Eğitimci Fatma Esra Tosun (4): Pakistan halkı sevinçte de acıda da bizimle beraberdi

İslam’ı alt kıtaya yayan, Lahor’un aziz misafiri: İmam Hacveri
Şubat 20, 2022
Pakistan’da kahvaltı kültürü ve bir Türkmen sofrasında yaşananlar
Şubat 25, 2022

Eğitimci Fatma Esra Tosun (4): Pakistan halkı sevinçte de acıda da bizimle beraberdi

Fatma Esra Hanım, Pakistanlı dostları ile farklı etkinliklerde sık sık bir araya geliyordu.

Pakistan’ın farklı şehirlerinde 13 yıl öğretmenlik ve idarecilik yapan Fatma Esra Tosun, Pakistan halkının her zaman yanlarında olduğunu belirterek, “İmkan olsa bugün yine giderim oraya” diyor. Son dönemde çocuklarıyla birlikte güvenlik sıkıntıları yaşamış olsa da, Pakistan’daki arkadaşlarını, öğrencilerini hatırladıkça adeta burnunun direğinin sızladığını söylüyor. Tosun, röportajımızın son bölümünde kaçırılma korkusu ile geçen günlerini, bu korkuların sebep olduğu hastalığını ve zor döneminde yardımına koşan Pakistanlı dostlarını anlatıyor.

-Pakistan size göre nasıl bir ülkeydi? Toplum yapısı ve kültürel anlamda gözlemleriniz nelerdi?

Bir ülkeye gittiğinde eğer insanların doğumuna, ölümüne, düğününe gitmemişsen orayı gerçekten tanıyamazsın. Şu anda yaşadığımız ülkede maalesef güvenlik sorunlarından dolayı biraz daha izole bir hayat yaşıyoruz. Irk ayrımcılığı olduğu için halkı o kadar tanıyamıyorsun ama Pakistan’da girmediğimiz yer yoktu. Köyüne, kasabasına, dağına, bayırına kadar gittik. Okullara el konulup ülkeden ayrılmamızı istedikleri son döneme kadar hiç güvensiz hissetmedik. Pakistanlı dostlarımız sağ olsunlar, ölümde, hastalıkta, sevinçte hep bizimle oldular, bizi hiç bırakmadılar. Onları anarken hala burnumun direği sızlıyor.

Pakistan’ın benim için yeri çok ayrı. Korkusuzca gittik, korkusuzca gezdik. Karnım burnumda hamile halimle Pakistan trafiğinin içinden China markete gidiyordum hiç çekinmeden. Öğrencilerle yapacağımız faaliyetler için malzeme almaya gidiyorduk. Hesaplarıma göre, doğuma daha 15 gün vardı. Doktor kontrolünden bir gün önce okuldaydım, toplantım vardı. Ama meğer vakti gelmiş. O gün doğum yaptığımı duyunca herkes şaşırdı.

Pakistan’da doğum yapan kadınlar çok güzel bakılır. Annesi, kayınvalidesi yanında kalır, ilgilenirler. Daha doğumdan önce başlar o ilgi. Bizde öyle bir şey yok tabi, alışkın değiliz. Pakistanlı arkadaşlar bizi doğumdan önceki son güne kadar okulda gördüklerinde “Bunlar gerçekten okul için kendilerinden geçmişler!” diyorlarmış kendi aralarında.

İslamabad’da Mehmet Selim’den sonra bir düşük yapmıştım. Komşularım duymuşlar bunu. Yemekleri Türk yemeklerine biraz daha benziyor diye Iraklı bir komşumuzdan bizim için yemek yapmasını istemişler. Hastaneden eve gelince envai çeşit yemeklerle dolu bir tepsi getirdi komşu. Sonrasında da bir hafta boyunca evde yemek yapmadım. Hep komşularım yapıp getirdi. Eşime dedim ki “Ben hiç ‘Neden Türkiye’de değilim’ demiyorum. Baksana komşularımız ne güzel bakıyor bize.” Hem okuldaki yerli öğretmen arkadaşlar hem komşular geçmiş olsun demek için eve ziyaretime geldiler. Bizi hiç yalnız bırakmadılar.

