İngilizce öğretmeni Fatma Öksüzer (1): Türkçe Olimpiyatları’nda izlediğim o çocuklara öğretmen olmak istedim

Hayatın Üç Günü (Şiir)
Ağustos 5, 2021
‘Dünya güzeli’ İslamabad 61 yaşında
Ağustos 7, 2021

İngilizce öğretmeni Fatma Öksüzer (1): Türkçe Olimpiyatları’nda izlediğim o çocuklara öğretmen olmak istedim

Fatma Öksüzer (ortada) öğrencileri ile...

Üniversiteden yeni mezun olmuş, idealist bir öğretmendi Fatma Öksüzer. Kendi ülkesinde çok rahat mesleğini yapabilecekken zor bir yol da olsa hayallerinin peşinden gitmeyi terci etti. “Neresi olsa giderim!” diyerek başladığı yurt dışı yolculuğunda ilk durağı Afganistan’dı. Öğretmenliğinin ilk heyecanlarını orada yaşadı ve hiç unutamayacağı ilk öğrencilerini orada tanıdı. Yine orada aile kurdu, iki evlat sahibi oldu.

Ve bir gün ‘ihtiyaç var’ dendiğinde hiç tereddüt etmeden komşu ülke Pakistan’a doğru yola koyuldular ailece. Fakat hayat sürprizlerle, imtihanlarla dolu. Dünya öyle bir yer ki, her zaman işler beklediğimiz gibi gitmez.  Yeni doğan bebeğin rahatsızlığı sebebiyle tatil için gittikleri memleketlerinde bir yıl beklemek zorunda kaldılar. Pakistan sayfası açıldıktan bir yıl sonra yazılmaya başladı hikaye.

Fatma Öksüzer, Manisa’dan Afganistan’a, oradan Pakistan’a uzanan ve şimdilerde bir Afrika ülkesinde devam eden bu hikayeyi anlattı.

-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı kısaca anlatır mısınız?

1985 Manisa doğumluyum. Ortaokulu Saruhanlı Anadolu Lisesi’nde okudum. 2000 yılında Manisa Öğretmen Lisesi’ne başladım. Yüksek puanla öğrenci alan popüler bir okuldu. O okula gitmeyi hep istemiştim. Çünkü niyetim hep öğretmenlikti. Sonrasında Çanakkale 18 Mart Üniversitesi İngilizce Öğretmenliği Bölümü’nü kazandım. Orada 5 yılım geçti. Sonrasında yurt dışına gitme isteğim vardı. Ama ailem ne der, bilmiyordum. Biz 3 kardeşiz. Ailem köyde tarımla uğraşıyordu ama eğitimimize çok önem veriyordu. Bütün varlığını bizim için harcıyordu. Yurt dışına gitmeme izin vermeyebilirlerdi.

-İngilizce öğretmenliği Türkiye’de önemli bir branştır. Rahatlıkla mesleğinizi yapabilirdiniz.  Yurtdışında öğretmenlik yapma isteği nasıl oluştu?

Dünyanın farklı ülkelerinde açılan Türk okullarından gelen öğrencilerin katıldığı Türkçe Olimpiyatları’nı izliyordum. O çocukları gördükçe yurt dışına gitme isteğim artıyordu. Vietnamlı bir öğrenci ‘Ihlamurlar çiçek açtığı zaman’ şiirini okumuştu, hayran kalmıştım. Branşım Türkçe olmasa da gidip o çocuklara öğretmen olmak istiyordum. Tatillerde eve gittikçe anne babama “Ben Vietnam’a gideceğim!” diye şakayla karışık söylüyordum. Psikolojik olarak farkında olmadan onları da hazırlıyormuşum aslında.

2008’de yani mezun olacağım sene şubat ayında İstanbul’da yurt dışı seminerlerine katıldım. Hayatımın maddi manevi en güzel dönemlerinden biriydi o seminerler. 2 hafta dolu dolu geçti. Yurt dışında çalışan öğretmenler gelip bize ders anlatıyordu. Ailem de artık bir yola girdiğimin farkındaydı. Nereye ne zaman gideceğim, hatta gidip gitmeyeceğim belli değildi. Yazın da bir seminere katıldım. Ailemin yine de kabul edeceğinden emin değildim. Değil yurt dışına şehir dışına bile fazla çıkan kimse yoktu bizim orada.

