PakTürk Okulları’nın sıkıntılı olduğu dönemde 2 çocuğu ve eşiyle birlikte Pakistan’a giden ev hanımı Ayşegül Akyıldız, bilhassa oradaki üniversite öğrencilerine destek olmaya çalışır. Ülkedeki zor zamanlarında maddi manevi her türlü ihtiyaçlarına koşan Ayşegül Hanım, öğrencilerin ‘gurbetteki annesi’ olur adeta. Onun evinde bir araya gelişleri, kâh ağlamalı kâh gülmeli sohbetleri, muhabbetleri ‘anne evi hasretine’ karşı ilaç gibi gelen unutulmaz zamanlardır.
O öğrencilerden biri olan Gamze Çiçek, 19 Mart 2021’de sitemizde yayınlanan yazısında ‘gurbetteki annemiz’ diyerek isim vermeden onu anlatmıştı.
Halen bir Afrika ülkesinde yaşayan Ayşegül Hanım ile ‘acısıyla tatlısıyla’ geçen, ‘elemi gidip lezzeti kalan’ Pakistan günlerini konuştuk.
-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı kısaca anlatır mısınız?
Aslen Gümüşhaneliyiz. Amasya’da anaokulu öğretmenliği okudum. Mezun olduktan sonra eşimle tanıştım. O sırada bir Orta Asya ülkesinde öğretmenlik yapıyordu. Ailem önce yurt dışına göndermek istemedi beni. Kabul etmediler evlenmemi. Daha öğrenciyken yurt dışında yapılan eğitim hizmetlerini duyuyordum. Bilhassa Orta Asya’dan çok bahsedilirdi. Gitmek istiyordum ama ailem razı olmayınca bir kolejde anaokulu öğretmenliği yapmaya başladım. Bir taraftan da yurt dışına gidebilmek için ailemi ikna etmeye çalıştım. Nihayet bir sene sonra razı oldular. 2003 yazında evlenip bir Orta Asya ülkesine gittim.
-Orta Asya’da ne tür çalışmalar yaptınız?
Orada öğretmenlik yapamadım. Bir kız bir erkek iki evladımız dünyaya geldi. Kadınlar arasında farklı faaliyetlerimiz oluyordu. Kermesler yapılıyordu. Haftalık çay sohbetlerimiz vardı. Oradaki yerel dili bilmediğim için Türk arkadaşlar ve Türkçe bilen yerli arkadaşlarla görüşüyorduk. Tanıştığım insanların İslam’a ve iman hakikatlerine çok ciddi ilgileri, merakları vardı.
-Pakistan’a gideceğinizi söylediğinizde aileleriniz bu durumu nasıl karşıladı?
Açıkçası ilk başta aileme söyleyemedim. Karşı çıkmaktan ziyade sıkıntılar olduğu için üzülürlerdi. Eşimin ailesine söyledik. Onlar da çok üzüldü ama, ‘Vardır bir hikmet!’ deyip kabul ettiler. Ailemle telefonda konuşmalarımız, ‘Nasılsınız, çocuklar nasıl vb.’ şeklinde geçiyordu zaten. ‘Her şey yolunda, biz iyiyiz, çocuklar da iyi…’ demek yetiyordu. Başka bir yere gitmekten hiç bahsetmediğimiz için onlar da sormadı. Ama Pakistan’dan Afrika’ya gelince söyledim artık. Üzülseler de bilmelerini istedim. Çünkü artık onlar da farkındaydı sıkıntıların. Türkiye’ye dönemeyeceğimizi biliyorlardı. Gidersek başımıza her şey gelebilirdi. Razı oldular mecburen.
RÜYADA DUVARLARDA KERTENKELE GÖRÜYORDUM
-Pakistan’a gitmeden araştırma yaptınız mı? İlk izlenimleriniz nasıldı?
Pakistan’ı hiç bilmiyordum. Gitmeden önce internetten araştırdım biraz. Çok sıcak bir ülke olduğu, buna bağlı olarak böceklerin, kertenkelelerin evlere girdiği yazıyordu. Bazı konuştuğum arkadaşlar da benzer şeyler söylemişti. Çok üzülmüştüm bunları öğrenince. Çünkü gerçekten böceklere, haşerelere karşı bir korkum vardı. Eşim teselli ediyordu. ‘Orada da arkadaşlar var, onlar nasıl yaşıyorsa biz de öyle yaşarız. Rabbim kolaylaştırır inşallah.’ diyordu. Benim için büyük bir problemdi bu ama insan her şeye alışıyor gerçekten.