 SOKAKTA ‘ALLAH’IM EVLAT ACISI VERME!’ DİYE BAĞIRMIŞIM

-Hayrpur’da hastalanan bebeğin sağlık sorunları İslamabad’da devam etti mi?

Evet maalesef, meğer astım olmuş Mehmet Selim. İslamabad’a geldikten 1 yıl sonraydı, 2008’de, yani 3 yaşında, tam da astım rahatsızlığı olduğunu öğrendikten sonraki gün çocuk astım krizi geçirdi. O gün gerçekten Allah çocuğu aldı, sonra geri verdi bize. Mosmor oldu elimizde. Gerçekten gittiğini düşündük. Eşim aldı hastaneye götürdü. Ben her zamanki gibi bayılmışım. Arkadaşlar sonradan diyor ki “Biz senin delirdiğini düşündük.” Sokakta yalın ayak koşturuyormuşum. Sadece “Allah’ım evlat acısı verme” diye bağırarak dua ettiğimi hatırlıyorum…

Fatma Esra Hanım oğlu Mehmet Selim ile…

Çok zordu. Allah’ım kimseye evlat acısı vermesin. Ben arabada öğrendim arkadaşların beni almaya geldiğini. O zaman öğrendim evladımın yaşadığını. O zamana kadar vefat ettiğini sanıyordum. 5 gün devlet hastanesinde yoğun bakımda kaldı. Arka arkaya kriz geçirdi. Doktor yaşamasının mucize olduğunu söylüyordu. O dönemde orada olan arkadaşlar, hocalarımız çok iyi bilirler. Hep başında durdular. Bizi yalnız bırakmadılar. Mehmet Selim onların elinde büyüdü. Bütün dünyadan dualar geldi. Zor bir dönemdi bizim için. Dualarla yaşadı çocuğumuz. Sonradan tamamen iyileşti. Astımı da atlattı.

-Pakistan’dan ne zaman ayrıldınız? O süreçte neler yaşadınız?

2015’te ailece Lahor’a taşınmıştık. Ben yine bir anaokulunda idareciydim. 15 Temmuz 2016’da Türkiye’de meydana gelen olayların tesiriyle biz de zorlu bir sürece girmiş olduk. Orada okullarda çalışan herkes zorluk yaşadı ama bizimkisi daha farklıydı. Çünkü 2017’de Kaçmaz ailesinin kaçırılmasından sonra, eşim de güvenlik sebebiyle Pakistan’dan ayrılmak zorunda kaldı. Lahor’da o gün öyle bir sis vardı ki, uçaklar kalkmıyordu. Havaalanına kendim götürdüm eşimi. Bıraktıktan sonra uçak kalkabilsin diye dua ediyorduk. Biz çocuklarla Lahor’da kalmak durumundaydık. Çünkü Türkiye Büyükelçiliği pasaport uzatma başvurularını kabul etmiyordu.

O sene gerçekten çok sıkıntılı oldu bizim için. Sürekli takip altındaydık. Evimizin önünde daima bir istihbarat elemanı duruyor, giren çıkanı takip ediyordu. Nereye gitsem peşimdeydiler. Eve de geldiler, aradılar her yeri. Çocuklar her an korku içindeydi. Birleşmiş Milletler sığınmacı koruması altındaydık güya ama onların da bizi koruma adına pek yapabildiği bir şey yoktu. O süreçte yeni pasaport çıkartmak için görüşmeye İslamabad’a konsolosluğa da çok gittim. Çocuklarla beraber 5 saat araba yolculuğu yapıyordum. O yolda kaçırılma ihtimali de vardı ama başka çarem kalmamıştı. Olur da belki pasaportları verirler diye görüşmeye gidiyordum. Ama vermediler. Konsoloslukta görevlilerden biri öğrencimin babasıydı. “Kusura bakmayın, sizin için işlem yapamıyoruz. Önce eşinizin nerede olduğunu söyleyeceksiniz!” diyordu. Aslında bildikleri halde soruyorlardı.

