Eğitim gönüllüsü Sevda Arslan (1): İnsanları yargılamadan, yadırgamadan beraber yaşamayı Pakistan’da öğrendim

Bir günlük ‘balayı hayali’ nasıl hüsranla sonuçlandı?
Ekim 2, 2021
Eğitim gönüllüsü Sevda Arslan (2): Pakistan’a yine gitsek ailece Peşaver’de yaşamak isteriz
Ekim 5, 2021

Eğitim gönüllüsü Sevda Arslan (1): İnsanları yargılamadan, yadırgamadan beraber yaşamayı Pakistan’da öğrendim

Sevda Arslan, matematik öğretmeni eşi Serdal Bey ve çocukları ile Lahor'daki Badşahi Camii önünde.

Türkiye’den Pakistan’a giden eğitim gönüllülerinin faaliyetleri sadece okullarda ders vermekten ibaret değildi. Hayatın farklı alanlarında öğrencilere ve ailelerine rehberlik ve danışmanlık yapan, onlarla beraber çeşitli sosyal faaliyetler organize eden gönüllüler de vardı. Bilhassa kadınlar yerli halk ile bir araya gelerek hem okullardaki yoksul öğrencilere destek oluyor hem de iki ülke insanı arasında kalpten kalbe köprüler kuruyor, sorunlara çözüm arıyorlardı.

Röportaj serimizin bu bölümünde o kadınlardan biri olan Sevda Arslan ile görüştük. Geçmişe dönüp kendi hatalarıyla yüzleşmekten de çekinmeyen Arslan, tecrübeleri ve gözlemleriyle birlikte, aslında farklı kültürlere yaklaşımların nasıl olması gerektiğini de anlatıyor. Pakistan’da 13 yıl yaşayan Sevda Hanım’ın 3 çocuğu ‘anavatan’ olarak bildikleri bu ülkeye bir gün geri dönmenin hayalini kuruyorlar.

-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızdan biraz bahseder misiniz?

İstanbul doğumluyum.Eyüp İmam Hatip Lisesi mezunuyum. O dönemde meslek liselerine uygulanan katsayı mağdurlarından biriyim. 1998’de Balıkesir Üniversitesi 2 yıllık muhasebe bölümünü kazandım, 2000’de bitti. İstanbul’a döndüm ve öğrencisi olduğum dershanede idarecilik ve rehberlik yapmaya başladım. Dershanede henüz öğrenciyken öğretmenlerimiz bize büyük insan gibi davranır, hedefler verirlerdi. Bazı konuları bize danışır ‘neler yapabiliriz’ diye sorarlardı. Ben de gece gündüz öğrencilerle meşguldüm. Çok güzel bir ortamımız vardı.

Fakat yurt dışına gitmek, Türk okullarında öğretmenlik yapamasam da bir şekilde işin içinde olmak istiyordum. Hayallerimiz hep yurt dışı üzerineydi. O zamanki idarecimiz de bizi bu yolda çok teşvik ediyor “Gidin mutlaka. Ev hanımı bile olsanız, hizmet edecek kurum bile olmasa oralarda bulunun, oradaki ortam sizi hep canlı tutacak.” diyordu. Normalde elemanını vermek istemez idareciler. Türkiye’de öyle bir mantık vardı ama o hocamız öyle değildi. Kendi de bunun için çok çaba harcıyordu. Bize o duyguyu, aşkı, şevki vermişti.

Aileme de bahsettim ‘gitmek istiyorum’ diye. Hatta birkaç arkadaş bir ülkeye gitmeye karar vermiştik ama babam izin vermedi. “Evlenmeden gidemezsin!” dedi. Ben de o zamanlar evlenmeyi düşünmüyordum. Bu yüzden birkaç yıl daha dershanede çalışmış oldum. O süreçte evlilik fikrine de alıştım. Ama kesin bir karar verdim; Türkiye içinden gelen taleplerle kesinlikle görüşmeyeceğim. Sadece dışardan gelen birileri olursa görüşeceğim. Arkadaşlarla bir araya geldiğimizde hep ‘gidip yurt dışındaki okullarda çalışsak, hizmet etsek’ diye konuşuyorduk. İstanbul’dayım, evime yakın bir yerde çalışıyorum. Bir konfor alanım var yani. Birilerinin bana böyle bir hedef vermesi aslında çok değerliymiş. Şimdi daha iyi anlıyorum.

