Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir (1): Öğrencilerimizin güzel davranışları insanları şaşırtıyordu

Belucistan yollarında Ramazan bereketi
Ağustos 30, 2021
Lahor’da dolu dolu geçen bir yıl sonu gecesi
Eylül 1, 2021

Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir (1): Öğrencilerimizin güzel davranışları insanları şaşırtıyordu

Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir (ayakta, soldan dördüncü), öğrencileri ile sık sık sosyal aktiviteler düzenlediğini söylüyor.

Ailesiyle birlikte 5 yaşında Siirt’ten İstanbul’a göçtüğünde başlamıştı Hakan Tokdemir’in hicret hikayesi. Hayat şartlarının mecbur bıraktığı bu yolculuktan yıllar sonra, bu sefer tüm kalbiyle isteyerek Pakistan’a doğru yeni bir hicrete adım attı. Dünya barışını sevgiyle yetişen nesillerin kuracağına inanan gencecik, idealist bir öğretmendi ve Pakistan’ın en zor coğrafyalarından birinde dağların başındaki Kuetta şehrinde ilk öğrencileri onu bekliyordu.

Sonrasında Multan ve Hayrpur’da da görev yapan Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir ile 8 yıl yaşadığı Pakistan’ı ve oradan ayrılma sürecini konuştuk. Halen bir Afrika ülkesinde mesleğine devam eden Tokdemir, artık üniversiteli olan ilk öğrencileriyle halen görüştüğünü ve kendisini unutmadıkları için çok mutlu olduğunu söylüyor.

-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı anlatır mısınız?

1986 Siirt doğumluyum. Ben 5 yaşındayken ailemle İstanbul’a göç ettik. Kalabalık bir aileyiz, 11 kardeşiz. Çeşitli sıkıntılardan dolayı babam göç etmek zorunda kaldı. İlkokula İstanbul’da Gaziosmanpaşa’da başladım. Babamın ekonomik durumu iyi değildi, çocuklarından sadece 3’ünü okutabildi. Diğerleri çalışmak zorunda kaldı. Bir nevi bize baktılar. O bakımdan şanslıyım. 2003’te liseden mezun oldum. 2005’te Samsun 19 Mayıs Üniversitesi Kimya Bölümü’nü kazandım. 2009’da mezun oldum. Ankara’da 1.5 yıl İngilizce eğitimi aldıktan sonra 16 Mart 2011’de öğretmenlik yapmak için Pakistan’a gittim.

-Kendi ülkenizde daha rahat şartlarda yaşamak ve mesleğinizi yapma imkanı varken yurt dışına çıktınız. Sizi motive eden neydi?

En büyük hayalim yurt dışındaki Türk okullarında öğretmenlik yapmaktı. Bir eğitim gönüllüsü olarak oralardaki çocuklara yardım etmek, hizmet etmek, güzellikleri yaymak istiyordum. Hep böyle bir düşüncem vardı. Zor bir aileden gelmeme rağmen Allah nasip etti, gidebildim.

-Ailenizin beklentileri farklı mıydı? Nasıl karşıladılar?