KOMŞUM, ‘SEN AÇKEN BENİM TOK OLMAM CAİZ Mİ?’ DEDİ

-Yaşadığınız sıkıntılar karşısında Pakistanlı dostlarınızın desteğini gördünüz mü? Çocuklarla yalnız kaldığınız o dönem hayatınızı nasıl devam ettirdiniz?

Eşim Lahor’dan gittikten sonra, tanıdığı dostlarına mesaj attı, “Vedalaşamadan ayrıldım, hakkınızı helal edin…” diye. Çok sevdiğimiz bir hacı teyze vardı. Yaşlı, zor yürüyor, merdiven çıkamıyor. Eşimin gittiğini duymuş, geldi. Merdiveni zor çıktı. Bana öyle sitem ediyor ki. “Sen bana nasıl haber vermezsin. Ben senin ablan değil miyim?” diyordu. Hem paraya ihtiyacımız vardı hem de gitmemiz gerektiği için eşyalarımızı satmam gerekiyordu. Hacı teyze eşyalara baktı. Hiç para bile konuşmadan “Fatima şunları bana yaz” dedi. Yanında para da getirmiş, verdi. “Hacı abla bu kadar etmez bu eşyalar, çok veriyorsun” dedim. Şöyle bir baktı bana “Sen ne diyorsun? Bunlar benim çocuğum değil mi? Sen zaten suçlusun. Nebi gitmiş, haber vermemişsin. Ben senin ablan değil miyim? Sen beni ne olarak görüyorsun? Bundan sonra bütün her şeyiniz bana ait. Sadece telefon etmen yeterli. Eşyaları gidene kadar kullan. Sen gidince ben aldırırım, çocukların düzenini bozmayacaksın.” dedi.

Bu sefer ben başladım ağlamaya ama o benden daha çok ağladı. “Sen buraya bizim için gelmedin mi? Benim sana bu kadarcık yararım dokunmayacak mı? Benim sevaba girmemi sen nasıl engellersin?..” Bunun gibi birçok şey söyledi. Allah razı olsun, ben onu hiç unutamam.

Yine Pakistanlı komşularımdan Fatma, öğrenmiş eşimin gittiğini. Onunla benim de gittiğimi sanmış. Bir gün evde ışıkları görünce aradı, sonra geldi. Biz de o gün çocuklarla oruçluyuz. “Bir bardak su alacağım, ben yabancı değilim” deyip mutfağa girdi. O arada dolaplara bakmış ne var ne yok diye ama ben anlamadım. Sonrasında “Bir şey unutmuşum, birazdan geleceğim.” diyerek çıktı bizden. 1 saat sonra kapı çaldı. Fatma’nın şoförü gelmiş, çocukları aşağı çağırdılar. Meğer marketten alışveriş yapmış bizim için. Bir eve ne lazımsa her türlü gıdayı fazlasıyla almış. Çocukların sevdiği cipslere kadar düşünmüş. Kolileri çocuklarla eve taşıdılar. Hayatımda aynı anda hiç o kadar yiyecek, et vb. girmemiştir evime. Çok dokundu gerçekten bu manzara bana.

-Hep ‘veren el’ olmuşken ‘alan el’ olmak zor gelmiştir, değil mi?