Yaz seminerinden sonra da mülakatlar yapıldı ve ben oradaki görevli âbiye “Neresi olsa giderim!” dedim. “Irak veya Afganistan da olsa gider misin?” diye tekrar sorduğunda, kendimden emin bir kahraman edasıyla “Giderim” dedim. 😊

AYRILIRKEN HERKES ÜZGÜNDÜ, TEK BEN GÜLÜMSÜYORDUM!

Mülakattan sonra, ‘giderim dedim ama ailem gönderir mi?’ diye içime bir kurt düştü. Onları nasıl ikna edeceğimi düşünmeye başladım. Sonrasında Afganistan’a gidebileceğim söylendi. O vakte kadar aileme “İngilizcemi geliştirmek için yurt dışına gitmem lazım.” diyordum ki bu doğruydu ama Afganistan’da nasıl İngilizcemi geliştirecektim ki? Nasıl izah edeceğimi, bilhassa annemin ne tepki vereceğini bilmiyordum. Karşı çıkmasından korkuyordum ama telefon edip söylediğimde annemin ilk cümlesi “Giderken yanında ne götürmen gerekiyormuş?” oldu. Bunu duyunca çok sevindim. Afganistan güvenli olmayan, tehlikeli bir yer olarak biliniyordu. Patlayan bombaların haberlerini okuyorduk. Ailelerin bekar bir kızı oraya göndermeleri çok zordu. Ama Rabbim nasip etti, razı oldular.

-Ayrılmak kolay olmamıştır muhakkak. Neler yaşadınız o süreçte?

Seminerden sonra ailemin yanına gittim. 1 ay sonra yola çıkmam gerekiyordu. 08.08.2008’de İstanbul’dan Ankara aktarmalı Afganistan uçağına bindim. Ailemle Manisa Otogarı’nda bir fotoğrafımız vardır. Bütün ailem, akrabalarım beni uğurlamaya gelmiş. Herkes üzgün, bir tek ben gülümsüyorum. O zamanlar iletişim imkanları bu kadar yok, internetten görüntülü konuşma vb. yaygın değil. Bir bilinmeze gönderiyorlar kızlarını. Yıllar sonra o fotoğrafı görünce daha iyi anlamıştım annemin o gün ne hissettiğini. Sadece güvendiği için, içi kan ağlayarak gönderdi beni. 5 öğretmen 5 belletmen vardı grubumuzda. Afganistan hep güzel yönleriyle anlatılıyordu. Şen şakrak yola çıktık. Hepimiz yeni tanışmamıza rağmen yıllardır birbirimizi tanıyor gibiydik. İstanbul’dan uçağa bindik ama Ankara aktarmasında uçağın arıza yaptığı söylendi. 2 gün bir misafirhanede kaldık Ankara’da. O sırada annem beni aradı, açtım telefonu. Gittim sanıyordu. Telefonu açınca şaşırdı. Durumu izah ettim. “Hâlâ vazgeçebilirsin, dönebilirsin!” diyordu bütün ailem ama bu yolun dönüşü yoktu artık.

-Biz burada daha çok Pakistan hatıralarınıza yer vermek istiyoruz fakat yine de Afganistan’da yaşadıklarınızı kısaca anlatır mısınız?

Fatma öğretmenin kızı Bahar ve oğlu Sami.

11 Ağustos’ta Afganistan’a indik. Yola çıkarken ülke hakkında hiçbir şey sormamıştım. Elektrik var mı, su var mı, kalacak ev var mı? Hiçbir şey bilmiyordum, sadece okulumuz ve öğrencilerin var olduğunu bilmek yetmişti. İhtiyaç var ve gidiyorum. Bu kadar yani. Beklentimi sıfırlamıştım.