Bu konuda ailemle çok ciddi imtihan oldum. Ailem tamamen sol görüşlüydü, bu tarz şeylere karşıydılar. Üniversiteden mezun olunca ilk başta Amerika’ya gitmeyi istemiştim. Onun için İngilizce eğitimi aldım. Bu babamın hoşuna gittiği için çok da engel olmadı başta. Fakat Amerika işi olmadı, vize alamadık. Yine de yurt dışı hedefimden vazgeçmedim. Vizesiz veya rahat vize alınacak nereye gidebileceğimi araştırdım. Gideceğim yer belli olup uçak bileti alana kadar aileme söylemek istemedim. Amerika’ya gitme planı yaparken bir arkadaşım “Sen Pakistan’a gideceksin!” demişti. Allah biliyor gönlümden de geçiyordu. 2010’da Pakistan’da çok ciddi bir sel felaketi olmuştu. O süreçte kendi çevremden maddi yardım toplayıp Pakistan halkına gönderilmek üzere Kimse Yok mu Derneği’ne teslim etmiştim. Bunlar da hep birer tevafuk oldu. Ailemin oraya gitmeme razı olmayacağını biliyordum. Gitmemem için ellerinden gelen her şeyi yaptılar. Fakir bir ülkeye neden gidiyorsun? Burada kal, bizim işlerimize yardım et, istersen sana iş yeri açalım.” dediler. Epeyce tartıştık ama ikna edemedim. Allah içimdeki niyeti biliyordu. Kırgınlıklar da olsa vazgeçmedim ve gittim Pakistan’a. 1 sene kaldıktan sonra tatile Türkiye’ye geldim. Ailemin tavrı değişmemişti, hatta daha da tepkiliydiler. Babam beni karşısına alıp “Gidersen hakkımı helal etmem, ölürsem de mezarıma gelme!” dedi. Ama ben de şunu dedim: “Ben kötü bir iş yapmıyorum. Ben bir öğretmenim. Allah rızası için oralara gidiyorum. Kötü bir şey yapsam haklı olabilirsin ama ben size saygısızlık da etmiyorum, öğrencilerimle ilgilenmeye gidiyorum. Bunda ne yanlış olabilir?” O zaman da kırgın ayrıldık ailemle.  

Hakan Tokdemir, Hayrpur Mirs’teki PakTürk Koleji’nin önünde.

AİLEMİN İTİRAZINA RAĞMEN PAKİSTAN’A GELDİĞİM İÇİN MUTLUYDUM

-Gitmeden önce Pakistan hakkında neler biliyordunuz?

Kafamda çok bir şey yoktu ama kolay yaşanacak bir yer olmadığını biliyordum. Haberlerde her gün bombalı patlamalar olduğunu duyuyordum. Her gün bu şekilde ölen insanlar oluyordu. Ama benim gönlümde hizmet aşkı vardı, öğrenciler vardı. “Ne olursa olsun gidip oradaki öğrencilere ders anlatacağım, ilgileneceğim, onlara barışı, huzuru, sevgiyi anlatacağım.” diyordum. Ben kendimi onlara kilitlemiştim. Onun için çok fazla önyargılı gitmedim.

-Pakistan’a dair ilk izlenimleriniz nelerdi?

İlk olarak başkent İslamabad’a indim. O günü unutamıyorum. Öncelikle çok sıcaktı ve çok yorgundum. Duygularım karmakarışıktı. Allah nasip etmiş hicrete çıkabilmiştim, bir yandan da ailemi geride bırakmıştım. Farklı duygular içindeydim. Ama mutluydum, bir şekilde yola çıkabildiğim için. İlk gecemi unutamıyorum. Gece yarısı ezanlar okunuyordu. Herhalde teheccüt namazına kaldırmak için diye düşünmüştüm. Bir abi aradı “Burada koşan bir at da görürsün, yürüyen veya duran bir at da. Biz sizin hizmet etmenizi istiyoruz.” dedi. Ben de zaten o niyetle gitmiştim. İlk görev yapacağım yerin Kuetta şehri olduğunu orada öğrendim. Belucistan eyaletinin baş şehri, Afganistan sınırında, her tarafı dağlarla çevrili bir şehir. İlk olarak ‘Science’ öğretmenliği ile başladım. Bir sene sonra Kimya derslerine girmeye başladım.

İslamabad güzel bir şehirdi, yeşil çevresi ve binalarıyla. Fakat Kuetta’ya gidince “İslamabad gerçekten bir şehirmiş!” dedim. Çünkü çok zor bir yerdi. Hele benim gittiğim zamanlarda hemen her gün bir patlamanın olduğu 10-15 kişinin öldüğü zamanlar, 2011-12 yılları. Fakat öğrencilerin bize olan sevgisi, saygısı, halkın bize olan ilgisi, teveccühü bizde hep pozitif etki bıraktı. Bunlar bizim kendi işimize kenetlenmemize sebep oldu. Kuetta Pakistan’ın en soğuk yeri. Kışın hava sıcaklığı sıfırın altına düşebiliyor. Düz bir yer, her tarafı dağlarla çevrili. İklim gibi insanlar da biraz soğuk gibi.