Daha önce böyle bir şey görmemişiz. Hep başkasına yardım ederken, ihtiyaç sahibi olma halini yaşamamışız hiç. Bana acayip ağır geldi. Gerçekten çok üzüldüm. Günlerce ağladım. Hala aklıma geldikçe çok gücüme gidiyor. 🙁

Kolilerden sonra komşum da geldi. “Fatma neden böyle yaptın?” diye sordum. “Sen burada açken benim evimde tok yatmam caiz mi? Biz Müslüman kardeş değil miyiz, sen niye durumunu söylemedin?” dedi. “Biz idare ediyorduk. Gerek duymadım” dedim ama “Olmaz böyle. Senin evlatların benim evladım, benimkiler de senin. Aynı şey benim başıma gelse sen yapmaz mısın?” diye sordu. Yapardım elbette. Üç ay biz onun getirdiklerini yedik. Ben onları hiç unutamıyorum.

Türkiye’deki ailelerimiz bizimle görüşmezken, arayıp sormazken, hiçbir kan bağım olmayan insanlar bana candan can, kandan kan oldular. O günlerde Pakistanlı arkadaşlarımla beraber oturduk ağladık saatlerce. “Fatima bunların hepsi geçecek. Bunların hepsi imtihan.” diyorlardı. Çok inançlılar gerçekten. Allah, Peygamber deyince ağlayan insanlar. Ben bu kadar içli insanlar görmedim. Başka Müslüman ülkelerde de bulundum ama Pakistanlılar çok farklıdır. Bir namaz kılarlar ki görmeniz lazım. Zaten hep diyorum bu insanları kurtaran namaz ve hayalarıdır. Aynı zamanda çok tevekküllü insanlar.

KAÇIRILMA ENDİŞESİNDEN DOLAYI EV DEĞİŞTİRDİM

-Kaçırılma korkusu içinde yaşadığınız Lahor’dan nasıl ayrıldınız?

Eşim ayrıldıktan sonra 7 ay daha orada kaldık. Kaçırılma ihtimalinden dolayı çocukları okula göndermedim. O istihbarat görevlileri defalarca eve geldiler. Ben zaten zil çalışlarından bile anlıyordum onlar olduğunu. Bir gün yine zile basılınca oğlum Mehmet Selim önce balkona çıkıp baktı. “Sen değil büyük kardeşini çağır ama annene sakın söyleme” dediklerini duydum. Kızımı karşılarına çıkarmak istemiyordum, çünkü bir kötülüğe maruz kalır diye korkuyordum. “Ben demedikçe kimse ile muhatap olmayacaksın!” diye onu tembihlemiştim. Küçük kardeşi ile o içerde duruyor, ben adamlarla konuşuyordum. Oğlum da bana bir şey yaparlarsa belgesi olsun diye telefonla sürekli videoya çekip kayıt altına alıyordu konuşmalarımızı. Yapabileceğimiz tek şey buydu. O gün yine öyle yaptık. Kızımı çıkarmadım, kendim indim aşağıya konuşmak için ama adam bana “Biz sizi değil kızınızı çağırmıştık” dedi. “Ne alakası var kızımın?” dedim. Israr ettiler. “Ben bundan sadece şunu anlıyorum, sen benim evladımı kaçırmaya geldin. Başka açıklaması yok bunun.” dedim.

Ellerinde bir kâğıt vardı. Çektim aldım, baktım; bizim pasaport numaralarımız, kimlik bilgilerimiz var. “Bunlar neden sizde? Bunlarla ne yapacaksınız?” dedim. “Biz istihbarat elemanıyız. Bizi sizin devletiniz görevlendirdi.” diye cevapladı. “Sen Pakistanlı bir adamsın. Burada bir kadının yalnız yaşamasının ne kadar zor olduğunu biliyorsun. Senin eşin olsa benim yerimde ne düşünürdün? Sürekli kapıma geliyorsunuz, ‘terörist’ diyorsunuz. Burada yaşayan insanlar benim hakkımda ne düşünecekler? Bizi herkesin içinde küçük düşürüyorsunuz. Yapmayın artık!” dedim. Cevap hep aynı, “Bizim elimizde olan bir şey değil. Görevimiz bu.” diyorlar. Sonrasında eşim ve benim hakkımda aslında zaten cevabını bildikleri şeyleri sordular. Yine de cevap verdim ama en son bir soru sordu ve orada ipler koptu. “Çocuklarla yalnız mı kalıyorsun evde?” “Bu sizi hiç ilgilendirmez.” dedim, kapıyı kapatıp girdim içeri. İyice sinirlerim bozulmuştu. Başladım ağlamaya.

Sonra arkadaşlarımı aradım. “Kesinlikle bir gün daha orada kalmayacaksın.  Belli ki, çocuklarınızla sizi kaçıracaklar, zamanını kolluyorlar” dediler. Sonraki gün ev sahibimize bile haber vermeden çocuklarla parka gider gibi evden çıktık. Arkadaşlarımın yardımıyla başka bir yere taşındım. O olaydan Pakistan’dan nihai olarak ayrılacağım güne kadar geçen 5 ay boyunca kaçırılma endişesi peşimi bırakmadı. 3 ev değiştirdim.

PSİKİYATRİ DOKTORU, YAŞADIKLARIMIZI HALÜSİNASYON SANDI!

-Bütün bu zorluklara nasıl dayandınız?

Aslında dayanamadım, panik atak olmuşum haberim yokmuş. Bir gün rahatsızlandım. Arkadaş beni kalp krizi geçiriyorum diye hastaneye götürmüş. Ben hatırlamıyorum. Meğer panik atak geçirmişim. Doktor da önce kalp krizi sanmış ama EKG’ye bağlayınca kalpte bir şey olmadığı anlaşılmış. Doktor bana “Bu kadar sıkılacak ne vardı?” diye sorunca beni götüren arkadaş gayri ihtiyari güldü. “Ailevi problemler!” deyip geçiştirdi. Anlatsak anlamayacak zaten.

Hastaneden rapor aldım ve Birleşmiş Milletler ofisine bilgi verdim. “Bizim bu durumumuz maddi sıkıntılardan da öte artık manevi sıkıntılara döndü. Sağlığımdan da oluyorum artık. Bu halde 3 çocuğa nasıl bakacağım?” dedim. BM görevlileri beni psikiyatriste yönlendirdi. Çocuklarla beraber gittik. Zaten son dönemde her yere çocukları da götürdüm. Onları evde tek başına bırakmadım. Bir avukat hanım da yanımızdaydı. Hep beraber doktorun yanına girdik. Ben en başından beri yaşadıklarımızı anlattım. Bir ara doktor avukata dönüp Urduca “Bunlar halüsinasyon mu yoksa gerçekten oldu mu?” diye sordu. Benim Urduca anladığımı bilmiyordu. Avukat da ona “Aslında az bile söyledi. Olan şeyler bundan çok daha fazla.” dedi.

O zaman doktor bana “Kusura bakmayın ben size yardımcı olamam çünkü biz danışanlarımıza umut vererek, hayatlarında umut edecekleri bir şey varsa onu göstererek tedavi etmeye çalışıyoruz. Senin anlattığın şeyler karadelik gibi bir şey. Ben nasıl yardımcı olayım? 3 çocuklu bir kadın her gün kaçırılma korkusuyla bu ülkede ne yapsın, nasıl yaşasın? Rapora bunları yazacağım. Şu anda sadece sakinleştirici verebilirim. Uyumanı sağlayabilirim” dedi. Çünkü ben uyumuyordum geceleri. Korkuyordum geceleyin kötü bir şey olacak diye. Bütün gece teyakkuz halindeydim. Uyku hapı yazdı bana ama ben tedbir amaçlı uyumadığımı söyledim. Sonra doktor çocuklarla da konuştu. Sorular sordu. “Ben ancak size dua edebilirim. Allah size yardım etsin. Başka hiçbir şey diyemiyorum.” dedi.