İlk defa yurt dışına çıkıyordum. Her şey farklıydı. Afganistan’ı o kadar sevdim ki, bir hafta içinde “Ben buraya aitim.” dedim, “Yerimi buldum. Ben buradayım artık.” dedim. Kabil Kız Lisesi’nde öğretmenliğe başladım. Öğrenciler bizi çok seviyordu. Hayatımda böyle sevildiğimi hissetmemiştim. Boş vaktim yoktu. Gecem gündüzüm öğrencilerdi. Rehberlik faaliyeti çok yoğundu. Farsça öğrendim 6 ay içinde. Elektrik kesintileri çok sık olurdu. Telefondan radyo dinlemeye çalışırdık. İnternet yoktu. Kabil’de 9 ay çalıştım. Sonra İran sınırına yakın Herat şehrinde yeni açılan 2. kız okulunda göreve başladım. Oraya 1 müdür, 1 öğretmen ve 1 belletmen ile gittik. Bir okulun ilk öğretmeni olmak da çok güzeldi. Sonrasında evlendim. Eşim de Manisalı ve matematik öğretmeni. 2011’de kızım Bahar, 2014’te oğlum Sami doğdu. Aynı sıralarda Pakistan’a tayinimiz çıktı. Eşyalarımızı sattık. Evimizi dağıttık ve oğlum 20 günlükken Türkiye’ye yaz tatiline gittik. Ailemizi ziyaret ettikten sonra doğrudan Pakistan’a geçecektik. Hatta 2 ülke birbirine sınır olduğu için 4-5 bavul eşyamızı tırla Pakistan’daki okula gönderdik. Bizim için Pakistan sayfası açılmıştı artık.

BEBEĞİMİZİN BEYİN KANAMASI GEÇİRDİĞİNİ HASTANEDE ÖĞRENDİK

-Sanki planladığınız şekilde olmamış gibi anlatıyorsunuz. Pakistan sayfası açılmış ama yazılması biraz gecikmiş gibi…

Evet, maalesef. Ailece annemlerde kalıyorduk. Yeni gittiğimiz günlerdi. Bir gün bebeğim rahatsızlandı, hastaneye gittik. Ciddi bir şey olmadığını düşünüyorduk ama yapılan tetkikler sonucu beyin kanaması geçirdiği, kafatasında çatlaklar olduğu, hayati risk taşıdığı söylendi. Üniversite hastanesinde yoğun bakıma alındı. 1 ay kadar hastanede kaldık oğlumla. Taburcu olurken bile her hafta kontrole götürme şartıyla çıktık hastaneden. Fakat çıktıktan 10 gün sonra bu sefer çocuk kanepeden düştü. Acile gittik. Beyin kanaması tekrar etmiş. Yeniden tedavi süreci başladı. Bunun üzerine doktorlar “Çocuğu başka yere götürmeyin.” dedi. 1 sene boyunca düzenli kontrolleri olacaktı. Eşim eylülde bizi o halde bırakıp Pakistan’a gitmişti. Elbette gitmesi gerekiyordu ama ben de kolum kanadım kırılmış gibi hissediyordum. Pakistan’a kısa zamanda gidemeyeceğimiz belli olunca eşim izin alıp geldi.

O süreçte yaşadığımız sıkıntılar beni çok değiştirdi. Normalde şen şakrak biriyim ama Afganistan’a gidip bir haftada alışan Fatma ile Pakistan’a giden Fatma çok farklıydı. İnsan hayatında her an her şeyin olabileceğini fark ediyor. Her şey yolunda gitmeyebilirmiş. Hiç beklenmeyen değişik bir imtihandı bizim için. Hem Pakistan’a gidememenin üzüntüsü, hem evladımın o hasta halinin üzüntüsü vardı. Manisalıyız ama oraya ait de değilim artık. Yıllardır yurt dışında olunca Manisa artık gurbet gibi geliyordu bana. Vatan artık orası değildi. Bu çok değişik bir duygu. Kendi evim, kendi eşyalarım değil.

Eşim kolejde öğretmenliğe başladı. Ben de 6 ay sonra başladım. Ailelerimiz “Artık gitmeyin, çocuğunuz hasta, burada iş de buldunuz, ev kurun burada kalın.” diyordu. Böyle diyenlere bizden önce o zaman 4 yaşında olan kızım “Hayır biz gideceğiz. Bizim evimiz burası değil. Uçağa binip uzaktaki evimize gideceğiz.” diye cevap veriyordu. Yeni eşyalar alıp ev kurarsak gidemeyeceğimizi biliyorduk. O yüzden hiç buna razı olmadık. Bizim için yurt dışı kapısının kapanmasını istemiyorduk. 2015 Temmuz’unda Pakistan’a gittik.

-Gerçekten istemeseniz gitmeyebilirdiniz aslında, değil mi? Sizi bu yola sevk eden neydi?

