‘Baba Nur’Pakistan Urdu edebiyatının en üretken yazarlarından Ahmed Nedim Kâsımî’nin bir hikayesi. Hikayeyi Emekli Albay Mesud Ahtar Şeyh’in tercümesi ile paylaşıyoruz.
Ahmed Nedim Kâsımî *
“Nereye böyle, Baba Nur?” diye sordu çocuğun biri. Gayet ciddi bir tavırla çocuğa, “Şuracıkta, biraz postaneye kadar gidiyorum” diye cevap verdi Baba Nur ve yoluna devam etti. Tüm çocuklar da arkasından kahkahalar atmaya başladı. Ama Baba Nur’a sessizce dik dik bakan Molla Kudretullah “Gülmeyin çocuklar!” dedi ve şöyle devam etti: “İnsan böyle durumlarda gülmemelidir. Allah Kerîm ve Ganîdir.”
Çocuklar kısa bir süre sustularsa da Molla Kudretullah oradan ayrılır ayrılmaz bir daha kahkahalar atmaya başladılar.
Baba Nur, cami duvarının dibine vardığında durdu. Ayakkabısını çıkardı. İlerleyip iki elini mihraba dayadı ve mihrabı öptü. Sonra iki gözünü tek tek mihraba sürdükten sonra ters yüz geri döndü. Ayakkabılarını giydi ve oradan ayrıldı. Çocuklar birbirlerinden utanırcasına sağa sola savuştular.
Baba Nur, yıkanmış iplikten elle dokunmuş beyaz kumaştan bir elbise giymekteydi. Başına da aynı kumaştan bir takke geçirmişti ki ak saçlarından dolayı ta boynuna kadar giyinmiş gibi görünüyordu. Yeni taranmış ak sakalı düzenli bir şekilde göğsünü örtmekteydi. Baba Nur’un ak rengi sarıya çalıyordu. Küçücük göz bebekleri yapay sanılacak kadar siyah idi. Elbisesi, saçları ve cildinin topyekûn aklığında bu iki simsiyah nokta gayet yabancı geliyordu. Ama bu yabancılıktan dolayıdır ki Baba Nur’un simasında bir çocukluk hissediliyordu. Omuzunda beyaz kumaştan uzun bir şal duruyordu. Rastladığı kalabalıktan caminin mihrabına varıncaya kadar bu şal, bir omuzdan öbür omuza üç dört kere yerini değiştirmişti.
Ha ha! Baba Nur postaneye gidiyor
Dükkanının kapısında duran bir delikanlı “Postaneye mi, Baba Nur?” diye sordu.
“Evet evladım. Allah ömürler versin.” dedi Baba Nur.
Yakında duran bir çocuk da ellerini çırparak “Ha ha ha! Baba Nur postaneye gidiyor!” diye bağırdı.
Delikanlı “Haydi be, git buradan!” diyerek çocuğa kızdı. Bu esnada biraz ilerlemiş olan Baba Nur, arkaya baktı ve “Niye kızıyorsunuz çocuğa?” dedi ve ekledi: “Çocuk haklı. Ben gerçekten postaneye gidiyorum.”
Ta uzaklardan koşa koşa gelip toplanan çocuklar kendilerini gülmekten alamadı. Baba Nur’u takip eden bu çocuklar tam bir alay haline gelmek üzere iken civardaki gençlerden birkaçı önlerine çıkıp onları dağılmağa mecbur etti.
Baba Nur artık köyden çıkıp tarlalara varmıştı. Bayırdan geçen patika birden bire yemyeşil ekili topraklara indiğinde, onun yürüme hızı epey azalırdı. O ise ayaklarını, ellerini ve eteğini körpe buğday başaklarına değdirmeden ilerliyordu. Yoldan daha önce geçmiş herhangi bir kimsenin dikkatsizliğinden dolayı, patikaya yatmış bir başağa rast gelince onu eliyle kaldırır, dik duran buğday sapına bağlıyordu. Bir yarayı ovarcasına düşmüş buğday sapının büküldüğü yere el gezdiriyordu. Bayıra vardığında bir daha eskisi gibi hızlı hızlı yürümeye başlıyordu.
İleride dört çiftçi patika üzerinde oturmuş nargile içiyordu. Bir köylü kız buğday tarlasındaki yabani otları orakla biçiyordu. Bu işi tek bir buğday başağını bile incitmeden beceriyordu. Baba Nur biraz durup kızı seyretmeye başladı. Kız bir tutam ot biçiyor, elini arkasına götürüyor, biçilen otu arkasında asılı torbaya atıyor ve orakla yeni bir tutam ot biçmeye başlıyordu.
Gidip bir mektup var mı sorayım
Çiftçilere uzaktan hitap eden Baba Nur, “Aferin be bu kıza!” dedi. “Bu kız bir cambaz vallahi. O kadar uzun tarlanın her karışı da buğday fidanlarıyla dolu. Buna rağmen kızın orağı ancak otu biçiyor, fidanlara hiç dokunmuyor. Kimin kerimesidir acaba?” Sonra, “Kimin kızısın sen evladım?” diye kıza sordu.
Kız dönüp arkaya baktı. Bu esnada çiftçilerden biri “Benim kızımdır, Baba.” dedi.
Baba Nur “Senin mi?” diye sordu ve çiftçilere doğru ilerledi. “Gayet de akıllı. İyi bir çiftçi. Allah bağışlasın!”
Kızın babası: “’Nereye gidiyorsun bugün, Baba?” diye sordu.
“Postaneye mi?” dedi diğer bir çiftçi.
Baba Nur, çiftçilere yakın biraz durup “Evet” dedi. “Gidip bir mektup filan var mı diye sorayım, dedim.”
Çiftçiler hiç bir şey söylemeden yol verdiler. Baba Nur yoluna devam etti. Tarlanın öbür ucuna varmadan arkasından kız seslendi. “Ayran içer misin, Baba Nur?” Baba Nur arkasına baktı. Köyden çıktıktan sonra ilk defa gülümsedi.
“İçerim, hanım evladım.” dedi. Biraz durakladı ve şöyle devam etti: “Ama çabuk olsun. Postane kâtibinin daima acelesi oluyor. Bir yere gitmiş olmasından korkarım.”
Kız omuzundan asılı torbasını çıkarıp tarlaya koyuverdi. Sonra bayırda dikili dikenli bir meyve ağacına koştu. Ağacın dibinde duran testiyi iyice çalkaladı. Bir tas doldurdu ve Baba Nur’un yanına koştu.
Baba Nur bir solukta tası kafasına dikti. Şalıyla dudaklarını sildi. “Kısmetin bu ayran kadar parlak olsun kızım.” dedi ve ilerledi.
Okulun taraçasında kalabalık arasında oturan postane kâtibi hem günlük formları dolduruyor hem de köylülere bilgi veriyordu.
Savaş çıkarsa mermiden çıkmazsa açlıktan ölecekler
“Kayınbiraderim Karaçi’de hademelik yapıyordu. Öldüğünü öğrenince ruhuna Fatiha okumak için Karaçi’ye gitmem gerekti. Dostlar, eşek arabası çekmeniz lazım, gelse bile hayatta bir kere olsun Karaçi’yi muhakkak görmelisiniz. Oradaki arabaların sayısı bizdeki serçelerin sayısından da fazladır. Arabalarda öyle güzel kadınlar vardır ki Allah Allah! Kulun ne işi var periler ülkesinde? İnsan Allah’ın kudretine şaşakalır. Hatta insanın kalkıp namaz kılası geliyor. Bir milyonerin dediğine göre bir savaş daha çıkarsa Karaçi İngiltere’yi de geride bırakmış olacak. Birkaç defa savaş çıktı çıkacaktı, ama yine çıkmadı. Her keresinde biri bunu engellemiş diyorlar. Savaş ölümlere yol açacaktır diyorlar. Yahu, savaş çıkmazsa insanlar ölmeyecek mi? Savaş patlarsa mermilerden ama patlamazsa açlıktan ölecekler. Öyle değil mi?”
Köylülerden biri “Öyledir.” dedi ve ekledi, “Ama beyefendi, siz mektup zarfının fiyatını ne zaman indireceksiniz, onu söyleyiniz ilk önce.”
Köylüyü bu konuda aydınlatmak için önüne bakan postane kâtibinin gözleri sanki bir noktaya donup kaldı. Benzi uçtu. Sönük bir sesle “Baba Nur geliyor!” dedi.
Herkes dönüp baktı. Yüzleri soluverdi. Çocuklar okulun kapılarına, pencerelerine hücum ederek “Baba Nur, Baba Nur” fısıldamaya başladılar. Postane kâtibi onları payladı, yerlerine oturttu.
Bembeyaz giyinen Baba Nur, doğru okulun taraçasına doğru ilerliyordu. Halk sanki müthiş bir korku içindeymişçesine öylece duruyordu. Taraçaya vardığında Baba Nur: “Kâtip bey, posta geldi mi?” diye sordu.
“Geldi, Baba.”
“Oğlumdan bana mektup var mı acaba?”
“Yoktur, Baba.”
Baba Nur suspus geri döndü. Patikada beyaz bir leke ta uzaklara kadar sürünmeye devam etti. Halk da şaşkın şaşkın ona bakakaldı.
Sonra postane kâtibi konuşmaya başladı: “On senedir Baba Nur bugün gibi aynı şekilde buraya geliyor. Hep aynı soruyu soruyor. Aynı cevabı alıp geri dönüyor. Zavallı hatırlamıyor ki benim ona okuduğum resmî bir mektup, oğlunun Birmanya’da bir mermiye kurban gittiğini yazıyordu. Ta o günden beri aklını yitirmiş durumda. Ama vallahi beyler, eğer bu adam bundan sonra bir daha aynı soru ile bana gelirse, beni de çıldırtacak!”
***
(*) Ahmed Nedim Kâsımî, Pakistan’ın Pencap eyaletinin Sûn Sâkesâr bölgesinde 1916 yılında doğdu. İlk dikkat çekici şiirini 1931 yılında lisedeyken, daha sonra Pakistan Özgürlük Hareketi haline gelecek hareketin fikir ve aksiyon temellerini atan şahsiyetlerden birisi olan Muhammed Ali Johar’ın vefatı münasebetiyle mersiye şeklinde yazdı. Kâsımî, bu şiirinin Siyaset adında günlük bir gazetede yayımlanması ve ardından aralarında Allame Dr. Muhammed İkbal’in de bulunduğu bir çok kişi tarafından beğenilmesinin ardından ölümüne kadar hem şiirler hem de hikayeler yazmaya devam etti. Toplam dokuz şiir kitabı ve yirmiden fazla hikâye kitabı yayımlanan Kâsımî, birçok edebiyat ödülü kazandı ve yıllarca Pakistan’ın önde gelen bazı edebiyat dergilerinin editörü ve birçok günlük gazetede de köşe yazarı olarak çalıştı. 2006 yılında hayata veda eden Kâsımî eserlerini hürriyet, eşitlik, kardeşlik, demokrasi, liberal düşünce ve sosyal adalet gibi konular üzerine ortaya koydu.
‘Baba Nur’ hikayesini Türkçeye tercüme eden 1928 doğumlu Emekli Albay Mesud Ahtar Şeyh uzun yıllar Türkçe, Urduca ve İngilizce olarak yaptığı karşılıklı tercümeler ile birlikte aralarında köşe yazılarının da bulunduğu 26’dan fazla kitap yayımladı, Türk edebiyatının Pakistan’da tanınması adına üstlendiği önemli rolden ötürü hem Pakistan’da hem de Türkiye’de ödüller aldı ve Mart 2020’de hayata gözlerini yumdu.
No Comment.