Daha gitmeden ‘ben orda nasıl yapacağım’ diye düşünerek kendi sabrımı dağıtmışım. Kendim için hayatı daha da zorlaştırmışım. Rüyalarımda duvarlarda kertenkeleler görüyordum. Ama elhamdülillah gidince öyle olmadığını gördük. Gerçekten eve giriyorlardı ve benim bildiklerime göre daha büyüktüler. ‘Evimizde küçük bir timsah var’ diye düşünüyordum. Bu anlamda biraz zorlandım, ilk birkaç ay yordu beni bunlar. Eşim ve çocuklar okula gidiyordu ve ben bir odanın içinde duruyordum akşama kadar. Ev işlerini yapamıyordum. Çünkü evler aşırı büyüktü. Bir odadan mesela mutfağa geçmek için mesafe vardı ve ben o arada kertenkele çıkar karşıma diye çok korkuyordum. İlk bir ay böyle geçti, sonra alıştım.
Pakistan’ın Müslüman bir ülke olması çok güzeldi. Çocukların günde 5 vakit ezan sesi duymaları beni çok mutlu etmişti. Çünkü 10 yıldan fazladır bunu hiç duymamışlardı. Kadınların daha tesettürlü giymesi de çok güzeldi. Önceden kızımın İslâm’a uygun giyinmesinin çok kolay olmayacağını düşünüyordum ama Pakistan’a gidince bir yıl içinde buna karar verdi. Çünkü bütün arkadaşları da örtülüydü. Yerel bir kıyafetleri var. Kızım çok etkilendi. Oğlum küçüktü ama babasıyla namaza giderdi evin yakınındaki bir camiye. Oranın kıyafetini diktirmiştik ona da. Rabbimin lütfuydu bizim Pakistan’a gidişimiz. Namaza başladı çocuklar. Müslüman bir toplumda görerek öğrendiler bir çok şeyi.
YAŞARKEN ZOR GELSE DE SONRA ACI-TATLI ANI OLUYORLAR
-Pakistan’a gittiğinizde hizmet hareketi açısından nasıl bir ortam vardı?
Sıkıntılar giderek artıyordu. Öğretmen arkadaşlarımız vizelerinin uzatılmasını bekliyorlardı. Kendimizi o sıkıntıların ortasında bulduk. ‘Merak etmeyin, bir şey olmaz. Hem biz sizi koruruz’ dedikleri söylenen devlet makamları bir anda değişti ve sonunda ‘3 gün içerisinde ülkeyi terk edin’ dediler. Fakat biz Pakistan’a orada uzun süre kalmak niyetiyle gitmiştik.
-O sıkıntılı süreçte neler yaptınız?
Türkiye’den Pakistan’a okumaya gelmiş üniversite öğrencisi kızlarımız vardı. Türk öğretmenler ve aileleri ülkeden ayrılmak zorunda kalınca kız öğrencilere ben destek olmaya başladım. Manevi olarak bir şey yapamasam da yanlarında olmaya çalıştım acısıyla tatlısıyla. Cumartesi günleri bana geliyorlardı. Beraber kahvaltı hazırlıyorduk. Beraber zaman geçiriyor, vaktimizi değerlendirmeye çalışıyorduk. Onlar için çok zor bir süreçti. Tanıdıkları bütün aileler ülkeden ayrılmaya hazırlanıyordu. Ben bile zorlanırken onlar için çok daha acıydı bu süreç. Ailelerinden uzakta bir belirsizliğin içindeydiler. Aslında herkes için zor zamanlardı. Yaşarken zor olsa da geçince acısıyla tatlısıyla anı olarak kalıyor.
-Siz pek bir şey yapamadığınızı söyleseniz de o öğrenciler sizi hiç unutmamış. Size ‘gurbetteki annemiz’ diyorlar.
Öğrencilerin maddi manevi her türlü ihtiyaçlarında destek olmaya çalışıyorduk. Daha çok aile özlemlerini gidermeye çalışıyorlardı bizde. Hatta ben onlara ‘Sabah erken gelin kahvaltıyı beraber hazırlayalım’ diyordum. Vakit geçirmek istiyorlardı çünkü kendi evleri gibi. Bilhassa oradaki son yılımızda hepimiz için maddi sıkıntılar da baş göstermişti. Bizi de kızları da etkiledi bu durum ama ben onlara bunu hissettirmemeye çalışıyordum. Onlar geldiğinde elimizde ne varsa mükellef bir sofra kurmaya gayret ediyordum. Hafta içi de çağırıyordum bazen fakat onların da kendi okulları ve vazifeleri vardı. Yurtta belletmenlik yapıyorlardı. Her zaman da bırakamıyorlardı kaldıkları yurdu.