EŞİMİN ÖĞRENCİLERİNİ HAFTADA 3 GÜN EVE DAVET ETTİM

Bir arkadaşım Sibirya’da bir okulda belletmenlik yapıyordu. Onun ailesi bekar gitmesine izin vermişti. O bizim hayallerimizi gerçekleştirmişti. Fakat artık dönmesi gerekiyordu. Orada Matematik öğretmenliği birini görmüş ve benimle çok uygun olduğunu düşünmüş. Onun vesilesiyle daha sonra eşim olacak kişiyle tanıştık. Bir sene nişanlı kaldıktan sonra 2004’te evlendik ve beraber Sibirya’ya gittik. Eşim Türkiye’de üniversiteden mezun olur olmaz gitmiş, 4 yıldır oradaydı. Beraber 1 yıl daha kaldık.

Öğretmen olarak gitmediğim için bir kurumda çalışamıyordum. Yapacak pek bir şey yoktu. Ben de eşimin öğrencileriyle ilgilendim. Haftada 3 gün evime davet ettim çocukları. Beraber film izledik, çay içtik, muhabbet ettik. Beraber güzel vakit geçirmek en güzel rehberlikti aslında. 2 gün de eşimin nöbetlerinde okula gidiyordum. Ben kızlarla eşim erkek öğrencilerle bu şekilde vakit geçirdik. 1 sene yaşadım orda. Sonrasında Türkiye’ye döndük.  İlk oğluma hamileydim.

-Pakistan süreci nasıl başladı?

Nisan ayında artık Türkiye’ye dönmüştük ve yine yurt dışında bir yere gitmek istiyorduk. Pakistan’da ihtiyaç varmış. Haziranda kesinleşti oraya gideceğimiz. Temmuzda doğum yapacaktım. Çok soğuk bir yerden çok sıcak bir yere, Müslüman olmayan bir ülkeden Müslüman bir ülkeye gideceğiz. Aslında o rahatlık beni mutlu etti. Sibirya da güzeldi. Aslında insanın olduğu her yer güzel ama Pakistan’ı duyunca içimize farklı bir heyecan girdi.

Sevda Arslan, çocukları Bahadır, Ayşe Selma ve Ömer Cemal (ortada) ile birlikte.

Eşim benden 3 hafta önce gitti. Telefonla aradığında “Burada elektriğin her zaman olmadığı, at arabalarının kullanıldığı Hayrpur, Multan gibi yerler var. Oralarda matematik öğretmenine ihtiyaç varmış. Muhtemelen orası olur.” dedi “Tamam” dedim ben de, kendimi ona göre ayarladım. Çok şey beklemiyoruz. Birkaç gün sonra aradığında “İslamabad olmuş, burada da ihtiyaç varmış.” dedi. Pakistan’a gittiğimde 18 Ağustos’tu sanırım. Bebeğim daha 1 aylık bile değildi.

-Pakistan hakkında araştırma yaptınız mı; nasıl bir yerdir, ne yenir, ne içilir gibi?

Dershanede beraber çalıştığım bir arkadaşım benden 2 yıl önce Pakistan’a gitmişti. Onunla haberleşiyorduk. Bana yazdığı mektuplarda Pakistan’daki hayatını anlatıyordu. “Burada hava çok sıcak. Şimdi dışarıdan çocuk sesleri geliyor. Buradaki insanları çok seviyorum..” gibi. O zamanlar Pakistan’a gideceğimi hiç bilmiyordum tabi. Hatta bir ara dönemde Türkiye’ye gelmişti. Görüştüğümüzde Pakistan’dan çokça bahsetmişti. İnsanların çok sıcakkanlı olduğunu ama İngilizce öğrenirken çok zorlandığını anlattı. “Keşke İngilizce öğrenmiş olarak gitseydim.” dedi. O da İngilizce öğrenip öğretmenlik yapmak için çaba harcıyordu.

Fakat bir yıl içinde hayallerini gerçekleştirdi. Hem İngilizce öğrendi hem öğretmenliğe başladı. Bu çok değerli bir şey. Onun hedefini görüyorsun. Yani onun sayesinde az çok biliyordum Pakistan’ı ve insanlarını. O İslamabad’da yaşıyordu ama tam ben gideceğim zaman Karaçi’ye geçtiler. Türkiye’den İslamabad’a direk uçuş yoktu. Karaçi’den gitmek gerekiyordu. Dolayısıyla ben Karaçi’ye indim ve ilk onunla görüştüm. Onun yanında kaldım bir gün. Sonra uçakla İslamabad’a gittim.

