Mustafa Hatipoğlu (4): Pakistan’dan Ağlaya ağlaya ayrıldım

Hizmet gönüllüsü Pakistanlı Abdurrezzak amcanın Türkiye gezileri
Kasım 12, 2021
Lahor’un aziz misafirleri (2): Nur Cihan Sultan ve Cihangir Şah
Kasım 17, 2021

Mustafa Hatipoğlu (4): Pakistan’dan Ağlaya ağlaya ayrıldım

Mustafa Hatipoğlu, PakTürk Okulları'nda öğretmenlik yaptığı dönemde...

Pakistan’a ilk giden eğitim gönüllülerinden Mustafa Hatipoğlu, röportajımızın dördüncü bölümünde, evlilik sürecini, Karaçi ve İslamabad’da yaşadığı ilginç olayları, Pakistan’dan neden ve nasıl ayrıldığını anlattı.

-Evlilik süreciniz nasıl oldu? Eşinize Pakistan’ı nasıl anlattınız?

Tatillerde Kayseri’ye gittiğim zaman evlilik için çeşitli tavsiyeler oluyordu. 2000 yılının yaz ayında rahmetli annem bir süre hastanede yatmıştı. Oda arkadaşı başka bir kadın ile tanışmış, konuşmuşlar. O kadın anneme “Bizim komşunun kızı var. Senin oğlunla evlendirelim.” demiş. Yaşlılar bu tür şeylere aracılık etmeyi sever, bilirsiniz. Annem de ‘bir kız var’ diye anlattı bana. Annem ve kız kardeşimle beraber tanışmak için gittik. Kızın babası emekli askermiş, bizi de sevdi aslında… Ama daha sonra kız kardeşimle birlikte o kızla görüştük ve vazgeçtik.

O zamanlar bir âbi “Yurt dışında okuyup, farklı diller öğrenip gelen arkadaşlar burada kız beğenmiyorlar!” demişti. Bunu duyunca çok üzülmüştüm, çok zoruma gitmişti. Sonuçta bizler oraya hizmet için gittik. Ne bitirirsek bitirelim, hepimiz insanız, aynı yolun yolcusuyuz. Ben de “Pakistan’a gelecek biri olsun; lise, üniversite mezunu fark etmez.” demiştim. Sonra arkadaşların tavsiyesi ile eşimle görüştük, nişanlandık. Sonraki yaz evlenme kararı ile ben Pakistan’a döndüm. Fakat işler ilk planladığımız gibi gitmedi.

Yine o yaz Türkiye’de iken Pakistan’da iş yapacak bir iş adamıyla tanışmıştım. Sucuk yapmak için Pakistan’dan bağırsak satın almak istiyormuş. Ben o zaman öğrendim Pakistan’da bu işi yapan firmaları. “Ben bilmem ama bir sorayım” dedim. Bu işleri yapanları bulduk Pakistan’da. O esnaf da Pakistan’a geldi, bir konteyner ürün aldı. O arada ben de nişan yapıp gelmişim Kayseri’den. Bana “Sizin düğünü yapalım, neden bir sene bekliyorsunuz?” dedi. Hazırlıklar için ailelerimiz öyle uygun görmüştü ama bu esnaf ağabey “Ben oğlan evi olurum, kız evi de kendisi düşünsün!” dedi. ‘Ben sana destek olurum’ manasında söyledi. Allah razı olsun. Ondan sonraki yıllar irtibatımız devam etti.

Türkiye’ye gittiğimiz zaman kendi ailemin evine gider gibi ilk onun evine uğrardım. O âbinin sözleri, desteği bana cesaret verdi. Müdür bey de izin verince kendi ailemden önce kayınpederi arayıp “Baba ben düğün yapmaya geliyorum!” dedim. O da, “Gel, yapabiliyorsan yap!” dedi. O cesaretle kendi aileme bile haber vermeden düğün gününü ayarladık. Eşim gelinliğini hazırladı. Ben Türkiye’ye gittim, 2 hafta içinde düğünü yaptık, eşimle beraber Pakistan’a döndük.

KOCA ŞEHİRDE SADECE İKİ TÜRK AİLEYDİK

-Eşiniz Pakistan’a kolay alışabildi mi? Neler yaşadınız bu dönemde?