OKULLARA BAŞKA BAYRAKLARIN ASILDIĞINA ŞAHİT OLDUK
Ben onlar için pek bir şey yapamadığımı düşünüyorum ama onların penceresinden bakınca çok tesiri olmuş demek ki. Şimdi düşününce ‘Keşke daha çok görüşseymişim, keşke her gün çağırabilseymişim’ diyorum. Bu kadar derin iz bıraktığımı düşünmüyordum. Oradaki kızlardan birisi de evlendi ve eşiyle birlikte çalışıyor. Hep anlatıyor, ‘Abla ne kadar güzel günlerdi’ diyor. Bilmiyorum, onların ihtiyacına binaen Rabbim bizlere nasip etmiş demek ki.
-O sıkıntılı dönemde neler yaşadınız?
Pakistan’da okullarımızın el değiştirdiğine, önüne başka bayrakların asıldığına şahit olduk. Türkiye’de yaşayanlar Türkiye’dekini biliyor, ben de Pakistan’da şahit olduğum için bana da en büyük acı o geliyor. Okulların devredilmesi, bizim hiçbir şekilde oralara giremeyişimiz çok üzücüydü. Afrika’ya gelince bizi havaalanından direk Türk okulunun bahçesindeki misafirhaneye getirdiler. Ben ağlamaya başladım. Hâlâ okulların açık olması, bizim içine girebiliyor olmamız o kadar büyük bir lütuf ki, anlatamam. Aklıma asırlar önce Necaşi’nin ilk Müslüman muhacirlere sahip çıkışı geldi. Orada ağladım.
Bir gece, ailemize değer veren bir arkadaşımız ‘ihtiyaten de olsa evinizi bir süreliğine terk etseniz’ diyerek ısrarlı bir tavsiyede bulundu. İnsan nereye gideceğini, ne yapacağını bilemiyor. Yanımıza evden bir çanta eşya bile almadık. Pasaportlarımızı alıp çıktık. Çocuklarla geçenlerde konuşuyoruz o geceyi. Alışveriş merkezine gideceğimizi, sabaha kadar gezeceğimizi vb. düşünmüşler. Evden çıktık ama dışarda da güvende değildik. Adım başı polis var zaten. Gecenin bir yarısı dışardasınız, sorabilir, tutabilir. O anda zordu o durumda olmak ama şimdi bakınca ‘acısıyla tatlısıyla iyi ki de yaşamışız’ diyorum. Belki ahirette bunlar çıkacak karşımıza, bilemiyoruz. O an kız öğrenciler geldi aklıma. ‘Biz gidiyoruz ama onlar ne haldeler ne yapacaklar’ diye düşünüyordum.
HEP BİRLİKTE OTURDUK, AĞLADIK, AĞLADIK…
En son 4 aile kalmıştık. 2 aile daha çıkmak zorunda kaldı. Kızlar çok üzülüyor, çok ağlıyorlardı. Ben onları ‘Üzülmeyin, biz buradayız, biz kalacağız’ diye teselli etmiştim. Fakat bunu söyledikten 15 gün sonra bizim de ayrılmamız gerekti. Çünkü bizim de vizemiz bitmişti. Yenilemediler. Ayrılacağımızı söylemek için kızlara giderken, en büyük acı bu geldi bana. Çok şey yaşadık ama en ağırı bunu söylemekti. Yurda kızların yanına giderken, elim ayağım titriyordu, ayaklarım gitmiyordu. Çünkü onlar biz ordayız diye heyecanlıydı. Belki onlar için bir ümitti bizim kalışımız. Zaten görür görmez halimden anlamışlardı. ‘Abla sakın gideceğinizi söyleme!’ dediler. Gerçekten çok acı bir geceydi. Hep birlikte oturduk ağladık, ağladık…
Onlar da artık yapacak bir şey olmadığını biliyorlardı. Allah’a şükürler olsun ki, üniversiteyi bitirdiler. Kimisi ailesinin yanına döndü. Bir çoğu da farklı ülkelerde öğretmenliğe başladılar.
-Pakistan halkının olaylara karşı tavrı nasıldı?
