Tam İnglizceyi sökerken bir de Urduca ile karşılaşmak!

Öğretmenlerin en acı vedası: ‘Kalplerini’ toprağa gömdüler (Video)
Şubat 26, 2021
Pakistan dillerine Türkçeden geçen kelimeler
Şubat 28, 2021

Tam İnglizceyi sökerken bir de Urduca ile karşılaşmak!

Foto: wikipedia.org

Eğitimci yazar Mehmet Karadayı, yazı serisinin bu bölümünde Pakistan hayatına alışma sürecini ve tıraş olma tecrübelerini anlatıyor. Karadayı’nın İngilizce ile olan imtihanına bu kez Urduca da ekleniyor.

Ramazan ayı bitmeden evimize geçtik. Eksiklerimiz vardı tabii ki ama temel ihtiyaçlarımızı almıştık. Vakıfta kullanılmayan küçük bir buzdolabı varmış. Minyatür bir şeydi. Bir Mehran taksinin arka koltuğuna sığdırmış eve getirmiştik. Evlerin yeterince serin oluşu işimize yaramış ve üç kişilik bir aile olarak bu dolapla idare etmiştik. Çamaşır makinasını almak kolay, getirtmek zordu. Alışverişi yapmış parayı hemen ödemiştik. Anlaşmaya göre satıcı bir gün sonra makineyı eve getirecekti ama ısrarlı aramalarımız sonunda üç günde teslim alabildik.

Ramazan bayramı yaklaşıyordu. Çarşıya gidip para bozdurduk. 100 dolar verince 6000 rupi almıştım. 1 dolar 60 rupi ediyordu. Banknotlar düşük bedelli olunca cebimde baya bir şişkinlik yapmıştı. Bir berber dükkânı gördüm. Yanımdaki Ebubekir Bey’e tıraş olmayı teklif ettim. Ebubekir Bey benden bir ay önce gelmişti ve onun da Pakistan’da ilk tıraşı olacaktı. Onun avantajı İngilizce biliyor olmasıydı. ‘Lüks’ diyebileceğimiz temiz ve bakımlı bir yerdi girdiğimiz. Ben dükkânı görünce “50 dolara kadar benden. Üstü olursa sen tamamlarsın.” dedim. Tebessümle kabul etti. Çünkü bende hâlâ dünyanın en pahalı şehirlerinden biri olan Moskova’nın müktesebatı duruyordu ve her şeyi Moskova ile kıyaslıyordum. Moskova’da her şey gibi tıraş olmak da epey pahalıydı. Zaman zaman Türkiye’ye gidiş geliş bileti 40 dolara bulunuyorken tıraş olmak için 50 doları gözden çıkarmanız gerekiyordu. İlk çözümümüz sık sık Türkiye’ye gittiğimiz için Türkiye’de tıraş olmaktı. Ama gitme süreleri uzayınca mecburen berber aramaya başladık. En ucuz 40 dolara tıraş eden bir Ermeni berber bulduk. Türk olduğumuzu öğrenince insafa gelmiş ve bizim için tıraş ücretini 30 dolara düşürmüştü.

50 rupiye tıraş, üstüne bir de masaj!

Girdiğimiz berberde en güzel traşlardan birini olduğumu itiraf etmeliyim. Berber baya maharetliydi, hoşsohbetti. Sık sık sorular soruyor bizi sohbete katılmaya teşvik ediyordu. Ah geçmiş ah! Yabancı olduğumuz anlaşılacak bu da fiyatta bir artışa sebep olacak diye kısa cevaplarla geçiştiriyorduk sorularını. Oysa görüntümüz de konuştuğumuz İngilizce de -ki ben hep susuyordum Ebubekir Bey cevap veriyordu- bizi çoktan ele vermişti. Harika bir saç kesiminden sonra saçlarımızı yıkamış ve uzunca diyebileceğim bir süre omuzlarımıza ve sırtımıza masaj yapmıştı. Bu memnuniyet sonrası tıraş ücretinin hepsini ödemeye karar verdim. “How much?” Çok enfes bir telaffuzla sorduğum bu soruya beklediğim cevap geldi. “Fifty.” Vay anlıyorum artık. İngilizce 2 ben 2. Beraberlik yakalamanın coşkusuyla cebimden bir tomar para çıkardım. 50 dolar, 3000 rupi ediyor. Başladım saymaya. Berber birden elini uzattı; saydığım paraların içinden 50 rupi aldı ve gülümseyerek oradaki bir kutunun içine koydu. 50 dolar değilmiş. 50 rupiymiş. Yani bu güzel dükkânda tıraş olmanın bedeli kişi başına 25 rupi. Nasıl sevindiğimi anlatamam. Bir yandan da su-i zan ettiğim için içimden kendime kızdım tabii. İstese bizden bir tomar para alabilecek berberin dürüstlüğü gerçekten takdire şayandı. Dışarıda Ebubekir Bey’e döndüm “Bundan sonra tıraşlar benden.” dedim.