Gitmeme gibi bir şeyi hiç düşünmemiştik. Gidecektik. Bizim hayatımız, hizmetimiz oradaydı. Başka ihtimal düşünemiyorduk. Oysa eşim de ben de Manisa’da kolejde çalışmaya başlamıştık. Ama hep geçici bir şeydi bu bizim için. Her seferinde “Biz buradan gideceğiz. Yazın burada olmayacağız” diyorduk, “Biz Afganistan’dan geldik, Pakistan’a gideceğiz.” Hep bu vardı dilimizde. Çocuğumuz 1 yaşına geldi, toparlandı artık, diye gitmek istedik. Eğer tekrar rahatsızlanırsa Pakistan’da tedavi edilebilir mi diye araştırdık. Oğlum henüz yürümüyor ve konuşmuyordu. Gelişiminin nasıl olacağını bilmiyorduk. Yürüyecek mi, konuşacak mı, normal bir hayatı olacak mı sorularıyla gidiyorduk.

ELEKTRİKLER KESİLİNCE BİZ ÖLÜYORDUK, MEĞER HAYAT SÜRÜYORMUŞ!

Afganistan’a giden Fatma, bekar, idealist, cesur, her şeye koşturan bir öğretmendi. Pakistan’a giden ise 2 çocuk sahibi bir anneydi artık. O eski enerjisi tükenmiş, pozitifliği kalmamış bir halde yola devam ediyordum aslında. Şimdi fark ediyorum bazı şeyleri. O zaman hiçbir şey yokmuş gibi davranıyordum ama aslında vardı. Ailemizden ayrılış daha hüzünlüydü bu sefer. Onlar da daha üzgündü. Hasta bir çocukla gönderiyorlardı bizi.

Fatma Öksüzer (sağdan ikinci), oğlu Sami ve öğrencileri ile bir gezide…

-Pakistan’da nereye yerleştiniz? İlk izlenimleriniz nasıldı?

İlk olarak İslamabad Havaalanı’na indik. Herkesin anlattığı hikâyeyi ben de yaşadım gerçekten. Gece yarısı nemli bir fırın sıcağı yüzüme vurdu. Sanki hemen yan tarafta baharatlı bir yemek pişiyormuş gibi koku geliyor. Ülkenin atmosferi bu olmuş artık. Bizi almaya gelen âbiye “Kokuyu alıyor musunuz?” dedik, “Biz artık almıyoruz, alıştık.” dedi. Çok değişik bir durumdu.

Gitmeden önce ülkeden ayrılan bir arkadaşın evini hiç görmeden kiralamıştık. Okula da yakındı. Gece vakti doğrudan o eve gittik. Bir Türk aile çıktığı için Türk evi gibi olmasını bekliyordum. Çok büyük bir evdi. 3 taraftan güneş alıyordu. Türk mantığı ile bakınca ilk başta ‘oh ne güzel bol pencereli’ diye düşünmüştüm ama sıcaktan durulmuyordu. Güneş alan ev en kötü evmiş meğer. İnsanlar genelde binaların bodrum katlarını tercih ediyordu; kışın ılık, yazın serin oluyordu. Benim ev üst katta, her taraftan güneş alıyordu. Koca bir ev ama fan çalışan odadan çıkamıyorsun.

Elektrikler düzenli olarak kesildiği için herkesin evinde UPS denilen akülü bir sistem vardı. Elektrik kesilince o sistem devreye giriyor ve fanlar çalışmaya devam ediyor, çünkü fansız yaşamak mümkün değil. Bizim evden çıkan arkadaşın bir rahatsızlığı varmış, başı çok üşüyormuş. Eve UPS taktırmamışlar. Biz de yeni gittik, daha kimsenin evini görmedik, kimseyle konuşmadık. Dolayısıyla evde öyle bir sistem olması gerektiğini bilmiyoruz. Elektrikler gidince fansız yaşamaya çalışıyoruz. Gece kesilince karanlıkta oturuyoruz ya da erkenden yatıyoruz. Birkaç hafta sonra müdürümüzü eve davet etmiştik. Elektrikler kesilince “Sizde UPS yok mu?” dedi, “O ne ki?” dedik. Ertesi gün hemen eve sistem bağlatıldı. Dünya varmış. Elektrikler kesilince biz ölüyorduk meğer hayat devam ediyormuş. 😊


Kızım 4 yaşındaydı ilk gittiğimizde. Manisa’da 1 yıl boyunca “Pakistan’a gideceğiz, bizim evimiz orası.” diyen çocuk, sıcaktan o kadar bunaldı ki, “Bu kadar sıcak olduğunu bilsem gelmezdim.” demeye başladı.

-Afganistan’dan sonra Pakistan’da yaşamaya başlayınca neler hissettiniz? Özlediğiniz ya da zorlandığınız şeyler oldu mu?

İki ülke kültürü, çevre, kıyafetler vs. olarak dışarıdan bakınca benzer görünse de farklı. Afganistan’da Farsça konuşuluyor, burada Urduca. Farsça sevdiğim, konuşabildiğim bir dil. Ama Urduca öyle değil. Anlamıyorum sokakta, konuşamıyorum insanlarla. Afganistan’ı özlüyordum. Vatanımı özlüyor gibiydim. Bir arkadaşla oradaki meşhur büyük bir pazara gitmiştik. Arkadaş pazarda alışveriş yapıyor, insanlarla konuşuyor, biz onun yanında dilsiz gibi duruyoruz. Sonra Afgan bir pazarcı gördük. Onunla ben konuştum ama sonrasında döndüm arkama ağlıyorum. Vatanımdan birini görmüşüm gibi geldi. Halbuki ‘bu kaç para?’ vb. kısa birkaç şey sordum, sohbet etmedim. Ama o kadarı bile beni ağlattı.

OĞLUM, BAKICILARIN YANINDA KONUŞMAYI TAMAMEN BIRAKTI

Afganistan’dan sonra İslamabad bize cennet gibi geldi. Çok yeşil, çok güzel, tertemiz, düzenli yapılmış bir şehirdi. Afganistan’da yeşil görmemiştik yıllarca. Kahverenginin hakim olduğu bir coğrafyadır. Çok mutlu olmuştuk İslamabad’a geldiğimiz için. Afganistan’da olmayan lüks alışveriş merkezleri, mağazalar, lokantalar var Pakistan’da. Halk arasında Hıristiyan ve Hindular var ama sayıca çok değil. İnsanlar kendilerini çok belli etmek istemiyordu.

Okula başlayınca kızımı kreşe, oğlumu da bebek odasına bakıcıya bırakıyordum. Kızım da dil bilmediği için okula gitmek istemiyordu. Farsça öğrenmişti ama okulda İngilizce veya Urduca konuşulduğu için zorlanıyordu. Ben de bebek odasındaki bakıcıların İngilizce veya Urduca konuştuğunu, oğlumun da onlardan öğreneceğini sanıyordum. Ama çocuk bakıcıların yanında konuşmayı tamamen bıraktı. Meğer bakıcıların her biri kendi yerel dilini konuşuyormuş. Çocuk hiç birini anlamadığı için tamamen konuşmayı bıraktı. Kafası karıştı. Orada 14 tane yerel dil varmış. Ama zamanla konuşmasa da Urducayı anlamaya başlamıştı.

-Öğretmenliğe nerede başladınız? Öğrencilerle, velilerle iletişim kurmakta zorlandınız mı?

Gittikten 3 gün sonra İslamabad Kız Lisesi’nde çalışmaya başladım. Gider gitmez zümre toplantısına katıldım. Tek Türk İngilizce öğretmeni bendim. Aksanları farklı olduğu için İngilizce bile anlamakta zorlanıyordum. Çok zoruma gidiyordu. Ama sonra alıştım. Şimdi nerede bir Pakistanlı görsem kendi memleketimden birini görmüş gibi hissediyorum. Aksanı bile seviyorum.

Fatma Hanım, öğrencilerinin davet ettiği dağ gezisinde…

İngilizcenin, İngiliz kültürünün baskın olduğu bir yer Pakistan. İngilizceyi iyi bilmeyeni adam yerine koymuyorlardı amiyane tabirle. Kolejdeki öğrenciler İngilizceyi iyi konuşup yazıyordu ve öğretmenlerden de bunu bekliyorlardı. 7. sınıfların dersine girdim. Öğrencilerim “Sizinle grameri eğlenerek öğrendik” diyorlardı. Mütevazı öğrenciler daha fazlaydı. Sevince sevildiğini de görüyorsun. Öğrencilerle okuma programları yapıyorduk. Pakistan’da yeni olduğum için sistemin acemisiydim. Öğrencileri, velileri tanımaya çalışıyordum.

