Eğitimci Taner Koçyiğit, Pakistan tarihinin en büyük tabii olaylarından biri sayılan 2010 yılındaki sel felaketini ve yıkımın neden çok büyük olduğunu yazdı. PakTürk Okulları olarak felaket bölgesine ilk olarak nasıl ulaştıklarını ve nelerle karşılaştıklarını anlattı.
Otuz Birinci Bölüm:
Pakistan’da her sene Mayıs-Ağustos ayları arasında yağan meşhur muson yağmurları vardır. Dolayısıyla her yıl ülkenin değişik yerlerinde irili ufaklı seller meydana gelir. Bazen bu seller uluslararası medyada büyük haber de olur. Ancak Pakistan’da alışageldik bir olay olduğu için yerel medyada pek yer bulmazdı ve bizler de pek duymazdık. Yıllar içinde birkaç kez Türkiye’den ailem veya arkadaşlarım telefon açıp “Hayırdır? Sel olmuş, birçok insan hayatını kaybetmiş!” derlerdi. Çoğu zaman sel haberini onlardan duyardık. Gelişmiş ülkelerde şehirleşme, altyapı belli standartlarda olduğu için can kaybı sadece çok büyük sellerde olur. Ama Pakistan gibi nüfusunun neredeyse yüzde 70’inin kırsal bölgelerde ve derme çatma kerpiç evlerde yaşadığı ülkelerde bu ölümler ne yazık ki küçük taşkınlarda dahi yaşanır. Çünkü büyük şehirlerde dahi yeterli olmayan kanalizasyon sistemi kırsal kesimlerde o dönem hiç yoktu. İnsanlar kırsal kesimlerde dere yataklarına veya kendilerine gösterilen herhangi bir yere evlerini yapıp hayatlarını idame ettirmeye çalışıyorlardı.
Pakistan’daki köylerde insanlar genelde toprak ağalarının verdiği küçük araziler üzerine inşa ettikleri kerpiç evlerde yaşar. Çoğunlukla şahit olduğumuz şekilde köylüler evlerinin önündeki küçük araziyi ekip biçer, az sayıdaki çiftlik hayvanlarına bakar, yılda bir kez de ağanın Ramazan ayı başlarken verdiği bir çuval kırık pirinç veya başka nevaleyle hayatlarını idame ettirmeye çalışırdı. Hiçbir sosyal hakları olmadan yıl boyu köyün sahibi olan ağanın tarlalarında ırgatlık yapan ve onların servetlerine servet katan köylüler ne yazık ki ülkenin acı gerçeklerindendir. Yaklaşık 90 yıl süren İngiliz hakimiyeti döneminde yöneticiler belirledikleri nüfuzlu kişilere verimli toprakları ve bu toprakların üzerinde yaşayan ve çalışan herkesi “Senindir!” diyerek vermişler. Günümüzde Hindistan coğrafyasında bulunan ‘kast sistemini’ kaldırdıklarını söyleyip neredeyse hiç farkı olmayan ‘toprak ağalığı sistemine’ pek dokunmamışlar. O zamanlar kırsal alanlarda yaşayanları kontrol altına alabilmek için oluşturulmuş bu sistem zamanla yerleşmiş ve bu topraklarda yaşayan insanlar artık hayatta kalabilmek için arazilerin tapulu sahibi olan ağalara hizmet etmek zorunda bırakılmış.
Bu kadar büyük seli hiç kimse beklemiyordu
Çok büyük sosyal adaletsizliğin göze çarptığı kırsal bölgelerdeki bereketli topraklar, bu özelliklerini Himalayalardan doğup gelen İndus Nehri’nin beş büyük koluna borçludur. Pencap eyaletinin adı da zaten Farsça da ‘beş su’ manasına gelen ‘penç ab’ dan gelir. Bu sistem haliyle ülkenin yol, köprü ve altyapı gelişimini de olumsuz etkilemiş. Şehirler, ilk zamanlarda yeterli planlama ve fizibilite çalışmaları yapılmadan kurulduğu ve genişlediği gibi köy ve kasabalar da ağaların veya gücü elinde bulunduran kişilerin isteklerine göre şekillenmiş. Yine ihmaller sonucunda nehirlerin gerekli ıslah çalışmaları yapılmamış, bir sel riskine karşı suyu yerleşim yerlerinden uzak tutacak tedbirler alınmamış.
2010 yılının temmuz ayının son günleriydi. Pakistan en sıcak günlerinden birini yaşarken kuzey eyaletlerde çok aşırı yağmurdan dolayı sel meydana geldiğini ve yüzlerce binanın yıkılıp on binlerce kişinin evsiz kaldığını, bine yakın kişinin vefat ettiği haberini duyduğumuzda benim de bulunduğum Lahor ve etrafındaki şehirlerde henüz bir problem göze çarpmıyordu. Bizler haberi ilk duyduğumuzda yine sınırlı bir bölgeyi ilgilendiren âfet olduğunu zannetsek de birkaç gün içinde kuzeyden gelen selin Pencap eyaletinin orta bölgesi ile Sind eyaletinin kuzeyine uzanan bir bölgede yıkıma neden olduğunu, milyonlarca insanın evsiz kaldığını, yolların kapandığını, insanların çok büyük bir felaketle karşı karşıya kaldığını öğrendik.