-Yeni doğmuş bebekle yalnız yolculuk yapmak kolay olmamıştır…

Aslında uçakta şöyle bir şey oldu. Sağımda ve solumda erkek yolcular oturuyordu. Benim de bebeği emzirmem gerekecek. Hostese yerimi değiştirmesini rica ettim, çok ilgilenmedi. “Kendi aranızda halledin” gibi şeyler söyledi. Uçak zaten kalabalıktı. O sırada yakın bir yerde oturan hem Pakistanlı hem Türk’e benzeyen bir kadın, yanında da 2 kızı var. Benim o sıkılmış halimi görünce “Siz buraya gelin, buradaki erkek yolcuyu oraya gönderelim.” dedi. Yerlerimizi değiş tokuş yaptık. Ve Nilgün abla ile tanışmış olduk; Pakistanlı biriyle evli bir Türk. O zaman itibarıyla 25 yıldır orada yaşıyormuş. Onlar Karaçi’den İslamabad’a devam etti, ben kaldım. Ama hiç unutmam Nilgün ablanın o desteğini. Allah, O’nu bana gönderdi gerçekten.

IŞIGI AÇINCA ODANIN KOCAMAN BÖCKLERLE DOLDUĞUNU GÖRDÜK

-Pakistan’a dair ilk izlenimleriniz, ilk hatıralarınız nelerdi?

İlk başta “Burada nasıl yaşanır?” diye düşünüyorsunuz. Uçaktan inince herkesin yaşadığı o şaşkınlığı ben de yaşadım. “Bu sıcaklık acaba uçağın motorunun havası mı?” sorusu bende de vardı. Her şey güllük gülistanlık olmadı elbette. Ben aceleciyim, bununla imtihan oldum. İlk gittiğimizde bir arkadaşın evinde kaldık, çünkü ev bulmak zor. Ben “Kendi evimize geçelim artık!” diye ısrar ettiğim için eşim bir ev bulmuş ama hiç bakmamış içine. Misafir olduğumuz arkadaşlar karı-koca çalışıyor ama ben utanıyorum o evde kalmaktan. İnsan kendini bebekle bir de yük gibi hissediyor. “Burada kalın bir hafta daha, temizleyip geçin eve.” dediler ama ben 2. gün evde kalmaya karar verdim. Gece uyumaya çalışırken bebeğin çığlık sesiyle uyandım. Yatağı açtım ki çocuğu hamam böcekleri sarmış. Işığı açınca bütün duvarların kocaman böceklerle dolu olduğunu gördük. Hayatımda hiç o kadar böcek görmedim.

Hemen yan tarafımızda yeni evli bir çift vardı, onu aradım. Bize bir odalarını açtılar. Diğer evden insanları rahatsız etmemek için çıktım, ama başka insanları yine rahatsız ettim. Ama o arkadaş için de çok iyi oldu. Eşi gidince evde korkuyormuş. Benim orada kalmam ona iyi geldi. Evi ilaçlattık. Birkaç gün sonra gittiğimizde her taraf halı gibi böcek kaplıydı. O gece eşime çok kızmıştım oysa onu acele ettiren bendim. O gece rüyamda “Her şeyin çok kolay olacağını mı sanmıştın?” dedi bir büyüğüm. O bana büyük bir ders oldu. Çünkü ben her şey olsun diye beklerken bunu yaşadım. Aslında orda başladık öğrenmeye.

-Alışma sürecinde neler yaşadınız? İngilizce bilmemekten kaynaklanan zorluklar oldu mu?

Orada bir Zeynep ablamız vardı. İlk gittiğim hafta beni bir yere davet etti. Başka bir ablanın evinde Pakistanlı hanımlarla beraber ilk defa bir İngilizce sohbet olacaktı. Arkadaşların İngilizcesi de iyi değil, herkes iki cümle söylüyor ama o kadar güzel bir ortamdı ki. “Allah’ım sen beni cennet gibi bir yere düşürmüşsün. Ne kadar gayretli bu insanlar.” diye düşündüm. İngilizcesi biraz daha iyi olanlar daha uzun cümleler kuruyor, herkes bildiği kadar bir şeyler anlatmaya çalışıyordu. Zeynep abla dedi ki: “Burada böyle başladık. Sen de ilk güne denk geldin. Var mısın beraber bir şeyler yapalım?” “Varım ama İngilizcem yok” dedim.

Sevda Hanım (soldan ikinci), eşinin öğrencileri ve ailelerini evinde misafir ediyordu.