-Öğrencilerle iletişiminiz nasıldı? Onlarla ne tür faaliyetler yapıyordunuz?

İlk öğrencilerim 6. sınıflardı. Yaş olarak küçüklerdi ve ben onları çok seviyordum. Oturup saatlerce sohbet etmiyorduk ama birbirimizi çok seviyorduk. Maç yapıyorduk, şakalaşıyorduk. Derslerin haricindeki zamanlarda okul bahçesinde veya yurtta, bazen aktivite bazen kitap, sohbet şeklinde vakit geçiriyorduk. Hatta onlarla 2-3 saat uzaklıkta başka bir şehre 4 günlüğüne kampa gittik. Şimdi olsa belki o kadar küçük çocukların sorumluluğunu almaya cesaret edemem. Pakistan’ın zor bir şehrinde 10 tane öğrenciyi alıp başka bir şehre gidip kamp yapıyorsunuz. Orası da dağların arasında bir yer. Beraber hem kriket oynuyorduk, hem namaz kılıyorduk. Kaldığımız yerin bahçesinde kiraz ağaçları vardı. “Bunlar bizim değil, dokunamayız, hakkımız olmayan bir şeye elimizi uzatamayız, alamayız.” diye onlarla konuşuyordum. Ayrılacağımız zaman mekanın sahibi gelip hayretini ifade etti. “Bu çocuklar kaç gündür burada kaldı, ne bir ağacımıza dokundu, ne herhangi bir şeye zarar verdiler. Çok memnun kaldık sizlerden.” dedi. Çocukların böylesine dikkatli oluşuna onlar da çok şaşırmışlardı.

Hakan Tokdemir (soldan üçüncü), öğrencileri ile yemekte.

‘HOCAM, İNSAN HİÇ ANNESİNİ BABASINI UNUTUR MU!’

Çocukların hayatındaki her türlü ihtiyaçlarında yardımcı olmaya çalışıyordum. Bazen beraber özel ders çalışıyorduk. Bazen kriket oynuyorduk. Yaşları da küçük olduğu için belki de, kendileriyle bu şekilde ilgilenen öğretmenlerini çok seviyorlardı. O ilk öğrencilerimden hâlâ görüştüklerim var. Artık üniversiteye gidiyorlar. En son biriyle görüştüğümde “Beni unuttun mu yoksa?” diye sordum. “Hocam, insan hiç anne babasını unutur mu? Siz benim ailem gibisiniz.” dedi.  Çok şaşırdım ve sevindim bunu duyunca. Öğrencilerimizin o sevgisi, o bağlılığı için her şeye değerdi.

Hatta en son kitap okuma programında dışarıdan bazı abiler ziyaretimize gelmişti. Çocuklara okudukları kitapları sordular. Bir tanesi Hacı Kemal Erimez’in, diğeri Peygamber Efendimiz’in hayatını okuduğunu söyledi. Sonra çocuklar Türkçe ilahiler söyledi. Abilerin çok hoşuna gitti. Gözyaşlarını tutamadılar.

-Kuetta’nın güvenlik açısından riskli bir şehir olduğunu söylediniz. Bununla ilgili hatıralarınız var mı?