Pakistanlı dostlarımız o sıkıntılı süreçte çok yardımcı oldu bize. Eşyaların satışı için uğraştılar. Maddi manevi destek oldular. Evlerimizi terk ettiğimiz o gece bir tanıdığımız hiç korkmadan ‘Gelin bizde kalın istediğiniz kadar’ dedi. Oraya gittiğimizde sadece karşılıklı ağlaştık. Ne onlar bizim dilimizi biliyor ne biz onlarınkini. İlk 1 saat öyle geçti. Evin kızı, PakTürk öğrencisi, anlatmış ailesine okulların durumunu, yaşadığımız sıkıntıları. Önce ağlaştık, sonra öğrencinin tercümesiyle konuştuk, dertleştik. 3 gün sonra artık eve dönmeye karar verdiğimizde ‘Gitmeyin, dışarısı sizin için tehlikeli’ dediler. Allah bin kere razı olsun o aileden. Sadece onlar değil, Pakistan halkının geneli böyleydi. Siz yolda giderken trafikte bir hata yapsanız, polis Türk olduğunuzu görünce bir şey demez, geçirir. Sadece bizi değil bütün Türkleri çok seviyorlardı. Halk bize gerçekten çok sahip çıkmaya çalıştı. Ellerinden geleni yaptılar. Emir ‘büyük yerden’ gelince çabalar yeterli olmadı.
-Geride kalan son ailelerdendiniz. Ülkeden ayrılma sürecinde neler yaşadınız?
Arkadaşları gönderirken sağ salim gittiklerinden emin olmak için, bir şey olursa onları koruma amacıyla havaalanında uçak kalkana kadar beklerdik. Ama zaten bir şey olsa, 2-3 kişi nasıl koruyabilir ki? Polis bir girişimde bulunsa bir şey yapamazsın; ama elden gelen tek şey olduğu için, en azından bunu yapalım diyorduk. Onlarca aileyi yolcu ettik, 4 aile kaldık. Herkesin gidişiyle de üzülüyorduk. Kolay bir şey değil. Neredeyse her hafta havaalanındaydık. Yine Rabbim sekine verdi, güç kuvvet verdi. Her seferinde ağlasak da ‘Biz burada kalacağız’ diyorduk.
DÜNYA KORONA’YI KONUŞUYOR AMA AFRİKA’DA BİR DE MALERİA VAR
Oğlum o zaman 9 yaşındaydı. Hiç arkadaşı kalmamıştı. Komşumuzun 2.5 yaşında oğlu vardı. En son onları götürdük havaalanına. Oğlum öyle ağlıyordu ki, onun ağlamasına ağladık biz orada. ‘Ahmet neden ağlıyorsun o küçüktü senin arkadaşın değildi’ dedim. ‘Anne ben onu kardeşim yerine koymuştum, bundan sonra kiminle oynayacağım?’ diyordu ağlarken. Ahmet’in oynaması için sadece 2.5 yaşında bir çocuk kalmıştı. O zaman da çok üzülmüştük. Zaten çok sürmedi. O günden 2 hafta sonra biz de Pakistan’dan ayrıldık.
Rabbim kimseyi darda bırakmıyor. İmtihan olsa bile, çekilen sıkıntılar boşa değil, biliyoruz. Sıkıntılar bitse, okullarımız geri verilse biz Pakistan’a yine döneriz.
-Pakistan’a dair hep gitme hikayeleriniz var. Oradaki hayata dair izlenimleriniz neler?
Yerli öğretmen arkadaşlar davet ediyordu evlerine. Yemekleri aşırı baharatlı olmasına rağmen yiyordum. Eşim de ben de Orta Asya’da farklı kültürlerle birlikte yaşamaya alışmıştık. Pakistan’da da o acı, baharatlı yemekleri yedik. Kültürlerini yadırgamayışımız onları mutlu ediyordu. Kaldığımız evdeki aile sütlü çay içiyordu sürekli. Bize de ikram ediyordu, içiyorduk. Rabbim kolaylaştırdı demek ki. Kahvaltıda parata denilen yağlı bir ekmek yaparlardı. Çok yağlı geliyordu ama yapacak bir şey yok, sütlü çayla birlikte parata konuyor kahvaltıda önümüze. Yedik elhamdülillah. O insanların sıcak yüzünün sevecenliğini hissediyorsunuz.
-Afrika’da nasıl bir hayatınız var?
Afrika da öyle kolay bir coğrafya değil. Şu anda dünyada herkes korona virüsünü konuşuyor ama burada daha yaygın daha tehlikeli olan ‘malaria (sıtma)’ hastalığı var. Ben her ikisini de geçirdim. Malaria’dan öleceğimi zannetmiştim. Bunları bilerek geliyor arkadaşlar buraya. İyi ki biz de gelmişiz, hiç de pişman değiliz burada olmaktan.
***
Gamze Çiçek’in isim vermeden Ayşegül Akyıldız’ı anlattığı yazısı: Gurbette dertlerimizi unutturan annemiz…
No Comment.