiz vardı. Önceden uyarıldık, tren Khairpur’da sadece iki dakika dururmuş. Onun için “Hazırlıklı olun valizleri kapı önüne taşıyın demişlerdi. Tabii uyuyakaldık. “Hadi uyanın Khairpur’a geldik!” dedi biri. Aman Allah’ım tren hareket halinde ama bize “Hadi inin!” diyorlar. Önce kadınlar ve çocuklar indi, sonra valizleri fırlattık. Valizlerle inenler arasında 50 metre mesafe vardı. Ardından zar zor biz de atlayarak indik. Valizleri topladık, ‘gözümüzün nuru’ raksalara yerleştirdik. O an raksaya bineceğim sandım ama nasip olmadı. Motosikleti ile gelen yurt müdürümüz “Arkaya atla!” dedi. Yurda yerleştik. Çok güzel günler geçirdim orada. Ama ilk izlenimleri anlatacağım sadece bu yazıda.
Bir daha otobüsün güzelim demirlerini bırakmadım
Sonrasında raksalara bindim. Nereden bileyim bir nimet olduğunu. İnsanı ‘rabıta-i mevt’e yükseltiyor. Sollamalar, ani firenler, tümseklerden son sürat geçip kafayı raksanın tavanına vurmalar. Müthiş zevkli!
Sonraki yil Karaçi şehrine geçtim ve üniversiteye yazıldım. Okul, kaldığım yurda baya uzaktı. Üç arkadaştık üniversiteye giden. Maliyetinden dolayı taksi ile gidemeyeceğimiz için otobüsle gitmek zorundaydık. Tam bir travma! 😊 Otobüsleri nasıl anlatsam bilemiyorum. Düşmemek için tutunduğumuz demirler o kadar yağlı ve kirli ki, dokunmak istemiyor insan. Bir keresinde dokunmayayım dedim, parmağımla tutundum. Temiz temiz gidiyorum, şoför bir firene bastı taa ön tarafta kadar koşarak gittim. Bir daha da o güzelim(!) demirleri bırakmadım. Ama otobüste insanlar çok yardımsever gelmişti bana önce, elinde ne olursa olsun oturanlar “Ver ben tutayım” dediği için. Sonra anladım ki, racon buymuş! Elinde bir şey varken tutunamadığın için ani bir frenle yerle yeksan olabilirsin. Benim de bu yüzden oturabildiğim zamanlarda insanların eşyalarını kucağıma almışlığım çoktur. Bir keresinde en arkada oturuyorum, otobüse elinde iki canlı tavukla birisi bindi. Göz göze geldik, bende hemen şimşek çaktı, gözlerimi başka tarafa çevirdim. Adamcağız elindeki tavukları başkasına uzattı ve o da aldı.
Muavinlerin inanılmaz yetenekleri
Otobüse binmek ve inmek de ayrı bir işkenceydi. Otobüs çoğunlukla tam durmuyor, yavaşlıyordu. Önce kapının demirine tutunuyorsun, bir iki adım koşup öyle biniyorsun. Aynı şekilde inerken de öyle. Tabii kadınlar ayrıcalıklı idi; otobüsün ön tarafında sadece onlara ait bölme var. Kadınlar ineceği zaman centilmen şoförümüz lütfedip duruyordu. Bir keresinde otobüse polis bindi önümdeki koltukta oturuyor. Saçına baktım, kına yakmış ve yıkamadan gelmiş. Bir an düşündüm ‘acaba su veya elektrik mi kesildi de saçını yıkamadan’ işe gidiyordu.
Otobüs muavinleri inanılmaz yetenekli çocuklardı. Tıkış tıkış otobüste oradan oraya geçiyor paraları topluyor. Bir bakıyorsun otobüsün tepesine çıkmış oradakilerle hem hasbihal ediyor hem para topluyor, bir bakıyorsun pencereye tırmanmış elini uzatıp ücreti istiyor. Dedim ya, hangi mesleği yaparsan yap Pakistan’da uçları yaşarsın. O günlerde anladım ki, hani Türklerin bir sözü var; “Burası Türkiye, her şey mümkün!” diye, ama aslında “Orası Pakistan!”
Pakistan’ın fiziksel şartları gerçekten insanı zorlayabiliyor ancak halkını tanıdıkça o ülkeye muhabbet duymamak imkansız. Oraları her haliyle özlüyoruz ve tekrar kavuşacağımız günleri bekliyoruz.
No Comment.