Olayın boyutunu anlayınca hemen yardım götürdük
Çok şaşırmıştık, ama şaşıran sadece biz değildik, hemen hiçbir Pakistanlı arkadaşımız bu derece büyük bir sel felaketi olabileceğine ihtimal dahi vermiyordu. Hatta sonradan duyduğumuza göre Pakistan meteoroloji idaresi, 21 Temmuz’da başlayan yağmurların ülkenin kuzey bölgelerinde ciddi bir sele sebebiyet verebileceğini öngörmüş ve o eyaletleri uyarmıştı. Buna karşılık ülkenin orta ve güney bölgeleri için herhangi bir uyarı verilmemiş, birçok insan sele hazırlıksız yakalanmıştı.
Biz Lahor’da sel felaketinin boyutlarının tahmin edilenden çok daha fazla olduğunu yerli arkadaşlarımızdan duyar duymaz velilerimize sel bölgesine gideceğimizi ve bir kamyon dolusu gıda malzemesi götürmeyi planladığımızı söyledik. Birkaç arkadaşla işi koordine edip afetin üçüncü günü sabahında okulumuzun velileri tarafından bağışlanan iki kamyon dolusu gıda malzemesini de alıp Multan’a yakın Muzaffergarh bölgesine doğru yola çıktık. Bu sırada dünyanın herhangi bir yerinden hiçbir yardım kuruluşu henüz sel bölgesine ulaşmamıştı. Pakistan doğal afetler koordinasyon merkezi de o anda bölgede yoktu. Daha önce hiçbirimiz sel felaketi görmediği için nasıl bir durumla karşılaşacağımız hakkında herhangi bir bilgimiz yoktu. Selzedelere yardım edebilmek için gerekli teknik altyapıya da sahip değildik. Ne yazık ki bunu sel bölgesine vardığımıza araçların ve yolların sel altında kalması yüzünden gidemediğini görünce anladık.
Sel mağdurları bizi görünce sevinç çığlıkları attı
Yollar kapanmış, yüzlerce araç yollarda kalmış, birçok araç devrilmiş ve en kötüsü insanlar yüksek tepelere çıkmış ve kendilerine ulaşacak birkaç ekmek veya içme suyu bekliyorlardı. Bizden önce gelen bazı yardım kamyonları ne yazık ki koordine eksikliği ve insanların çaresiz olmasından dolayı yağmalanmıştı. Bu yüzden biz giderken birçok kez bu konuda uyarıldık, hatta bir yerde yol ordu tarafından kapatılmıştı. Bize, “Buradan sonra ilerlemeniz yasak. Tüm yardımları bize vermelisiniz; dağıtım yapmanız kendi güvenliğiniz için uygun değil!” diyerek götürdüğümüz tüm malzemelere el koymak istediler. Ama biz emanetleri ihtiyaç sahiplerine bizzat ulaştırmak istediğimizi ve daha çok yardım getirebilmek için felaketin boyutunu yerinde görmemizin önemli olduğunu anlatınca askerler bize yardımcı olmaya karar verdi. Kendi askeri botlarını bize tahsis ettiler ve yanımıza da iki personel verip henüz ulaşılmayan köylere elimizdeki yardımları götürmemizde yardımcı oldular.
Bot ile yaklaşık 10 dakika evlerin çatı hizasından geçerek ulaştığımız bir tepecikte 100’e yakın insan mahsur kalmıştı ve bizi gördükleri andan itibaren sevinç çığlıkları atmaya başladılar. Askerleri de yanımızda görünce sıraya girdiler ve bota sığdırabildiğimiz tüm yardım malzemelerini teker teker selzedelere dağıtıp hemen ikinci postayı ulaştırabilmek için geri döndük.
O gün askerlerin yardımıyla elimizdeki tüm yardım malzemelerini dağıttık. Ardından yine askeri personelle bir sonraki yardım programımız hakkında konuşup Multan’daki okulumuza gittik. Geceyi orada geçirdik çünkü Lahor ile sel bölgesinin arası yolların da yıkılmasından dolayı yaklaşık sekiz saat sürecekti. Multan’daki arkadaşlarımız sağ olsunlar bizleri en iyi şekilde ağırladı. Ertesi gün Lahor’a geri dönüp gözlemlerimizi hayırseverlere anlattık. Acil insani yardım toplanması için kendi çapımızda bir seferberlik başlattık.
Devam edecek…
***
Otuzuncu Bölüm: Lahor’da yeni okul için yapılan ilk bağış toplantısı
No Comment.