Özellikle son dönemde yaşadığımız zorluklarda destek oldular, sevgilerini gösterdiler. Evimize yemeğiyle, meyvesiyle geldiler. Para yardımı yapmak isteyenler oldu. 1 yıl okulda, bir yıl da okula gidemeden kaldım Pakistan’da. Beni çok tanımasalar da sevgiyle, saygıyla, muhabbetle yaklaştı öğrenciler. Hala görüşüyorum bazılarıyla.

-Öğrencilerle beraber yaptığınız sosyal, kültürel, manevi etkinliklerin yansımalarından, tesirlerinden bahseder misiniz?

Sadece 1 yıl öğretmenlik yapabildim Pakistan’da. Öğrencilerimi daha yeni tanıyordum. Ama unutamadığım bir şey var. ‘Hiking’e giderdik kamp zamanları çocuklarla. Dağ yürüyüşü yapılan patikalar vardı İslamabad’da. Sabah çok erken çıkmak gerekiyordu. Bilmediğimiz için 5 patikadan en dik olanını seçmişiz. Hayatımda ilk defa gidiyorum. Oraya tek başına bile çıkmak zorken kucağımda 2 yaşına yakın bir bebek var. Kızım da yanımda. Öğrencilerle aktivite yapacağız, onlar mutlu olacaklar diye gözüm hiçbir zorluğu görmüyor. Yine de öğrenciler yardım etti, beraber çıktık. Okul dışı aktiviteler çocukları ve ailesini tanımak için çok fayda sağlıyordu. O saatte bakıcı bulamadığım için mecburen çocuklarımı da götürmüştüm. O da benim için ayrı bir hatıra olmuştu. Gitmesem de olurdu belki o şartlarda ama öğrencilerimi kırmamak için gitmiştim.

ÖĞRENCİLER BİZİ EVİNE MİSAFİR ETMEK İÇİN SIRAYA GİRİYORDU

Yine böyle bir hiking dönüşü yanımda sadece oğlum vardı. Öğrencilerle beraber bir yağmura tutulduk ki, sel gibi akıyor. İnsanları zor zamanlarda tanıyorsunuz. Kim şikayetçi, kim dayanıklı, kim mutlu, görüyorsunuz. Benim için de tecrübe oluyordu. Güzeldi o gün de. İslamabad tabiatıyla da öğrencisiyle de güzeldi.

Yeni başladığım aylarda öğrencileri eve davet etmiştim. İkramlıklar hazırlıyordum. En kolay basit şeylere bile seviniyorlardı. Kendilerini evde gibi rahat hissetmeleri için mutfağı onlara bırakıyordum. Kendileri için sütlü çay hazırlıyorlardı. “Siz yapın ben de öğreneyim.” diyordum. Veli ziyaretlerine kendi çocuklarımı da götürürdüm. Belki bu şekilde görmeleri onları daha çok etkiler diye.

Bir öğretmen olarak öğrencimin bilgi seviyesi kadar manevi gelişimiyle de ilgileniyordum ve bunu seve seve yapıyordum. Öğretmenlik anlayışımız buydu zaten. Hem dünyevî, hem uhrevî gelişimini takip ediyorduk. Buna bir sorumluluk olarak inanıyorduk. Eve kadar gidip ziyaret edince veliler daha çok değer veriyordu. Alışık olmayan ‘veli ziyaretine ne gerek var!’ diyebilir ama alışınca herkes davet ediyordu zaten. Çocuklar sıraya giriyordu evlerine davet etmek için. Veliler bizim acı baharatlı yiyemediğimizi bildikleri için, bize hazırladıkları ikramları mümkün olduğunca acısız yapıyorlardı. Bunu düşünmeleri bile büyük incelikti. Orda herkes öyle davrandığı için normal gibi geliyor aslında ama önemli bir nezaket aslında. Çok iyi hissettiriyordu bu muameleler. Keşke yine öğretmenlik yapabilsem, öğrencilerimle ilgilensem, veli ziyaretleri yapabilsem.. ☹

Devam edecek…

 

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.