Eşim kolay alışamadı maalesef. Bazı negatif şeyler vardı. Ben soygun yaşadım, onun yaşadığı kapkaç olayları oldu. Ayrıca o yıllarda Karaçi’de yalnız sayılırdık. Sadece müdür arkadaş ve biz vardık. Koca şehirde birbirini tanıyan iki aileydik. Eşimin hamilelik ve doğum sürecinde ailelerimizden kimse gelemedi, o anlamda yalnız kaldı. 2001 yılı Kasım ayında oğlum dünyaya geldi. Bir vakıf hastanesinde doğum yaptı eşim. O sıralarda Halit Esendir Bey de Karaçi’deydi. Bebek daha bir günlükken, eşimin evde bakıma ihtiyacı varken, otobüsle 12 saatte gidilen Kuetta’ya bir arkadaşın düğününe gönderdi beni. Ne gerek vardı buna tam o günlerde? Ben yokken çocuk evde rahatsızlanmış, nefessiz kalmış. Hastaneye zor yetiştirmişler. Entübe etmişler.

Ben yokken böyle bir korku yaşadı eşim. İngilizce bilmediği için de sıkıntı yaşadı o dönem. Yeni gelmişti zaten, ben öğretiyordum İngilizceyi. Çünkü Karaçi, bilhassa yabancı hanımlar için güvenli bir şehir değildir. Bizim hanımlar o zamanlar dışarı bile çıkamazdı. Evde tuz bitse ben gider alırdım. Negatif bazı olaylar da oldu orada. Ben bir soygun yaşadım. Eşimin yanındaki arkadaşı kapkaça uğradı, kadıncağızı çantasını almak için yerde sürüklemişler. Eşim o arada psikolojik sıkıntılar yaşadı, ilaç kullandı. İkinci çocuğumuz 2008’de doğdu. İkisinin adında da Pakistanlı isimleri vardır. Abdullah İkbal ve Ahsen Betül. Betül ismini çok kullanır Pakistanlılar. Oğlumun ismini Halit Bey verdi.

Ayrılırken kızım çok küçüktü, pek hatırlamıyor Pakistan’ı ama Abdullah Karaçi’deki evimizin bahçesine ağaç dikmişti, hâlâ onu söyler. Alt katta oturan ev sahibimizin biraz zihinsel engelli bir kardeşi vardı. Onunla çok iyi arkadaştılar. Annesinin yaptığı pilavı yemeyip onların evinde biryani yediklerini de çok iyi hatırlıyor. Urducayı iyi biliyordu ama unutmuş artık. Kızımız oradan ayrıldığımızda 3 yaşındaydı. Yeni yeni öğreniyordu Urducayı ama şimdi bildikleri de kalmadı.

-Yaşadığınız soygun olayı nasıl gerçekleşti?

Benim küçük, ucuz bir arabam vardı. Onu almamız da acayip olmuştu. Bir arkadaşın evine gittik. Aşağıda bir araba gördük. Eşime dedim ki “Ne kadar güzel bir arabaymış. Keşke bizim olsa!” Arkadaşa sorduk “Araba kimin?” diye. “Ev sahibimizin. Arabaları alıyor, düzeltiyor, satıyor.” dedi. “Satar mı bize?” deyince “Bir soralım” dedi. Sonra o araba bize nasip oldu. “Binin, bakın, beğenirseniz alın.” dediler. Arabayı aldım, parasını vereceğim. Elimde 300 dolar vardı. Onu bozdurmak için bir değişim dükkanına gittim. Meğer çıkınca hırsızlar beni takip etmiş. Karaçi’nin en sıcak saatleri öğlen 2-3 arası, evin önüne kadar takip etmişler.

ARABADAN İNMEK ÜZEREYKEN GELDİ, ‘PARAYI ÇIKAR!’ DEDİ

Evin önünde durdum. Arkamdan bir araba geldi, az ilerde durdu. Tam ben arabadan inmek üzereyken bir kişi inip yanıma kadar geldi. İsim, adres sorar gibi bir şeyler söyledi. Ne olduğunu anlayamadım. Tam cevap vermeye çalışırken gayet net “Parayı çıkar!” dedi. “Bende para yok!” dedim ama adam elini gömleğimin cebine attı, arabanın ruhsatını aldı. Arabanın ön tarafında duran güneş gözlüğümü, arabanın anahtarını ve belimdeki kılıfın içinden küçük telefonumu aldı. Evin önünde beni telefonsuz, parasız, anahtarsız bıraktılar. Arabasına doğru ilerlerken arkadan seslendim; “Bari ruhsatı ver, ne işine yarayacak?” dedim. Geri verdi hakikaten. Düşünün hırsızdan malımızı tekrar istiyoruz.

-Vermeseniz ne olurdu?

Vermesen orada ne olacağını bilemezsin. Silahı vardı zaten üzerinde, gösterdi. Vurabilirdi, bilmiyorum belki vurmazdı, sahte de olabilir ama gösterdi. Adamlar gidince zili çaldım, eşim balkondan baktı, “Bembeyaz olmuşsun, neyin var?” dedi. Sonra araba sahibinin oğluyla aracı iterek bahçeye aldık. Daha sonra o telefon bana geri döndü.