Tam o sıkıntılar içinde babamın vefat haberini aldım 2017’de. Bizim yaşadığımız sıkıntılardan dolayı üzüntüsünden kalp krizi geçirmiş. Kız kardeşim Emrah ve eşi tutuklanmış, 3 çocukları sahipsiz kalmıştı. Babam da yaşlı, bakacak durumda değil. Onların üzüntüsü bir taraftan, biz de Pakistan’da sıkıntı içindeyiz. Bir gün haberleri izliyormuş, ayağa kalkıyor; “Esra, Emrah…” diyor en son. Yetişememişler. Öylece gitti. Ulaşamadık, erişemedik, hiçbir şey yapamadık, garip gibi defnettiler. Allah herkesin yardımcısı olsun. Bu bir imtihan süreci. Bize düşen de bu oldu.

-Çocuklara pasaport almak için daha sonra başvuru yaptınız mı?

Evet, bir kere daha Türk konsolosluğuna gittim. İslamabad’dan vermediler belki Karaçi’den verirler diye düşündüm. Görevliler saatlerce beni çapraz sorguya aldı. Çocuklar da dışarda bekledi uzun süre. Korkmuşlar annemize bir şey mi yaptılar diye. Orada o gün yaşadıklarımı hiç unutamam. Bana söyledikleri şeyler çok acıydı. Eşimin beni terk edip gittiğini söylüyorlardı mesela. “Allah her şeyin en doğrusunu bilir. Ailevi şeyleri her yerde açıklamaya gerek yok” dedim cevaben. “Biz size Türkiye’ye gidebilmeniz için tek seferlik belge hazırlayalım. Onunla gidin!” dediler. Kabul etmedim tabi ki. “Ben çocuklarımla eşimin yanına gitmek istiyorum.” dedim. “Öyle bir dünya yok. Türkiye’ye gidecek, cezanızı çekeceksiniz. Sonra eğer uygun görülürse çıkarsınız.” dediklerinde “Benim suçum ne ki?” diye sordum. “Teröristsiniz!” dedi görevli. “Ben yıllardır PakTürk Okulları’nda öğretmenlik, idarecilik yaptım. Çevremdekilere, öğrencilerime, velilere sorun. Hangi propagandayı yapmışım. Hangi teröre hizmet etmişim?” diye konuştum.

TÜRK GÖREVLİ ‘PAKİSTAN’DA YAŞADINIZ, HAPSE ÇABUK ALIŞIRSINIZ’ DEDİ

“Siz Pakistan gibi bir yerde yaşamışsınız, buraya alışmışsınız. Hapis hayatına çok daha kolay uyum sağlarsınız. Burası hapishaneden daha kötü” dedi konsolosluktaki bir Türk görevli, duyarsız bir şekilde. “Eğer burayı hapishane gibi görseydim, 13 yılımı geçirmezdim. Bu kadar öğrenci yetiştirmezdim. İnsanlarla arkadaşlık yapmazdım. Sofralarına oturmazdım. Burada çocuk doğurmazdım. Bundan ötesi mi var. Ben burayı ülkem gibi benimsemişim ki çocuk büyütmeye karar vermişim.”

Dışarda görüşme için beklerken bir Türk görevli arkadaşına çocuğunun okula alışamadığından şikâyet ediyordu. Ben de bir eğitimci olarak ona birkaç tavsiyede bulundum. Çocuk anaokuluna nasıl alışır, yabancı dili nasıl öğrenir, diye birkaç şey anlattım. “Maşallah siz çok bilgilisiniz, hiç böyle düşünmemiştim. Bir de bunu deneyelim” dedi. İşte o aynı kişi içeride beni sorguya çekiyordu. “Biraz önce siz beni çok bilgili görmüştünüz. Şimdi böyle şeyler söylüyorsunuz. 5 dil biliyorum 2 üniversite bitirdim. Söylediklerinize kendiniz inanıyor musunuz?” dedim. “Anlaşalım, sizi Türkiye’ye gönderelim.” diyerek ısrar ettiler ama kabul etmedim. “Ben burada yaşamaya devam edeceğim.” dedim, çıktım.

