Biyoloji öğretmeni Züleyha Özşahin (2): ‘Tekrar Pakistan’a gidebilirsiniz’ deseler koşa koşa giderim

25 yılın muhafazası için 5 dakikanızı ayırın!
Temmuz 15, 2021
Bayramınız mübarek olsun…
Temmuz 20, 2021

Biyoloji öğretmeni Züleyha Özşahin (2): ‘Tekrar Pakistan’a gidebilirsiniz’ deseler koşa koşa giderim

Züleyha Özşahin ve eşi Zekeriya Bey, öğrencileri ile birlikte.

4,5 yıl PakTürk Okulları’nda çalışan Biyoloji öğretmeni Züleyha Özşahin ile yaptığımız röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz. Özşahin bu bölümde, Pakistan’ın kendi dünyasına neler kattığını ve ayrılma sürecinde yaşadıklarını anlattı.

-Sizin gözünüzde Pakistan nasıl bir ülke? İnsanlarını, kültürünü, yemeklerini vb. sizi etkileyen taraflarıyla anlatır mısınız?

Pakistanlılar fıtratı çok güzel insanlar. Bize, yani bütün Türklere ayrı bir sevgileri var. Hem de fıtratları güzelliklere çok açık. Pakistan insanını çok seviyorum. Burada Hindistanlı, Pakistanlı birini gördüğüm zaman çok mutlu oluyorum. Çok mütevazı insanlar. Zaten Müslüman bir halk. Biz İslam’a dair bir şey anlattığımızda kendileri bizden daha iyi bilseler bile asla bunu belli etmezler; ilk defa duyuyormuş gibi ilgiyle dinlerler. Ezan okununca sokakta koşa koşa camiye giden insanlar görüyordum. Kadınlar da hep geleneksel kıyafet içinde. ‘Ben bu insanlara ne anlatacağım, bunlar zaten her şeyi biliyorlar’ diyordum. Fakat onların da toplumsal olarak derinlerde yatan sorunları vardı. Zamanla, orada yaşadıkça bunları fark ediyorsunuz.

İlk başta oranın ekmeğine, yemeklerine alışamadık. Bir sene evde ekmek pişirdim. Ama zamanla hepsine alıştık. Artık kendim de yapıyorum. Sabah kahvaltısında nehari yemeye giderdik mesela. Golkappa diye bir şey var, çocuklar çok sever. Gerçekten çok lezzetli, çok güzel yemekleri var ama damak tadınızın alışması vakit alıyor. Sonra da hastası oluyorsunuz. Çocuklar chicken creamhandi yapmamı istiyorlar. Yanına da nan ya da roti yapıyorum, lavaş gibi bir şey. Pakistan akşamı yapıyoruz. Şaşırdığım şeylerden biri de çayı sütlü içmeleriydi. İlk gittiğimde İngilizce kursunda bir gün öğretmen çay hazırladı hepimize. Sonra o güzelim çaya süt kattı, inanamadım. İlk defa çaya süt katıldığını görüyordum. Sütü zaten sevmiyorum. Bir de çaya katılınca hiç hoşuma gitmedi ama hayır da diyemedim. O ilk çayı kendimi zorlayarak içtim. Sonrasında sütsüz istedim çayımı. Sonra onlar da bana alıştı, çayıma süt koymadılar.

-Genel olarak hayat şartlarınız nasıldı? Zorlayıcı veya iyi hissettiren neler yaşadınız?

Orada hayatı zorlaştıran en önemli şey sık sık elektriklerin kesilmesiydi. Çünkü fan çalışmayınca o sıcak havada yaşamak çok zor. Fan çalışmadığı zamanlar serinlemek için ıslak çarşaflara sarınıp yatıyorduk. Fakat ben sıcaktan ziyade soğuktan daha çok sıkıntı çektim. İlk yıl eve yeni geçtiğimiz zamanlar soğuklar da başlıyordu artık. Tam o sırada gaz kesildi. Ne yemek pişirebildik, ne ısınabildik. Gazlı sobalarla ısınılıyor evlerde. Sıcaktan rahatsız olmam normalde. Orada da sıcaktan hiç şikayet etmedim. Ama soğukta kalmak çok zordu. Yerli arkadaşlara sordum nasıl ısınıyorsunuz diye. Fanı kapatınca ısınıyoruz, sobaya gerek kalmıyor dediler. Kasım ayından itibaren çok soğuk oluyordu. Ben hayatta oradaki kadar üşüdüğümü hatırlamıyorum.

GAZ TÜPÜ YERİNE ELMAS YÜZÜK GETİRSE O KADAR SEVİNMEZDİM

Birkaç gün gaz gelmeyince epey sıkıntı çektik. Fırında yiyecek bir şeyler hazırladım. Çocukları ısıtmak için battaniyelere sardım. O günü hiç unutmuyorum, çok sıkıntı çektim, çok üzüldüm. Çocuklar üşüyor, ağlıyorlar; ‘nerden geldik buraya’ diyorlar bir taraftan. Eşim akşam üzeri geldi. Okuldan dönerken küçük bir tüp ve kafalık almış ona takılacak. O tüpü açınca gazlı soba gibi oluyor, etrafı ısıtıyor. Eşim o an bana elmas yüzük verseydi bu kadar sevinmezdim.  O çaresizliğin içinde eşimin böyle bir çözüm bulması dünyalara değerdi. Gerçekten çok mutlu olmuştum.

Türk arkadaşlarla 4 aile 2 villada altlı üstlü oturuyorduk. Bir arkadaşın evinde çok az gaz vardı ve o çorba yapmıştı. ‘Herkes gelsin, çorba yaptım’ dedi. Öyle çok sevindik ki. Çünkü gaz olmadığı için biz evlerimizde yapamamıştık. Sonrasında küçük tüpler aldık. Birinde yemek yapıyor, biriyle ısınıyorduk. Ama alışma döneminde nerede ne bulacağımızı veya sorunları nasıl çözeceğimizi bilmiyorduk. Çok şükür imtihanlar hep geçiyor bir şekilde. Elemi gidiyor lezzeti kalıyor.

-Pakistan’dan sizde neler kaldı? Orada neler öğrendiniz?

Türkiye’de yıllarca dershanedeydim. Hayatım rutinleşmişti. Yılın hangi zamanı ne yapacağımız hep belliydi. Artık heyecan yoktu hizmet hayatımda. İnsan tazelenmek, farklı bir yerde farklı işler yapmak istiyor. Pakistan’ın bana verdiği ilk şey heyecandı. Pakistan insanını, öğrencilerimi tanıdığıma milyonlarca kez şükretsem azdır. Çünkü çok güzel şeyler öğrendim. Pakistan halkının o temiz kalbini öğrendim. Pakistan kültürünü, insanını tanımak hayatımdaki en güzel şeylerden biri. Şükürler olsun. Öğrencilerimi hâlâ çok seviyorum, çok özlüyorum. Onlarla konuştuğum zaman çok mutlu oluyorum. Anneleri gibi her şeylerini benimle paylaşıyorlar. Onlarla bu sıcaklığı yaşayabildiğim için şükrediyorum.

Ayrıca orada İngilizce öğrenmiş oldum. Hizmetimin devamlılığını sağlayan bir şey bu. Araba kullanmayı öğrendim. Bunlar benim şahsi kazanımlarım ama asıl önemlisi hizmetin hiçbir zaman bitmeyeceğini, her şartta her durumda en zor zamanlarda bile insanın hizmet edebileceğini öğrendim. Burada da mesela korona çıktığında, ‘artık bir şey yapamayız’ diye bakılırken ‘yapabiliriz’ diyorum. İnsan istedikten sonra hizmet edebilecek bir nokta mutlaka buluyor.

‘Tekrar Pakistan’a gidebilirsiniz’ deseler, koşa koşa giderim. Cennet gibi bir hayat yaşıyorsunuz. Hizmet çok güzel, yaptığınız işten lezzet alıyorsunuz. Şimdi Afrika’da bulunduğumuz yerde öğretmenlik yapmıyorum. Öğretmen arkadaşlarla beraber programlar yapıyoruz. Öğretmenliği özlüyorum.

VELİLER ARAYIP, ‘GİDİYORMUŞSUNUZ ÖYLE Mİ?’ DİYORDU

-Pakistan’dan ne zaman, nasıl ayrıldınız? O sıkıntılı süreçte neler yaşadınız?

2017’de dönem sonuna 2 hafta kala, gelecek yaz tatili hakkında toplantı yapıyorduk. Pakistan öğrencileri çok güzeldi, çoğu, programlara katılmak isterlerdi. Ciddi yer sıkıntısı yaşardık bu yüzden. Okulun yurdunda kimin öğrencisi önce gelip program yapacak diye öğretmen arkadaşlarla hararetli bir şekilde tartışıyorduk. Ne tür aktiviteler yapacağımızı konuşuyorduk. Biz böyle bir toplantı ortamında iken bir arkadaşın velisi aradı, “Siz gidiyormuşsunuz, 3 gün içinde çıkıyormuşsunuz, öyle mi?” diye sordu. “Hayır!” dedi, arkadaş. “Biz çocuklarınız için program hazırlıyoruz, ne gitmesi?” Sonra benim velim aradı, aynı şeyi tv’den duyduğunu söyledi. Dedim ki “Yalan haberdir, biz program yapıyoruz. Dersler bittiği zaman çocukları rahatlatmak için aktiviteler yapacağız, gezdireceğiz onları, biz yere gitmiyoruz, buradayız.”

Meğer böyle bir karar gerçekten alınmış, bizim haberimiz yokmuş. Karar okula ulaşınca herkesin morali bir anda bozuldu. Çok çok üzgün herkes. Pakistan’ın havası çok güzeldir, aydınlıktır ama bizim etrafımız bir anda karardı sanki. Böyle hissetmiştim. Eşimle eve döndük ama allak bullak olmuşuz, yemek yiyemiyoruz. Duygularımız o kadar karışık ki, o kadar üzgünüz ki.

Ertesi sabah okula gittik. Arabadan inerken eşim kesinlikle tembih etti, ‘asla ağlamayacaksın, dik duracaksın’ diye. ‘Tamam’ dedim, söz verdim ağlamayacağım diye. Okulun kapısından girdiğimde öğrencilerim sırayı bırakıp bana doğru koşmaya başladılar. Onları görünce kendimi tutamadım, ağlamaya başladım. Yanıma geldiler, sarılıyorlar, ağlıyorlar. Etrafımı göremiyordum öğrencilerden. “Öğretmenim gitmeyin, bırakmayın bizi!” diyorlar bir taraftan. Ben tabi orada koptum, tutamıyorum kendimi, ağlıyorum. Diğer arkadaşlar da aynı şekilde. Bütün öğrenciler öğretmenlerinin yanına gitmişler, küme küme toplanmışlar, ağlıyorlar. Yerli öğretmen arkadaşlar bizi böyle görünce öğrencileri içeri gönderdi. Fakat bu sefer de onlarla beraber sarılıyoruz, ağlıyoruz, yukarı çıkamıyoruz. Ders başlama vakti geldi. Sarılıp ağlaşarak öğretmenler odasına girdik. Orda da ağladık biraz. Ama sonra elimizi yüzümüzü yıkayıp sınıflara geçmek istedik ama koridor dolu. Kimse ders yapmak istemiyor. Öğrenciler ağlıyorlar, sarılıyorlar. Nihayetinde sınıflara geçtik, gözyaşlarımı sildim, ‘derse başlıyoruz’ dedim. Çocuklar “Hocam ne dersi, siz gidiyorsunuz!” dediler. “Hayır bu ders bitecek biz ondan sonra gideceğiz. 1,5 hafta sonra sizin sınavlarınız başlayacak.” dedim başladım dersi anlatmaya. Ama onlar ağlıyor, ben anlatırken ağlıyorum.

BİR ÖĞRENCİM KULAĞIMA, ‘SİZİ BİZİM KÖYDE SAKLAYALIM’ DEDİ

Sonra bir öğrenci yanıma geldi, kulağıma eğildi ve şunları fısıldadı: “Annemle babam selam söylediler, bizim köyümüz çok uzak. Oraya polis gelmiyor. Biz sizi orada ailece saklayabiliriz, annemler dedi ki; hiç gitmesinler ülkeyi terk etmesinler, biz onları saklarız, hiç korkmasınlar, endişe etmesinler.” Ben koptum orada. Dersi bıraktım. Sonra yine toparlandım, dersi anlatmaya başladım. Bu sefer başka bir öğrenci geldi, kulağıma eğildi, dedi ki: “Öğretmenim ailemin size selamı var, gitmesinler onları biz saklarız, biz onları göndermek istemiyoruz.” dedi. Daha fazla dayanamadım oturdum, ben ağlıyorum, onlar ağlıyor.

O gün hiçbir arkadaş ders işleyemedi. Dersten çıktık yine ağlıyoruz. Gerçekten çok acıydı. Çünkü ben çok seviyorum Pakistan’ı. Herkes çok seviyordu. Öğrencilerimizden, öğretmen arkadaşlardan hiç ayrılmak istemedim. Hepsini çok seviyorum. Çocuklar daha fazla etkilenmesin, sınavlarına çalışabilsinler diye bir daha okula gitmedik. 3 gün içinde eşyalarımızı satmamız lazımdı. O arada mahkemeden karar çıktı. 3 günlük süre 10 güne uzatıldı.

-Pakistan halkının olanlara karşı yaklaşımı nasıldı?

Haberi aldığımızın 2. günü sabah arkadaşlarla bir araya geldik, birbirimize destek olmaya çalışıyoruz. O sırada bir öğrencimin ailesi beni aradı. Haberleri duyunca 2,5 saat uzaktan kalkıp gelmişler. Okula gittim, kadın bana sarıldı. “Hocam bizi affedin. Pakistan’a hiç yakışmadı. Biz misafirlerimizi böyle kovmamalıydık. Bizi affedin, Allah da bizi affetsin!” diyerek ağlıyor. Ben de ona “Sizin bir şeyiniz yok, biz biliyoruz. Biz sizden razıyız, Allah da razı olsun.” dedim. Sonra kadın bir anda parmağından yüzüğünü çıkardı, elimi tuttu. “Hocam bunu kabul edin. Çok ağırıma gidiyor bu olanlar. Elimden de bir şey gelmiyor, almazsanız hakkımı helal etmem.” dedi. Parmağıma altın yüzüğünü taktı. “Biz buraya bunun için gelmedik n’olur alın.” dedim, geri vermeye çalıştım. “Kabul etmezseniz çok üzülürüm, kırılırım.” dedi, çok ısrar etti, çıkartamadım o yüzüğü. Öylece vedalaştık, helalleştik. Öğrencilerimiz de program yapmışlar bizim için. Ağlayarak vedalaştık hepsiyle. Ondan sonra okuldan ayrıldık. Daha sonra zaten okula girmemiz yasaklandı.

Eşyalarımızı satmaya çalışıyorduk. Yerli öğretmenlerimiz gelip “Eşyalarınızı satın almak istiyoruz.” dediler. Onların da durumları belli, maaşları belli. Allah ebeden razı olsun. Tabaklara varana kadar her şeyimizi sattık. O günlerde yine tanımadığım bir kadın geldi eve. Eşyalarımı neden sattığımı sordu. Ben de Türkiye’de olanlardan başlayıp başımıza gelenleri anlattım. Bunun üzerine “Haberlerden sizlere yapılanları duyduk, çok üzüldük, gitmenizi istemiyoruz. Ailece oturduk karar verdik ve sizi bulduk.” dedi. Elime birden bir zarf tutuşturdu. Evden çıkmaya başladı. Ben ne olduğunu anlamadım. Şaşkın bir halde zarfı açtım, dolarla dolu. Eşime seslendim, koştu peşlerinden. Arabalarını durdurdu. “Bu zarfı alın biz bunu kabul edemeyiz, buraya bunun için gelmedik. Allah hayrınızı, niyetinizi kabul etsin ama bunu kabul edemeyiz.” dedi. Kadının eşi vardı arabada almak istemedi, eşim ısrarla iade etmek istedi, onlar kabul etmediler derken eşim zarfı arabanın içine bırakabildi. Öylece gittiler, geri de dönmediler bir daha.

Verilen sürenin son gününde Birleşmiş Milletler’in 1 senelik koruma kararı geldi ve bize bir sene daha orada kalabilme yolu açıldı ama her şeyimizi dağıtmışız, bomboş evlerimiz. Gitmediğimizi duyan öğretmen arkadaşlar bizden aldıkları eşyaları geri getirdiler. “Hocam sen bunları kullan, ne zaman gidersen bana geri verirsin.” dediler.

EŞİME BEŞ SAAT BOYUNCA İŞKENCE ETMİŞLER

-İşsiz kaldınız bir anda. Maddi sıkıntılarla nasıl başa çıktınız?

Sattığımız eşyalardan elimize geçen parayı iktisatlı kullanarak idare etmeye çalıştık. O günlerde bir velim geldi, “Bana Türkçe öğretmeni istiyorum.” dedi. Aslında Türkçe öğrenmeye ihtiyacı yok ama bizim doğrudan para yardımı kabul etmediğimizi bildiği için benden ders alıp aylık ödeme yaparak destek olmaya çalışıyordu. O dönemde destek anlamında öyle şeyler oldu ki; evini açıp ‘istediğiniz kadar kira vermeden oturabilirsiniz’ diyenler, kirayı yarıya indirenler, arabasını verenler..

Hemen ayrılmayacağımız belli olunca temel ihtiyaç olan eşyaları 2. el de olsa aldık yine. Kimini de alanlar geri getirdi.