Şehir bombalama olaylarından dolayı çok sık kapanıyordu. Resmi kurumlar, dükkanlar vs. kapanıyor; herkes evine çekiliyordu. Öyle bir günde bir öğrencimiz parmağını incitmişti. Mecburen yola çıktık, hastaneleri dolaştık. Zar zor bir doktor bulup çocuğun elini tedavi ettirdik. Yine bir gün patlama meydana gelmiş, 10’dan fazla kişi ölmüştü. Yollar ve hastaneler kapalıydı. Okulda bir öğrencimiz başının üstüne düşmüş, yaralanmış, bilincini kaybetmişti. Çocuklar haber verince hemen arabaya alıp hastaneye götürmeye çalıştık. Yollarda askerler, polisler vardı. Her yer kapalıydı ama bize emanet edilen bir çocuğu hastaneye götürmemiz gerekiyordu. Hastaneye yaklaştık, insanlar yolu kapatmış, protesto ediyorlar. Mecburen indik arabadan. Arkadaşla kendimiz taşıyoruz çocuğu hastaneye doğru.. Bir taraftan dualar ediyorum çocuğa bir şey olmasın diye, bir taraftan İngilizce bağırarak yolu açmaya çalışıyorum. İnsanlar çocuğu görünce yolu açtılar. Hastaneye girebildik, ilk müdahale yapıldı.

-Öğrencilerin aileleriyle irtibatınız nasıldı?

Pakistan’da velilerin bize olan sıcaklığını, samimiyetini tüm arkadaşlar anlatır zaten. Bizi evlerine kabul etmeleri, kapılarını açmaları, gerçekten kendi evlatları kadar sevmeleri, samimiyetleri çok hoşumuza gitmişti. Bunlar herkesin gönlünü fetheden şeylerdi. Hâlâ görüşüyoruz bazılarıyla. Bu son sıkıntılı süreçte de en çok onların desteğini gördük, maddi manevi. İngilizcem olduğu için iletişim kurmakta zorlanmadım. Kuetta dil açısından da karmaşık bir yer. Bıravice, Urduca, Peştuca, Baluci dili  konuşuluyordu. 3-4 öğrenci yan yana gelince kendi dillerinde konuşuyorlardı.

-Yaşam şartlarına alışmakta sıkıntı çektiniz mi? Zorlandığınız veya memnun olduğunuz neler vardı? 

Gittiğim ilk sene nerdeyse doğru düzgün hiçbir şey yiyemedim. Midem baharata karşı biraz tepkili. Çok meşhur yemekleri var, ‘biryani’ gibi, ama o bile mideme dokunuyordu. Ama ben şikayet etmedim. İdare etmeye çalıştım. Acısız yemekler bulmaya çalışıyordum. O şekilde alışmaya çalıştım.

Sosyal hayata adapte olmakta çok zorlanmadım. 3 tekerlekli ‘rakşa’ denilen küçük araçlar vardır. Normalde 3 kişi binilir ama öğrencilerimle 5-6 kişi binerdik. “Dersiniz iyi olursa sizi pizza yemeye götüreceğim” veya “ilk 4‘e girerseniz şuraya gideceğiz” gibi hedefler verirdim çocuklara. Yemeğe gittiğimiz yerleri hayal bile edemezsiniz, hijyeni vs açısından. Ama biz seviyorduk, mutluyduk. Cips getiriyorlardı ama bildiğinizden çok farklı. Veya ‘şavurma’ denilen tavuk döner yerdik. Ama biz çok mutluyduk. Hiç şikayet etmezdik. Öğrenciler de çok gayretliydi. Çocuklar ne seviyorsa ben de onlarla beraber yapmaya çalıştım. Kriket oynamayı öğrendim. Futbol maçları yaptık. Çocuklar Türkiye futbol takımlarını çok iyi takip ediyordu. Hepsi aynı bizim gibi Türk takımlarının taraftarı olmuştu.

Hakan Tokdemir (ortada), zaman zaman Pakistan’ın yerel kıyafetlerini giyiyordu.

MAÇTA SAYIYI TAMAMLAMAK İÇİN AŞÇIYI ÇAĞIRIYORDUK

Bir keresinde Beşiktaş maçı vardı. Çocuklar renkleri siyah-beyaz olan bir partinin sokaklarda asılı bayraklarını söküp almış, takım bayrağı olarak sallıyor, Beşiktaş’ı destekliyorlardı. Çok fanatiklerdi. Türk kültürü ile Pakistan kültürü bir bütün haline gelmişti sanki.

-Kuetta’dan sonra hangi şehirde görev yaptınız?

