Araştırmacı Doğan Yücel, 10 asırdır Lahor’un başmisafiri kabul edilen Gazneli mutasavvıf Ali Hacveri’yi ve türbesinin de bulunduğu camiyi ziyaretini yazdı.
Lahor’da bir gün arkadaşlarla otururken cumartesi günleri sabah namazını şehrin önemli camilerinden birinde kılmayı planladık. İlk cumartesi Data Darbar olarak da bilinen, haziresinde Hz. İmam Ali Hacveri’nin medfun bulunduğu camiye gitmeye karar verdik. Gelin isterseniz önce ismine büyük bir cami inşa edilen ve üniversite kurulan bu mübarek zatın kim olduğuna bakalım. Sonra hikâyemize devam edelim.
Lahor’un aziz misafirlerinin en tanınmış şahsiyetlerinden biri şüphesiz tam on asır önce vefat eden İmam Hacveri’dir. Künyesi, Ebü’l-Hasen olup ismi, Ali bin Osman bin Seyyid Ali bin Abdurrahmân el-Cullâbî el-Hucvîrî el-Gaznevî’dir. Daha çok Ali Hacveri (veya el-Hacveri) ve hürmetle Dâtâ Ganj Bahş olarak bilinir. Sultan Gazneli Mahmûd zamanında 400 (m. 1009) senesinde Gazne’de doğdu. Miladi 11. yüzyılda Afganistan’dan yeni fethedilen bölgeye yerleşen sûfi, fakih ve vaizdir. Tasavvufa dair Farsça yazılmış bilinen en eski risale olarak kabul edilen meşhur Keşfü’l-Mahcûb’un müellifidir.
İslamiyeti alt kıtaya yayan isimilerdin başında
Aslen Gazneli olan Ali Hacveri, Gazneliler İmparatorluğu topraklarını gezmiş ve sohbetler etmiştir. Bağdat’ta bir süre yaşadıktan sonra hicri 431 yılında Lahor’a yerleşmiş ve gayretleriyle İslam’ın bölgede yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Rivayetlere göre, şehirde bir mescit inşa etmiş ve gece gündüz hadis, tefsir dersleri yapmıştır. Bölgede tanınan sûfi evliyalardan olmuş ve ömrünün son yıllarında Keşf-ül Mahcub’u derlemiştir. 1072’de Lahor’da vefat etmiş ve şehrin aziz misafirlerinden birisi olmuştur. İslamiyeti Hindistan alt kıtasında yayan en önemli şahsiyetlerden biri olarak tanınmaktadır.
Keşf-ül Mahcub’la birlikte dokuz kitap kaleme almıştır. Farsça yazılan eser, tasavvuf üzerine bilinen en eski risaledir. Eser, kendisini sünni tasavvufun çeşitli yönlerine bir giriş olarak sunar ve ayrıca İslam ümmetinin o döneme kadarki büyük evliyalarının biyografilerini bulundurur. Keşfü’l Mahcub, Ali Hacveri’nin günümüze ulaşan tek eseridir. Mısırlı mutasavvıf Ebu-l Azam bu eseri Arapçaya çevirmiştir. Eserin Türkçeye çevirisini 1982’de Süleyman Uludağ yapmıştır. Ayrıca bu eser üzerine Saruhan’ın 2018 yılındaki ve Shah’ın 2007’deki makalesi gibi hem Türkiye’de hem de Pakistan’da epeyce çalışma mevcuttur. Diğer İslam ülkelerinde de bu eser üzerine ilmi araştırmalar bulunmaktadır.