Arkadaşlarım oradan çıktığıma hem şaşırdı hem sevindiler. “O kadar uzun kalınca başına bir şey geldi sandık” dediler. Alıp götürseler mümkündü, ama Allah fırsat vermedi. Çocukları alıp çıktım oradan. Çocuklar dışarda beklerken harap olmuş, çok korkmuşlar. Eşim de çok endişelenmiş. Velhasıl, Allah yardım etti, şartları zorlayarak sonunda Pakistan’dan ayrıldım.

Pakistan’da bizi tanıyan hiç kimseden kötülük görmedik. Ne arkadaşlarımız ne öğrenciler ne veliler olumsuz bir tavır aldı. Hepsi çok iyi idi. Ama bizi tanımayan başka kesimler zarar vermeye çalıştı. Elhamdülillah iletişimimiz bozulmadı. Muhabbetimiz, irtibatımız hala devam ediyor. Hala “Sizi çok özledik, ne zaman geleceksiniz?” diyenler var. Düğünlerine davet ediyorlar. Çocukları doğuyor, haber veriyorlar. Bu dostluklar hiçbir zaman unutulmaz. Şu anda yaşadığımız yer, Avrupa gibi, gayet modern. Fakat imkân olsa hiç düşünmeden yeniden giderim. Türkiye’de sevdiğimiz her şeyi orada bulamıyorduk ama onlar olmadan da yaşanıyor. Peynir veya zeytin gibi genel tatları bulamıyoruz diye ölmedik, 3 tane de çocuk büyüttük. Oranın yaşamına ayak uyduruyorsun, hiçbir problem yok. Önemli olan gönül zenginliği, gönül rahatlığı, kafa dinginliği olması. Diğer şeyler zaten gelip geçici.

-Pakistan’dan ayrılmak çocuklarınızı nasıl etkiledi?

En küçük oğlumuz Salih İkbal 2015’te İslamabad’da doğdu. Oranın bir hatırası olsun diye ’İkbal’ ekledik ismine. Pakistan’dan ayrıldığımızda 4 yaşındaydı. Hala dilinde Pakistan var. Her fırsatta hatırlar. Oradan gelen bir şey görse “Bunu Pakistan’dan almıştık değil mi? Orada benim arkadaşlarım vardı.” der. Çok iyi hatırlıyor oradaki hayatımızı. Küçüktü ama onda epeyce izi kaldı. Kızım ve büyük oğlum Pakistan’ı çok seviyorlar. Birçok arkadaşları vardı orada. Belki çok geniş maddi imkanlar yoktu ama o samimiyeti, arkadaşlıkları başka yerde bulabilirler mi, bilmiyorum.

Başka bir ülkeye geldik, yerleştik. Burada hem yerli hem farklı ülkelerden birçok insan yaşıyor ama bakıyorum bizim çocukların arkadaşları hep Pakistanlı çünkü kafa yapıları uyuyor, dillerini kültürlerini biliyorlar. Aynı şekilde benim de öyle. Türk arkadaşlar bir Pakistanlı görünce “Hocam, bakınız bir hemşeriniz daha” diyorlar. Pakistanlı arkadaşlarla oturup konuşmak bana çok zevk veriyor. Burada dini dersler veren bir okulda öğretmenliğe devam ediyorum. Arapça, Türkçe, İslamiyat derslerine giriyorum. Pakistanlı öğrencilerim de var. Derste onlara arada Urduca bir şeyler söyleyince çok seviniyorlar. Ben de onlara karşı çok rahat davranıyorum. Karakterlerini, kültürlerini biliyorum.

Son.

***

Üçüncü Bölüm: Eğitimci Fatma Esra Tosun (3): İslamabad’a giderken ekmek makinesi ile imtihan olduk!

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.