2. Bölüm Mehmet N. Durmuş’un Pakistan’da dolu dolu geçen 12 senesinin ikinci hatıra yazısı.
Türkiye’de İngilizce öğretmenliği mezunuydum ve İngilizce öğretmenliği yapmıştım bir süre. Okulda da İngilizce öğretmeni olarak gelmiştim. Okulda ilkokul sekizinci sınıfa kadar öğrencimiz vardı. İlkokulda rahat rahat yeni başladıkları için İngilizce gramerini öğretiyordum ama orta okulda öğrencilerin İngilizceyi Türkiye’dekilere göre çok daha iyi bilmeleri sebebiyle biraz zorlanıyordum. Okulda konuşma ve yazma seviyesi olarak benim gibi İngilizce öğretmenliğini bitiren biriyle hemen hemen aynı derecede olan öğrenciler mevcuttu. İyi ki o ilk yılımda lisede derse girmemişim. Lise sınıfları olsaydı galiba çok daha fazla zorlanırdım İngilizce öğretmeye. Bilgisayardan yüksek lisansı bitirince bilgisayar derslerine de girmeye başladım. Zamanla müdür muavinliği de yaptım. O sırada resmi işleri takip için diğer bir müdür muavini Madam Zafar hanımefendi de vardı. Kendisine rahmet diliyorum. Birkaç yıl önce vefat etti. Kendisi çok tecrübeli, uzun yıllar öğretmenlik yapmış birisiydi. Emeklilik yaşlarında bizim okulumuzda çalışıyor, ilerlemiş yaşına rağmen ciddi gayret ediyordu. Bizi çocukları gibi seviyor ve okulu kendi okuluymuş gibi sahipleniyordu.
Öğretmenlikteki ilk dersimde ilkokul birinci sınıfların dersine girdim. Birinci sınıf olmalarından dolayı anlatılan ders çok basit bir İngilizce konusuydu. Ancak bu çocuklar Türkiye’dekilerden farklı olarak üç yıllık İngilizce anaokulu eğitimi görmüşlerdi. Hatta ilkokula henüz başlamış bu çocuklar rahatlıkla İngilizce konuşup yazabiliyorlardı. Konunun basit olması sebebiyle öğretmenliği kolay yapabileceğime dair kendime bir itminan geldi. Ben bu sınıfların reading (okuma) ve gramer derslerine giriyordum. Çok basit İngilizce zaman kiplerinden bahsettim. Genel olarak da bu ilkokul sınıflarında basit seviyedeki hikâye kitaplarını okutuyordum. Çok terbiyeli, masum, mazbut, söz dinleyen, kadirşinas, öğretmene itaatkâr ve çalışkan öğrenciler vardı ilk yıl derslerine girdiğim. Aradan geçen çeyrek asra rağmen hâlâ hayalimde kalan ve hatırladığım, sosyal medya üzerinden görüştüğüm, irtibatta olduğum ve bana ulaşan öğrenciler var. Bu öğrencilerin bazılarının aileleriyle de tanışmıştım. Bu öğretmenlikteki ilk yılımda bana muallimliğin zevkini tattırmışlardı.
Karaçi’de bu çalıştığım okulun binasını görünce ben deyim yerindeyse kısa süreli bir şok geçirdim. Küçücük bir ilkokuldu burası. Her sınıfta birer şube vardı. Şubelerde öğrenci sayıları 10 ila 15 arasıydı. 20 mevcudu olan bir sınıf yoktu. Yekünde 80-100 civarı bir öğrenci mevcuttu. Branş ve sınıf öğretmeni kadrosu tamdı. İki tane müdür muavini vardı. Birisi rehberlik/danışmanlık ve aktivitelerden diğeri de dersler ve öğretmenlerin organizasyonlarından mesuldü. Okulun fiziki şartları o kadar kötüydü ki bununla ilgili bir hatıramı paylaşmak istiyorum. Bir gün birkaç öğretmen arkadaş şehir merkezinden çok eski bir taksiyle okula gitmek üzere bindik. Yolda taksiciye büyük büyük okullarımızın olduğunu, öğrencilerin her şeyini düşündüğümüz falan anlattık. Bütün bu sözlerden sonra taksici okulun önünde indikten sonra kendi de hem okulu görmek ve hem de namaz kılmak istediğini söyledi. Bunun üzerine nasıl oradan uzaklaşacağımızı bilemedik. Anlattıklarımızla mevcut okulun arasında dağlar kadar uçurum vardı. Mevcut okul binası çok çok iptidai şartlara sahipti.
Bir gün Türkiye’den MEB Yurtdışı Eğitim Öğretim Genel Müdürü Aysal Bey gelmişti. Onun okulu görünce ilk sözleri “Türkiye’deki köy okulları bile buradan iyi binalara sahip” olmuştu. Hatta o kadar ki Türkiye’ye dönünce tanıdıklarına gördüğü bu sıkıntılı halimizi anlatmış. Okulun sıraları, tahtaları çok eski döküntü denebilecek türdendi. Karaçi’nin sıcağında pencerelerimiz kırık olduğundan kapanmıyordu. Sınıflarda klima yoktu, pervanelerle idare ediyorduk. O yüzden pencere ve cam da pek gerekli olmuyordu. Okulun sadece girişindeki idari bir odada klimamız vardı. Orada misafirleri ve velileri kabul ediyorduk.
20 öğretmeni olan okulun aylık bütçesi 2500-3000 dolar kadardı. Bu miktarla hem öğretmen maaşları ödenmeye hem de okulun tadilat ve tamiratları yapılmaya çalışılıyordu. O günlerde bekâr olduğum için akşamları bazen okulda yerde yatarak geceliyordum. Vaktimin çoğunu beş altı tane eski model bilgisayarın olduğu laboratuvarda geçiriyordum. Okul binasında yeterince oda olmadığından burası fen ve bilgisayar laboratuvarı olarak kullanılıyordu. Okul binasının arkasında palmiye ve mango ağaçları vardı. Burası büyükçe eski bir evin okula çevrilmiş haliydi. Bahçe kapısının yanında bekâr genç bir çokidarımız (bekçi) vardı. Kendisi sabahları öğrencileri içtima düzenine sokuyor, gün içerisinde kapıda bekçilik ve marketten veya kırtasiyeden okula gerekli malzemelerin alışverişini yapıyordu. Bütçe sıkıntısı yüzünden başka bekçi tutamadığımızdan kendisi geceleri de okul binasında kalıyordu.
Karaçi’deki bu okul yeterli değildi. Kız ve erkek koleji de gerekiyordu. Bu minvalde yeni bir şube açmak için Karaçi’deki arkadaşlar şehrin ve eyaletin mahalli idarecileriyle görüşmeler yapıyorlardı. Onlardan devletin okul binalarından birini işletmek üzere talep ediyorlardı.
No Comment.