-Bütün sıkıntılara rağmen orada kaldınız ama nihayetinde ayrılma kararını nasıl verdiniz?

Bir sabah namaza kalkınca öğrendik ki Mesut Kaçmaz ve ailesi kaçırılmış. Bu olayların artmasından endişe ediyorduk. Fizikî takip altında olduğumuzu da anlıyorduk. Sokağın başında sonunda durup sürekli bizi izleyenler vardı. Korkuyorduk elbette, ne olacağımız, bize ne zarar verecekleri belli değil. Bir gün öğlen vakti, aynı mahallede oturan arkadaşım aradı. “3 arabayla 6 kişi geldiler. Başımızdalar, eşimi zorluyorlar. Sorguluyorlar, Zekeriya abi gelebilir mi?” dedi. Eşim gitti ama meğer onlar da zaten eşimi arıyorlarmış.

Arkadaş çocuklarını bize gönderdi. Çocuklar küçük değil her şeyi anlıyorlar, ağlıyorlar. Ben onları teselli ettim. O sırada benim oğlum gidip arabaların plakalarını kameraya çekmiş. Eşime “Zaten seni arıyorduk!” dediler. Ellerini arkadan kelepçelediler, gözlerini bağladılar, başına çuval geçirdiler. Ben evin dışındaydım. Gördüm eşimi o halde. Elimde tesbih vardı. Koca silahları olan adamlara doğru tutup “Siz göreceksiniz gününüzü!” diyorum, şoka girmişim. İçimden de “Allah’ım sana havale ediyorum” diyorum. Eşimi götürdükleri yerde tam 5 saat işkence etmişler.

Büyük oğlum evin içinde kendini kaybetti. “Babamı götürdüler, bir daha gelmeyecek, babasız kaldık!” diye her şeyi kırdı, kendine zarar vermeye başladı, deli divane oldu. Sonra bir abi gelip aldı, onlarla ilgilendi. Ben evden cenaze çıkmış gibi, ne yapalım bilmiyoruz. Sonra BM’den avukat istedik, beraber emniyet müdürlüğüne gittik. Ben orada oğlumun kaydettiği plakaları yazıp verdim, çok şaşırdılar. Konuştuğumuz kişi bizi bekletti, başkalarıyla görüştü. Sonra dedi ki “Eşinizi geri getireceklermiş. Bunun üzerine biz eve döndük, daha içeri girmeden eşim de bir arabadan indi. Ayakta duracak halde değildi, yürüyemiyordu. Her yeri ağrıyordu. Vücudu, başı o kadar çok darbe almış ki, her yeri ağrıyordu. Ancak ilaçlarla durabildi. Sonra hastaneye gitti, darp raporu aldı. Mahkemeye verdi iç işleri bakanlığını. BM’ye gitti, başından geçenleri anlattı. Bütün yaşadıklarımıza rağmen Pakistan’ı bırakmak istemiyorduk. Ama 2017 Aralık’ta çıkmak zorunda kaldık.

Pakistan’ı unutamıyorum. Öğrencilerimiz pırıl pırıldı. Halk olarak da çok güzel insanlar. Çok destek oldular bize. “Siz Pakistan halkı olarak bir sınavdan geçtiniz. Siz kazandınız ama başınızdakiler kaybetti.” dedim onlara. Ben razıyım, Rabbim de Pakistan halkından razı olsun. Onlara işkence göstermesin, güzellik nasip etsin her zaman inşallah. Öğrencilerimiz bize “Niye buraya geldiniz? Sizin kendi ülkenizde de okullar var, orada da çalışabilirsiniz.” dediğinde cevaben Allame Muhammed İkbal’in 1. Dünya Savaşı’nda ülkemize verdiği destek, yardım toplaması, herkesin elinde kolunda ne varsa bir araya getirip bize göndermesi karşılığında bir vefa duygusu ile geldiğimizi anlatıyorduk. “Muhammed İkbal’in torunlarına vefamızı göstermek için geldik.” diyorduk. Bence bu süreç bittikten sonra asıl vefayı göstermek gerekiyor. Gerçekten Pakistan halkı bunu hak etti. Bu olaylar biter bitmez, Pakistan’a dönebilmemiz mümkün olduğunda gerçek vefayı göstermek, oraya gidip tekrardan hizmetlere başlamak lazım.

Son

***

Birinci Bölüm: Biyoloji öğretmeni Züleyha Özşahin (1): Pakistan kültürünü, insanını tanımak hayatımdaki en güzel şeylerden biri

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.