-Nasıl döndü?

O zamanlar kriket turnuvaları olurdu. Pakistan’daki Samsung ofisi bir çekiliş düzenledi. Ben de o sıralar eşime bir telefon almıştım. Yeni telefonla birlikte bir çekiliş kuponu verdiler. O kupondan bize telefon çıktı daha sonra. Aynı telefonun yenisini geri almış olduk birkaç ay sonra. Başka bir vesileyle o telefon geri gelmiş oldu bana. Onu hiç unutmuyorum.

O paramın gidişini de şöyle yorumluyorum: O sene söz verdiğim bir bağış miktarını vermemiştim. Miktar olarak da aynısı gitti. Hiç unutmuyorum bunu, o yüzden çoğu zaman arkadaşlara anlattım. “Verdiğiniz sözleri lütfen yerine getirin, yoksa bir şekilde o elinizden çıkıyor.” dedim. Öğrenci de olsak öğretmen de olsak imkânımız ölçüsünde az çok maddi destek veriyorduk eğitim faaliyetlerine. Bir şeye kızmıştım ama neye kızdığımı şimdi hatırlamıyorum. Telefon ekstraydı o olayda, o yüzden başka türlü geri geldi ama söz verdiğim bağış miktarını hırsız götürdü.

KAYINPEDERİM 12 VALİZLE GÖRÜNCE ŞAŞIRDI

-İslamabad’a tekrar gittiğinizde vazifeniz neydi? Neler yaptınız?

2009’da Karaçi’den başka bir ülkeye gitmek için tayin istedim. Ama başka ülke yerine tekrar İslamabad’a gelmemiz uygun görüldü. Yer değişikliği yapmış olduk. İslamabad’da sadece idarecilik yaptım. Anaokulu ve ilkokulun müdürüydüm. Aynı zamanda ilkokulların zümre başkanıydım. Bütün okullara broşürler, basılacak kitaplar gönderiyorduk. Arkadaşların rehberlik dersleri için hazırladığı İngilizce dokümanlar vardı. Onları kitapçıklar haline getirdik. Fotoğrafları, yazıları hazırladık. Karikatürler, resimler, boyamalar, hikayeler vardı içeriğinde. Sonrasında Pakistan’daki tüm okullara dağıttık.

-Pakistan’dan ayrılma sebebiniz neydi?

2000 yılında evlendiğimde kayınvalidem “Kızımı on yıllığına yurt dışına gönderiyorum.” demişti. Biz de 10 sene dolmadan başka yerlere gidelim, başka şeyler öğrenelim diye tayin istemiştik. Yoksa benim Pakistan’da hiçbir sıkıntım yoktu. En son dönemde İslamabad’da genel müdürlüğe çok yakın bir yerde yaşıyorduk. Eşim de hanımların hizmetleriyle ilgileniyordu. Sohbetler yapıyordu, araba kullanıyordu. Diğer eğitimci arkadaşlarla da ilişkilerimiz çok iyiydi. Hiçbir sıkıntımız yoktu. Böyle bir ortamda kayınvalidemin “10 yıl doldu hadi artık gelin!” şeklindeki baskılarından dolayı ayrılmak zorunda kaldık. “Yurt dışında bizim hizmetimiz var, ne gerek var oraya gelmemize?” diyordum ama eşim evin tek kızı gibi büyüdüğü için çok düşkündü, “İlla kızım yanımda olsun” diyordu.

Ağlaya ağlaya ayrıldım Pakistan’dan. Yazın en son Fesih Bey vardı genel müdürlükte. O bile dayanamadı, ağlayarak vedalaştık. Çok güzel anılarım oldu. 12 valizle Kayseri’ye gittik. Havaalanında kayınpeder bizi dolmuşuyla karşıladı. Bavulları görünce şaşırmış. “Bunlar her zaman böyle gelmiyorlardı, hayırdır inşallah!” demiş, ama bir şey sormadı. 3 ay Kayseri’de kaldık. Sonra Arnavutluk’a gitmeye karar verdik. Oradan Türkiye’ye gidiş gelişimiz daha kolay oldu. Ailelerimiz de arada bizim yanımıza geldi. Bilhassa sonraki dönemde Türkiye’de hizmet insanları sıkıntı yaşadı, tutuklandı. Onları görünce kayınvalidem “İyi ki buraya gelmemişsiniz!” dedi. Arnavutluk’a geldik ama yine de yemeklere katmak için Pakistan baharatları ısmarladık. Arkadaşlar gönderdi. Eşim hâlâ evde biryani gibi Pakistan yemekleri yapar.

Devam edecek…

***

Üçüncü Bölüm: Eğitimci Mustafa Hatipoğlu (3): PakTürk öğrencilerinin ilk âbileri biz olduk

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.