Kuetta’da 1.5 sene kaldım. Öğretmenlikle beraber yurt müdürlüğü de yaptım. Sonrasında Multan’daki okula geçtim. Pencap eyaletinde, dünyanın en sıcak yerlerinden biri. Orada da öğrenci evinde kaldım. 50-55 derece sıcak olurdu bazen. Elektriğin 10 saat kesildiği olurdu. Öğrenci evimizde su buharı ile havayı serinleten pervaneli bir cihazımız vardı. Onu da öğrenciler rahat yatsın, sıkıntı çekmesinler diye salona koyuyorduk. 1 sene o şartlarda kaldım. Fakat Multan’ın havası gibi halkı da çok sıcakkanlı, çok helim, saygılı insanlardı.

Okulumuz ufaktı. Bahçesi çok büyük değildi ama olabildiğince öğrencilerimle ilgilenmeye çalışıyordum. Sosyal aktivite için gideceğimiz yerlere çocukları gruplar halinde kendi arabamla götürüp getiriyordum. Öğrenci sayımız azdı. Maç yapmak için yeterli kişi bulamayınca aşçımızı maça çağırıyorduk. Multan çok sıcak bir yerdi ama mutluyduk öğrencilerimizle, elimizden geleni yapmaya çalışıyorduk. Yaklaşık bir sene kaldım. Çok güzel günlerim geçti, unutamayacağım anılarım da oldu.

Bir gece saat 11’de toplantıdan çıktım. Yanımda 1 öğrencim, arabayla eve gidiyoruz. Ara sokaklarda giderken öğrencim dışarıyı gösterdi. “Hocam çocuk düştü!” dedi. Tam önümde bir çocuk kullandığı motordan düşmüştü. Etrafta kimse yoktu. Arabadan inip yanına gittik. Kafa üstü düşmüş, suratı dağılmış, nefes almakta zorlanıyor, gözleri kapanmış, bilinci gitmiş. Çocuğu arabanın arka koltuğuna aldık. Öğrencimi yanına oturttum. “Elini ağzına koy, dili boğazına kaçmasın” dedim. Hızlıca hastaneye gitmeye çalışıyorum. O arada durumu anlatmak için bir abiyi aradım, “Sen mi çarptın?” diye sordu ilk olarak. İnsanın ilk aklına gelen oydu. Gittiğimiz ilk iki hastane kabul etmedi. Çocuk elimizde kalacak diye korkuyorum bir taraftan, sokaklarda arabayı nasıl kullandığımı görseniz, o korkuyla heyecanla. Bir yandan da arkada öğrencim çocuğu tutuyor. Devlet hastanesine gittik, güç bela çocuğu taşıdık içeri. Doktorlar gelip baktı. Çocuk, başını çarptığı için ailesini hatırlamıyordu. Bir süre sonra ailesinin telefon numarasını hatırlayabildi. Aradık geldiler. Ama o telaşla çocuğu hastaneye kim getirdi, nasıl oldu sormadılar bile. Biz de ayrıldık hastaneden. Maalesef küçük bir çocuktu. Orta 3 talebesi. Orada bu yaşlarda çocuklar motorsiklet sürüyordu.

-O saatte orada olmanız çocuk için bir lütuf olmuş ama sizin için de bir risk değil mi?

Gecenin o vakti herkes arabasına alıp götürmez. İlk akla gelen “Sen mi vurdun?” sorusu. Benim kendi arkadaşım bile öyle sordu. Ama ben bunları hiç düşünmemiştim o anda. Sadece çocuğu kurtarmaya çalıştım. Bir hafta sonra çocuğun ailesinden bir telefon geldi. “Hastanede size teşekkür edemedik kusura bakmayın, Allah razı olsun.” dediler. Gelip “Geçmiş olsun” demek istediğimi söyledim. Evlerine gittim ziyarete. Gerçekten çocuğun hali perişandı. Sordum “Beni hatırlıyor musun?” diye ama hiçbir şey hatırlamıyordu.

Devam edecek…

***

İkinci Bölüm: Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir (2): Pakistan’ı bizim için güzel kılan şey, insanlarıydı

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.