Lahor’un başmisafiri kabul ediliyor
Keşf-ül Mahcub’un mütercimi Reynold Alleyne Nicholson ayrıca Ali Hacveri’nin diğer eserlerinin listesini de yayınlamıştır:
Hz. İmam Ali Hacveri günümüzde bölgenin Müslüman halkı tarafından Lahor’un baş misafiri olarak hürmet görmeye devam ediyor. Neredeyse Güney Asya’da en çok hürmet edilen velilerdendir. Data Darbar olarak bilinen kabri, mutasavvıflarca Güney Asya’da en çok ziyaret edilen türbelerden biridir. Yıllık ziyaretçi sayısı ve külliyesi bakımından Pakistan’ın en büyük türbesidir ve 1960’da kamulaştırılmıştır. Pencap Evkaf ve Din İşleri Departmanı tarafından idare edilmektedir. 2016’da Pakistan hükümeti, Ali Hacveri’nin üç günlük ölüm yıldönümünün başlangıcını anmak için 21 Kasım tarihini resmi tatil ilan etmiştir.
Büyük mutasavvıfların hemen çoğunda olduğu gibi, soyu babası tarafından doğrudan Hz. Hasan ve Hz. Ali’ye ve dolayısıyla Hz. Peygamber’e (sas) dayanır. Hz. Ali’nin sekizinci nesil torunudur. Keşfü’l Mahcub’da kayıtlı otobiyografik bilgilere göre, Hacveri Gazne İmparatorluğu’nu ve ötesini dolaşarak Bağdat, Nişabur ve Şam’da hatırı sayılır bir zaman geçirmiş ve önde gelen birçok insanla tanışmıştır. Çeşitli hocaların yanında Hanefi, Sünnî mezhebi fıkhını tahsil etmiştir. Tasavvufi yönünün hocası Huttalî vasıtasıyla el-Hüsrî, Ebû Bekir Şibli (ö. 946) ve Cüneyd-i Bağdadi’ye (ö. 910) dayandığı rivayet edilmektedir. Irak’ta yaşadığı kısa süre içerisinde bir evlilik de yaptığına inanılmaktadır. Hace Garib Navaz, Ali Hacveri’nin kabri üzerine Farsça olarak şu beyti nakşetmiştir;
گنج بخش فیضِ عالَم مظہرِنورِ خدا
ناقصاں را پیرِ کامل ، کاملاں را راہنما
“Alemin lütfunun hazinesi, Huda’nın nur saçanı
Kâmil-i pirdir kusurluya, rehber-i pür-kâmil”
Âmâ dilenci kolumdan yakaladı
Hikâyeye dönecek olursak; karar aldıktan sonra ilk cumartesi sabah namazına dört arkadaş gittik. Arabayı caminin altındaki park yerine bıraktık. Girişte arkadaşların ikisi terlikle biri ayakkabıyla gelmişti. Terlikle gelenler kendi terlikleriyle ayakkabıyla gelense çıkışta satın aldığı bir terlikle eve döndü. Ben de ayakkabıyla gelmiştim ama terlikle dönmek istemiyordum. O yüzden ayakkabılarımı bir poşetle elime aldım. Namaz sonrası birisi niye camiye ayakkabıyla girdiğimi sordu. Ben de “Ayakkabılar ayağımda değil, gördüğün gibi elimde!” dedim. Bu söz üzerine biraz tartıştık. Birileri hemen araya girip beni uzaklaştırdı.
Bir âmâ dilenci vardı, para istedi. Vermeyince kolumu yakaladı. Âmâ olmadığını biliyordum ama kesinleşmiş oldu. İçeride mermerler üzerinde geceleyen en az 5.000 insan vardı. Hepsi de etraftaki dükkanlarda çalışan Pencab’ın değişik köylerinden gelen insanlardı. Kira vermemek için burada yatıyorlardı. Üstlerinde bir çarşaf ve başlarının altında ufak bir yastıkla her gece mermer üzerinde geceliyorlar.
Namaz sonrası türbenin hizasında fatihalarımızı okuduk ve çıktık. Hayır yapmak isteyenler sabahları burada türbenin bakımını yapanlar için yemek yardımında bulunuyor. Caminin projesini İslamabad’daki Faysal Camii’nin de mimarı olan eski Ankara Valisi Vedat Dalokay çizmiştir.
Kaynaklar: