PakTürk Okulları’nda Matematik öğretmenliği yapan Hacer Bahar Çokarslan, röportajımızın 3. bölümünde evlilik sürecini ve bu durumun yaptığı hizmetleri nasıl etkilediğini anlatıyor. Pakistanlı velilerle çok sıkı dostluklar kurduklarını ifade eden Hacer öğretmen, “Bazı velilerimizle kardeş gibi yakın olmuştuk.” diyor.
-Lahor’dayken evlendiniz ve tekrar İslamabad’a döndünüz. Evlilik sürecinizi ve eşinizi biraz anlatır mısınız?
Pakistan’daki 2. yılımda 1 Ağustos 2014’te evlendim ve İslamabad’a gelin geldim. Arkadaşlara “Anladım ki dünya yuvarlak, başladığım yere geri döndüm çünkü!” diyerek espri yapıyordum. Eşim Hakan Çokarslan, 2005’te belletmen olarak gitmiş Pakistan’a ve Kuetta’da üniversitede Bilgisayar bölümünde okumuş. Bombalama olaylarından dolayı sık sık okullar kapatıldığı için çoğu zaman okula gidememişler. Öğrencilik hayatı uzun sürmüş, 7 yılda bitirebilmiş. İlk başta iyi Urduca bildiği için farklı işler yapmış ama sonrasında öğretmenliğe başlamış. Evlendiğimizde İslamabad’da öğretmenlik yapıyordu. Urducayı anadili gibi konuşuyordu. Bazen beraber aile ziyaretleri yapıyorduk. Aile dostlarımız olmuştu zamanla. Toplam 13 yıl kaldı Pakistan’da. Şimdi buradaki okullarda mesleğine devam ediyor.
-Artık evli ve kendi evi olan bir öğretmen olmak öğrencilerle iletişiminizi nasıl etkiledi?
İslamabad’da kız lisesinde çalışmaya başladım. Rehberlik olarak da tamamen liselilerle ilgilendim. Onlarla daha iyi ilişkiler kurabiliyordum. Yurtta kalan öğrencilerim vardı. Evime alabiliyordum artık onları. Daha rahat ilgileniyordum. Hatta Lahor’daki yurttan eski öğrencilerimi İslamabad’a davet etmiştim. Kendi evimde okuma programı yaptık. Daha yeni hamileydim o dönemde. Belletmen ablalarıyla beraber 15 kişi bizim evde bir hafta kaldılar.
Beni etkileyen şeylerden biri şu oldu orada: Ben Türkiye’de öğrenciyken hamile bir öğretmenimizin evinde program yapmıştık. Onun gayretinden çok etkilenmiştim. Bizim için uğraşıyordu. Yaptığı işlerde yardımcı olmaya çalışıyordum program sırasında. ‘Ben de onun gibi yapacağım’ diye düşündüğümü hatırlamıyorum ama İslamabad’da o aklıma geldi. Lahor’daki öğrencilerim yaşça küçüktü. Sık sık kucaklardım onları. Hele bir tanesi vardı, “Soft pillow’um benim!” derdim. Onlarla veli ziyaretlerine giderken yurttaki öğrencileri de alıyordum yanıma. Servise doluşup gidiyorduk kucak kucağa. O küçük kızı kucağıma alırdım o zaman. İslamabad’a geldikleri zaman yine sarıldık ama hamile olduğum için kucağıma almayınca şaşırdılar ve sonradan öğrendiler. İslamabad’da öğrencilerimi evime almak çok hoş oluyordu. Ev ortamında farklı şeyler konuşmak daha mümkün. Beraber sevdikleri Türk yemeklerini yapıyorduk.
-Seviyorlar mıydı Türk yemeklerini?
Hepsini değil tabi ki. Börek seviyorlardı genelde. Ben saatlerce uğraşıp sarma yapıyordum, onlar yaprağı açıp içindeki pirinci yiyorlardı sadece. Lahor’da yurtta kalan çocukların okuma programını yine yurtta yapıyorduk. Çocuklar için değişiklik olsun diye yurdun mutfağında özel menüler hazırlıyorduk. Market alışverişini ona göre kendimiz yapıyorduk. Bazen de Pakistan yemeklerini öğrencilerle beraber hazırlıyorduk. ‘Bat karayi’ denilen kremalı bir tavuk yemeği var, öğrencilerim öğretmişti. Fazla baharatlı değil. Bu yemekle ilgili bir de anım var. Oğlum daha on aylıktı. Bir program sırasında bakıcısına kendisi yesin diye bu yemekten vermiştim. Ama o çocuğa da yedirmiş. Bir tabak yedi diye seviniyordu. Ama sonra çocuğun midesi bozuldu. Meğer çiğneyemediği için direk yutmuş ne verdiyse. Yediği her şeyi çıkardı. Uzun süre tavuk yemedi ama sonradan sevdi. Şimdi hepimiz seviyoruz.
Bazen oğlumu alır yurda öğrencilerin yanına gider, gece de orada kalırdım. Öğrencilerin çok hoşuna giderdi. Sınav döneminde, bilhassa yurtta kalan çocuklar için küçük de olsa hediye paketleri hazırlıyordum.