Orada gidebileceğim bir İngilizce kursu vardı ama kimse beğenmiyordu. “Hiç gitmeyin daha iyi!” deniyordu. Bazı şeyler ezbere, kulaktan kulağa yayılıyordu aslında. Benim de küçük bebeğim vardı üstelik ve arabamız yoktu. Bizim arkadaşlar taksiye binmiyordu, güvenli olmayabileceği için. Ama benim eşim izin veriyordu. Birkaç kere gelip beni götürdü ama baktı öyle olmuyor, “Bu insanlardan bir zarar gelmez, taksiyle git.” dedi bana. Çok şükür tehlikeli bir şey yaşamadım. Bir de bebek bakıcısı ayarladım. Kurs eve epeyce de uzaktı. Bazen ders oluyor bazen olmuyordu ama “Allah’ım gayret ediyorum, buraya kadar geliyorum, beni gör!” diye dua ediyordum sürekli. Bazen bakıcı gelmeyince bebekle gidiyordum derse. Bazen hoca gelmiyordu. Orada Afganlı, Çinli kızlarla tanıştım. Pratik yaptık. Şu anda da İngilizcem iyi değil ama en azından insanlarla ilk etapta ne konuşacağımı öğrendim orda. İkinci bebeğime hamileydim, 6 ay dişimi sıktım ve gittim doğuma kadar. Orada Zeynep hocanın tavrı çok önemliydi, beni destekledi. Herkes bir şey söylüyordu çünkü, “Nasıl gidiyorsun ya bir şey olursa!” vb. Aslında biraz haklıydılar. Mesela bazı taksilerin aynaları yoktu. Arkaya bakacağı zaman kafasını çeviriyordu şoför.

‘OĞLUMUN ADI BAHADIR’ DEYİNCE AKAN SULAR DURUYORDU!

-Taksilerin kadınlar için güvenli olmadığı anlatılıyor genelde..

Çok şükür bir şey olmadı. Yanımda bir bebek vardı. İsmini soruyorlar Bahadır diyorum “Oo Bahadur Han” diyor şoför. Bahadır çok önemli bir kişinin adıymış Pakistan’da. Bir Gazneli hükümdarı varmış. Bahadır deyince akan sular dururdu. Bahadır’ı duyunca daha farklı bakıyorlardı. Bu insanlar Türk ama bizim değer verdiğimiz bir ismi koymuşlar çocuklarına, diye.. Daha doğum yapmadan ve Pakistan’a gideceğimiz belli değilken bir büyüğümüz bebeğimize ‘Bahadır’ ismini vermişti. Bu ismin hikmetlerini sonradan oraya gidince yaşadık.

-Pakistan’da ne tür faaliyetler yaptınız? Kültür farklılığından kaynaklı zorlandığınız şeyler oldu mu?

Öğretmenlik yapmadığım için vaktimi öğrencilerin velileriyle, Pakistanlı hanımlardan arkadaş çevremizle geçiriyordum. Çat pat da olsa insanlarla konuşmayı öğrendim. İlk sene biz oraya gittikten kısa süre sonra Ramazan ayı başladı. Kursa da gidiyorum. Çok sıcak hava. Okulun bahçesinde iftarlar düzenleniyor. Yemekler çok baharatlı, yağlı bana göre. Damak tadıma uymuyor ama alıyorum ve yiyorum. Hem oruçluyum, hem de ortamı bozmamak lazım. O insanların yemeklerinden yemediğinizde, sofralarına oturmadığınızda ne manası kalıyor orada olmanın?

Biz Türkler biraz önyargılıyız. Herkes bizim gibi olsun istiyoruz. Alışkanlıklarımızdan vazgeçemiyoruz. Kırılma noktaları oldu onlar benim için. Ben de yeni gelenlere hep iyi taraflarını anlattım. Olumsuzu görecekse kendi görsün. Bana olumsuz gelen bir şeyi belki o arkadaş hiç görmeyecek. Ben onu neden etkilemiş olayım? Zeynep Hoca’dan bunu öğrendim ben. Yemekleri kendi damak tadına uydurabilirsin. Acıysa üzerine yoğurt koyabilirsin. Sonra evine gidince zaten iftarını yaparsın ama o insanlarla beraber o sofraya oturmak lazım.

İnsanlarla tanışıyorum. Numaralarını alıyorum. Evime davet ediyorum. Ama telefonda İngilizce anlamak ve konuşmak çok zor geliyordu. Aksanları da farklı.  Mesaj yazarak anlaşmak daha kolay geliyordu. Eşi elçilikte tercüman olan bir ablamız vardı. Çok iyi derecede Türkçe Urduca biliyordu. O bizim dostumuz oldu. ‘Cooking Class’ yaptık, sohbetler yaptık. O tercümanımız oldu. Allah ayağımıza getirdi. Bu dil çok da önemli değil, bir şeyler yapmak istedikten sonra, yardımcı da gönderiyor Allah.

Devam edecek…

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.