Masajsız tıraşa 60 dolar!

Bu kadar ucuzluğu görünce her zaman tıraş olacağımı zannediyordum ama öyle olmadı. Alışkanlıklardan vazgeçmek, korkulardan kurtulmak zormuş. Harcarken temkinli olmak genlerimize işlemiş sanki. Moskova’da üç aydan önce berberin yolunu tutmaz saçlar papaz gibi olana kadar beklerdim. (Bu benzetme hep ilginç gelmiştir bana. Papazlar tıraş olmaz mıydı? Yoksa bizim gibi geciktirirler miydi? Neden böyle bir benzetme yapılıyor bilmiyorum.) Kışın sürekli şapka kullanıyor olmak da bunda etkiliydi zannediyorum. Temkinli olmamın birçok sebebi vardı tabii. Bir gün bir randevuya erken gidince vakti doldurmak için Mehmet Abi’nin teklifi ile iki Mehmet bir berbere girmiştik. “Mehmet Bey, 100 dolara kadar benden üstü senden.” dedi. Mekân çok güzel muamele gayet iyiydi. En başta ücretini sormaya utandığımız için nasıl bir fatura çıkacağını kestirmeye çalışarak tıraş olduk. İki kişi için 120 dolar ücret talep ettiler. Belki önceden sorsak pazarlık yapabilirdik. Belki daha makul bir fiyat vereceklerdi. O zamanlar bir mahcubiyet vardı. Velhasıl ben ısrar etmeme rağmen Mehmet Abi o fazladan 20 doları da kendi ödedi. Şimdi temkinli olmayıp da ne yapacaksın? Bu arada mahcubiyet dedim ya; kurtulabilmiş değilim. Hâlâ bir restoranda veya bir berber dükkânında önceden fiyat soramam. Mahcubiyetin takdir edilesi bir davranış olduğunu biliyorum ama herhalde yerine göre kullanılması gerekiyor.

Yaşasın, Urduca öğreniyorum!

Okulda derslerim devam ediyordu. Hem erkek hem de kız bölümlerinde derse giriyordum. Binalar F10-Markaz’da bir sokağın iki yanında neredeyse karşılıklı idiler. Bazı günler iki bölümde de dersim olduğu için yolun karşısına geçiyor diğer binaya ulaşıyordum. F10-Markaz evimizden çok uzak değildi. Zaman zaman yürüyerek eve dönerdim. Yolda ikindi namazı tesbihatını yapınca yol kısalıverirdi. Ama sabahları mutlaka taksiye biniyordum. İrfan Bey bana nereden taksiye bineceğimi ve pazarlık için yeterli olacak kadar Urduca rakamları öğretmişti. Çoğunlukla Ebubekir Bey’le gittiğimiz için pek konuşma ihtiyacı olmuyordu. Bir gün tek başıma gitmek zorunda kaldım. Taksilerin durduğu yere geldim. “F10-Markaz. Bis.” Ezberlediğim kelimeleri söylemek zor olmadı. Taksici bir şey dedi. Anlamadım tabii. Tekrar ettim “F10-Markaz. Bis.” ‘Tamam’ der gibi bir kafa işaretiyle cevabı alınca arabaya bindim. Tek başına ilk yolculuk heyecanlıydı. Okula ulaşınca kendi kendimi tebrik ettim. Urduca 1 ben 1.

Bu ‘good mood’ nedir hocam?

İlk dersten sonra bir ders boşluk vardı. Öğrencileri sınıflarına gönderdikten sonra İngilizce çalışmak için öğretmenler odasına girdim. Pakistanlı bir öğretmenimiz gazete okuyordu. Selam verip bir sandalyeye oturdum. Hocamız okuduğu gazeteyi bıraktı ve çok nazik bir şekilde “What is your good name?” diye sordu. Ben bir afalladım. “Good ne?” Ben hiç hayatımda isim sorarken “good mood” duymamışım. Telaşlı bir şekilde “Mehmet!” dedim. Hocamız hafif gülümsedi. Belki de benim onun adını sormamı bekliyordu ama cesaret edemedim. O da gazetesini okumaya geri döndü. İngilizce 3 ben 2. Meşin yuvarlak tam doksandan kaleme girmiş ağlarla kucaklaşmıştı. Odadan çıktım. Gittim elimi yüzümü yıkadım. Soluğu müdürümüz Suat Bey’in yanında aldım. “Bu good mood nedir hocam?” diye sordum. Meğerse İngiliz asilzadeleri birbirinin adını sorarken “Güzel isminizi bağışlar mısınız?” tadında sorarlarmış bu soruyu. Pakistalılar da “En güzel isimler müslümanlarındır.” diyerek bu güzelliği yaşatıyorlarmış. Suat Bey’e teşekkür edip yanından ayrıldım ama öğretmenler odasına dönmeye cesaret edemedim.

Devam edecek…

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.