‘TÜRK ÖĞRETMENLER ÇOCUKLARINI SEVMİYOR MU?’
Yine Lahor’da, yurtta program yapmak için öğrenciler gelmişti. Tuvaletler temizlenmemişti henüz. Girip ben temizlik yaptım. Öğrencilerin dikkatini çekmişti bu. Çünkü bilhassa büyükşehirlerde öğrencilerin gelir seviyesi daha yüksek olduğu için evlerinde ‘bacı’ denilen hizmetçiler var. Kendileri evlerinde bile temizlik yapmaz. Bazen okulda, yurtta bile çöpleri yerlere atarlar. Çünkü, arkadan bir bacının gelip temizlemesine alışmış. Bunlar varken, bir öğretmen kimliğinle senin lavaboları temizlemen onlara değişik geliyordu. Oradaki fedakarlığı görüyorlardı.
Pakistan’da yazılı olarak yer almasa da halk arasında kast sistemi devam ediyor, acı ama gerçek bu. Zengin çok zengin, fakir çok fakir… Ama okulda bütün öğrenciler eşit oluyordu. Biz de herkese eşit davranıyorduk. Okulda çalışan personele insan olarak bizden farkı olmadığını hissettirmek istiyorduk. Hepimiz insanız ve herkese, insana yakışır şekilde muamele ediyorduk. Yurtta kalan öğrenciler bizi daha iyi anlıyordu. “Ben abla olacağım” derlerdi birbirlerine.
Bir gün öğrenciler, öğretmenler bir araya geldik, özel bir program yapıyoruz. Küçük bir çocuğun ağladığını duyduk. Benimki miydi başka bir arkadaşın çocuğu mu hatırlamıyorum şimdi. O anda herkesin telaşı olduğu için kimse bakamadı sanıyorum. Öğrencilerden biri “Siz Türk öğretmenler çocuklarınızı sevmiyor musunuz ki, ağlıyor ama ilgilenmiyorsunuz” dedi. Konuyla o kadar denk geldi ki o anda Rabbim söyletti. “Fedakarlık işte, hizmet böyle bir şey. Kendi çocuğundan öte başkasının çocuğu için uğraşıyorsun. Boşuna mı burada yurtta kalıyoruz? Sizler için her şey!” dedim.
Oradaki duyguyu vermek istiyordum. Enaniyet değil de, başkası için bir şeyler yapabilme duygusu. Çocuklar onu fark etmişti. Sen kendi çocuğunu ihmal edercesine onlarla ilgileniyorsun. Ama “Ben oralara dönmeye değil ölmeye gidiyorum” diye bir söz kullanmadım, Allah biliyor. Çünkü çok iddialı konuşup da imtihan olmak da var.
-Velilerin size karşı yaklaşımı nasıldı?
İslamabad’da artık kendi evim olduğu için velileri de evime davet ediyordum. Bilhassa hamilelik döneminde eve davet etmek yollarda gidip gelmekten daha kolay oluyordu. Onlara Türk yemekleri yapıyordum. Bazı veliler kendi ailesine bile anlatmadığı sıkıntılarını bana anlatırdı, bir kardeş gibi dert ortağı görürlerdi. Kayınvalidesiyle yaşadığı problemleri anlatırdı kimisi. Böyle şeyler en yakınlarla ancak konuşulabilir. Bizleri onlara sevdirten Allah’ın (cc) lütfu bunlar. O nasip etmese olmazdı. Özellikle son dönemde daha farklı boyutta idi velilerle iletişimimiz. Okula gidemediğimiz dönemde destek oldular. Hâlâ görüştüklerimiz var. Amerika’dayız ama bir velimiz hâlâ arayıp maddi durumunuz nasıl diye soruyor. Pandemi döneminde sıkıntıda mıyız, diye soruyor. Hâlâ dertleniyorlar bizim için.
-İlk evladınız Pakistan’da dünyaya geldi. Doğumda yalnız mıydınız? Ailenizden gelen oldu mu?
Sağlık imkanları açısından bir eksiklik yaşamadım. Doktorum çok iyiydi. Ben sancı çekerken okuyacağım duaları söylüyordu. Ağzı dualı insanlar. Benim bilmediğim duaları söylüyordu ‘şunu oku, bunu oku’ diye. Ben öğrencilerimin yanında Kur’an okumaya utanırdım, onlar çok güzel okurlardı. Ben harfleri onlar gibi tam çıkaramazdım. Doktorum çok iyiydi. Sezaryen olduğu için dikişlerde enfeksiyon oluştu. Sürekli doktorla irtibat halindeydik. Sonradan da görüştük onunla Pakistan’da iken. Evimize iftara davet etmiştik. Çocuklarını bizim okullara kaydettirmişti. Hatta Amerika’daki 2. doğumumda bile uzaktan da olsa destek verdi bana.
