Eğitimci Taner Koçyiğit, Kuetta’da görev yaparken evlenmek üzere Türkiye’ye gidişini ve Kuetta’nın şartlarını müstakbel eşine anlatmak için neler düşündüğünü yazdı. Sonrasında bu şehirde geçirdikleri bir senenin nasıl Pakistan’daki en güzel yıllarından birine dönüştüğünü anlattı.
On altıncı Bölüm:
Kuetta’da bekâr olarak yaşamaya alışmıştık artık. Günlük işlerin zorluklarıyla nasıl başa çıkabileceğimizi öğrenmiştik. Arkadaşlarla beraber sanki dünyanın en rahat şehirlerinden birinde yaşıyor gibi huzurlu ve zevkli günler geçiriyorduk. Fakat 2005 yılının yaz tatilinde evlenmek üzere Türkiye’ye gittim. Yaklaşık bir senedir nişanlı olduğum halde müstakbel eşime Kuetta’nın şartlarını nasıl anlatacağım konusunda iyi bir fikir bulamamıştım.
Elektriklerin her gün saatlerce kesildiğini, ısınma ve yemek yapmak için kullandığımız gazın her an kesilebileceğini, hele gece uyurken yaşanan kesinti sonrası gelen gazın odadakileri zehirleme, hatta öldürme tehlikesi olduğunu nasıl anlatacaktım? Suların günde birkaç saatliğine geldiğini, güvenlik sorunlarından dolayı günlük işler için istediğimiz zaman dışarıya çıkamayacağımızı, hemen her gün şehrin farklı yerlerinde meydana gelen patlamalarda birilerinin can verdiğini ve bomba patlamayan haftanın neredeyse hiç olmadığını nasıl söyleyecektim? En önemlisi, Türkiye’den gelen bir kadına hiç beklemediği anda evin herhangi bir yerinden kertenkele çıkabileceğini ve mutfakta bir yemeğin içine düşmeleri halinde onun bir tabur insanı bile zehirleme potansiyeli olduğunu nasıl ifade edecektim? Hiç ama hiç bilmiyordum.
Düğünümde Pakistanlıları görünce hemşehrilerim gelmiş gibi sevindim
Kuetta’daki tüm bu olumsuzluklara müstakbel eşim geldiğinde elbette zamanla alışacaktır diye ümit ediyordum. Onu çok korkutmamak için detayları anlatmaktan çekiniyordum. 2005 yılının temmuz ayında bu tür düşünceler zihnimde dolaşırken evlenmek üzere Türkiye’ye gittim. Bursa’daki düğünümüze Kuetta’daki veli ve öğrencilerden oluşan 30 kişilik bir grup da gelmişti. Düğün için kiralanan bahçeye Pakistanlı misafirler girdiği an sanki yabancıların içindeydim de hemşehrilerim gelmiş gibi duygulanmış ve çok sevinmiştim.
Düğünden dokuz gün sonra Pakistan’a döndük. İlk durağımız Karaçi idi. Eşim, Karaçi’nin 20 milyonluk kalabalığını ve aşırı sıcağını görünce kendiine biraz teselli vermek istedim. “Kuetta böyle değil, hiç trafik olmaz hem de havası çok iyidir, hiç nem yoktur, etrafındaki bazı yerlerde elma bahçeleri vardır, çok rahat edeceksin!” diyerek Kuetta’nın güzel özelliklerinden bahsettim. Ama daha havada iken uçağın pencerelerinden Kuetta’nın nasıl bir yer olduğunu görünce hissettiği şaşkınlıkla bir çığlık attı ki sormayın; etrafımızdaki yolcular bile duydu. Çünkü, özellikle havaalanının olduğu bölgedeki hemen tüm evler kerpiçtendi ve şehre inerken çıplak dağların arasındaki bu yerde kerpiç evlerden başka bir şey gözükmüyordu.
Velilerin misafirperverliğini hiç unutmuyoruz
Uçaktan indiğimizde bizi karşılamaya gelen arkadaşlar, sağ olsunlar, çok güzel bir program hazırlamışlardı. Eşim de tahmin ve dua ettiğim gibi kısa sürede Kuetta’ya alıştı. Sonrasında bu kurak ama samimi şehirde geçirdiğimiz bir sene, Pakistan’daki en güzel yıllarımızdan birini oluşturacaktı… Peştun, Hazara, Beluç, Türkmen ve başka milletlerden çok güzel arkadaşlar, dostlar edindik o bir yıl boyunca. Evimizde birçok yerli misafiri ağırlamak nasip oldu, hatta artık tanıdık yerli arkadaşlarla her hafta Urduca Risale-i Nur okumaları yapmaya başlamıştık. Kuetta’daki arkadaşlarımızın ve velilerimizin misafirperverliğini hiçbir zaman unutamıyoruz. Gönülleri o kadar zengin ki; mesela düşük gelirli biri sizi akşam yemeğine davet ettiğinde hazırladığı sofraya baksanız, ‘sanki o aylık maaşının tamamını harcamış’ diye düşünürsünüz.
Kuetta’da görev yaptığım dönemde Belucistan eyaletinin birçok şehrine gitme imkanımız oldu. Bu coğrafya birçok yönden Türkiye’nin güneydoğu bölgesiyle benzerlik gösteriyor. Örneğin Beluç dili Kırmanci Kürtçesine çok benziyor. Bu bölge de Türkiye’nin güneydoğudaki illeri gibi devletten çok az yatırım aldığı için geri kalmıştır. Sanayi neredeyse hiç yoktur, tarıma elverişli arazi de az olduğu için genelde insanların maddi durumları hiç iyi değildi ama gönülleri çok zengindi.
Eşyalarla birlikte kamyona yüklenen araba ve pahalı bir tecrübe!
2006 yılı yazında okulların tatil olması ile birlikte benim de görev yerim değişti. Ülkenin en batısından en doğusuna yani Pakistan’ın kültürel başkenti ve ikinci büyük şehri Lahor’a gidecektik ama nasıl? Eşyalarımızı alalı henüz bir sene olmuştu ve arabamız 1993 model küçük bir Suzuki idi. Arabayı satsak para etmezdi, eşyaları bıraksak yeni eşya alacak paramız yoktu. Biz de bir arkadaşın tavsiyesi ile bir kamyon kiraladık. Arabamızı ve tüm eşyalarımızı bu kamyona yükleyip Lahor’a uğurladık. Kendimiz de Lahor’a uçakla gittik.
Birkaç gün içinde bizim kamyon da geldi. Ama içindeki eşyalarımız hem yağmur almış, hem yolda kontrol için durduran polis veya bilemediğimiz birileri tarafından talan edilmiş şekilde idi. Arabanın üç tarafı kamyonun kasasına vura vura gelmiş ve ciddi hasar almıştı. Hayatın bize öğrettiği başka ama epey pahalı bir tecrübe de bu olmuştu.
Devam edecek…
***
On beşinci Bölüm: Oradaki Kurban bayramlarını hiçbir yerde yaşamadım
No Comment.