İLK GELENLERİN YAŞADIĞI ZORLUKLARI BEN YAŞAMADIM
Annem yanımıza geldi ama oğlum beklenenden erken doğduğu için doğuma yetişemedi. 5 günlükken geldi Pakistan’a, 82 gün kaldı. Annemi ben hep gözü yaşlı hatırlarım. Ben 5-6 yaşlarındayken köyden kente göç yaşadık. Ailem şehre taşındı ama ben babaannemlerde kaldım okul başlayana kadar. Lisede ilçedeki Anadolu öğretmen lisesini kazandığım için bir müddet yurtta kaldım. Sonra Kütahya merkeze nakil oldum ama bir süre ayrı kaldım evden.
Üniversitede zaten yazları dahil evde değildim. Bayramdan bayrama görüşüyorduk nerdeyse. Annem beni hep ağlayarak uğurlardı. Ben de ağlardım ama teselli ederdim “Ben de üzülüyorum ama bunlar geçici ayrılık. Burada ne kadar beraber olsak da yine doyamayacağız ki, Cennette beraber olacağız inşallah” derdim.
Pakistan’ı yokluk yeri olarak düşünüyordu. Ben de tatilde giderken yanımda bisküvi vb. şeyler götürüyordum “Bak her şey var orda!” demek için. Hatta bazı ablalar Türkiye’ye giderken et kavurup götürürdü. Pakistan’da et ucuz çünkü. Bir keresinde ben de götürmüştüm. Annem Pakistan’a geldiğinde de gördü yaşadığımız şartları. Bizim Türkler olarak kendi aramızdaki samimi ilişkimizi de gördü. Evimizde her şeyin olduğunu görünce rahatladı.
İlk gidenlerin yaşadığı zorlukları ben yaşamadım. Hayrpur, Kuetta gibi yerlerdeki hayat şartlarını ilk gidenlerden dinlemiştim. Gezmek için gitmek bile nasip olmadı oralara. Ben nispeten daha gelişmiş zamanında gittim Pakistan’a.
-Pakistan’ın toplumsal ve kültürel hayatına dair en çok dikkatinizi çeken neler vardı?
İlk olarak ‘bir sünneti yerine getirmenin 100 şehit sevabı kazandırdığı’ hadisine uyarak sünnete bağlılıkları beni çok etkilemiştir. Hiç bir kısaltmaya maruz bırakılmayan, uzun uzadıya verilip alınan, hatta Hristiyan olanların bile söylediği, beşikteki bebeğin uyandığında duyduğu ilk kelamın “assalamunaleykum” olması. Birbirinden ayrılırken “Seni koruyup kollayan, hıfzeden Hafiz olan Allah’a emanet ediyorum” demenin en güzel hali “Allah Hafeez”. Kara sürmeli bebek gözleri, tıraş edilmiş bebek saçları, erkek bebeklerinin erkenden sünnet edilmesi. (Bu sünnetlerden elhamdülillah oğlum da payını aldı. Pakistan standartlarına göre 29. gününde saçlarının traş edilmesi, geç kalınmış bir sünnetti ama olsun. Biz biraz Türklük katmış olduk. Taha’nın da saçını traş etmeyi ihmal etmedik)
Ayrıca Pakistan’da bazı aileler evlerini mevlid kandili öncesinde düğün evi gibi ışıklandırır ve günlerce öyle kalır. Evlerin önlerine çadırlar kurulur, naatlar okunur ve herkese yemek dağıtılır. Ramazan ayları çok renkli geçer orada. Sünnete çok riayet ederler. Ramazan ayı başlarken market rafları her gün pişecek ‘pakora’ için ‘besan (nohut unu)’ ve iftar sofralarının assolisti ‘biryani’nin pirinci ile doldurulur. Müthiş bir alışveriş yoğunluğu yaşanır. Kıyafet, takı, kına dükkanlarına rağbet artar. Aslında bu manzaralar beni çocukluğumdaki Ramazanlara götürüyordu. Yıllar geçtikçe Türkiye’de göremediğimiz Ramazan manzaralarının Pakistan’da devam etmesi benim için orayı unutulmaz kılıyordu. Yol kenarlarına muhtaç insanlar için iftar sofraları kurulurdu. Hatimle kılınan teravih namazları ve bu bereketi kaçırmamak için nazikçe iftar davetini reddeden ya da teravihten önce kalkmak şartıyla gelen davetliler de unutulmaz.
Şüphesiz Pakistani tatlardan da bahsetmeden olmaz. Misafir menülerimin kurtarıcısı ‘white karahi’, özellikle Ramazan ayında en az bir kez yapmayı ihmal etmediğim, bir anlığına bile olsa Pakistan’a gidip gelme sebebim ‘Pakora’. Pakistan özlemim tavan yaptığında, “çay koy keçeli” misali iki fincanlık yapılan ‘doothpathi’, öksürük ve nezle kurtarıcısı ‘Joshanda’ ve biryani. (Bunların malzemelerini buradaki Asian marketlerde bulabiliyorum çok şükür.)
Devam edecek…
***
İkinci Bölüm: Matematik Öğretmeni Hacer Bahar Çokarslan (2): Bu benim işim değil, Allah dilerse seni öğrencilere sevdiriyor!
No Comment.