Pakistan’da devam ettiği üniversiteyi ülkeden çıkmak zorunda bırakıldığı için kıl payı bitirebilen Gamze Çiçek o dönemde yaşadıklarını yazdı. ‘İkinci vatanı’ndan ayrılmanın zorluklarını ve gideceği yeri seçerken karşılaştığı sürprizleri anlattı.
Yurt dışında yaşamanın zorluklarını hep öğrencilik penceresinden görüp yaşamıştım. Süreçte üniversiteyi bitirmemizin bile sıkıntıya düşmesi bozuk olan morallerimizi iyice yok etme üzerine çalışıyordu. Yıllardır verdiğimiz emekler, çabalar, gözyaşları, dirsek çürütmelerimizin heba olma riskinden neyse ki kıl payı kurtulup mezun olmuştum…
Ama ne mezuniyet!. Sanki dünyayı ben yeniden keşfetmiş, atomu parçalarına ayırırken başka boyut kazandırmış, uzaya roket gönderip izlemeye başlamışım. Alt tarafı üniversitem bitmişti. Ve yıllarımı geçirdiğim, ‘ikinci vatanım’ olarak gördüğüm Pakistan’a süreçten dolayı veda etmek zorundaydım.
Derken diplomamın hazırlık süreci ve uzun bir maraton başladı. Amerika’ya gidecektim. Bir üniversiteden kabul almıştım, yeni hicret yerim orası olacaktı. Her gün koşturmacalı bir tempoyla belge hazırlıkları yapıyor, öğretmenlerimden referans mektupları topluyordum. Aldığım kursların sertifikalarını, elimdeki tüm belgeleri Pakistan Yüksek Öğrenim Kurumu’na (HEC) onaylatma meşgalesi içerisinde 6 ay geçti.
Pakistan’da bulunduğum şehirde hem kış hem yaz mevsimi vardı. ‘Gideceğim yer soğuk, yazlık kıyafetlere ihtiyacım olmaz’ diye hepsini arkadaşlarıma dağıtmış, valizimi ona göre hazırlıyordum. İşte “Kul plan yapar, kader gülermiş!” derler ya, benim de kaderim bana bakıp kahkahalar atıyormuş. Ben bunu çok sonra anlayacaktım. Tüm belgeler elimde, koşar adım ABD Elçiliği’ne girdikten sonra olumsuz cevap üzerine çıkışım da o kadar hızlı oldu. “Nasip değilmiş!” dedim ama 6 yıl süren üniversitenin üzerine 6 ay da vize görüşmesi için beklemiş olmak duygularımı yıpratmıştı.
“Hangi ülkeye gideceğim?” diye sormayı unutmuşum
Telefonda ‘abla’ ile konuşup durumu izah ettim. O da en az benim kadar üzüldü. “Az önce bir ülkeyle görüştük, istersen oraya gönderelim seni.” dediğinde, “Olur, her şeyim hazır, valizim bile!” cevabını verdim. Telefonu kapattıktan sonra o an kafam dağınık olduğundan “Hangi ülke?” diye sormadığımı fark ettim.
Arabada eve gidene kadar yolu izleyip, düşüncelere daldım. Boşuna mı uğraşmıştım? O kadar beklemiştim, hiç bu kargaşaya girmese miydim? Bu olasılığı çoktan göze almıştım ama ihtimal vermemiştim. Neyse… Artık gideceğim yeri, bileti görene kadar merak etmiyordum. Tamamen Allah’ın takdirine teslim olmuş, dua ediyordum: İnşallah özlediğim güzellikleri bulabileceğim bir yer olur…
Aynı günün akşamında bir telefon aldım. İlgili belgeleri göndermem gerektiğini, biletimin 5 gün sonraya kesileceğini duymak beni kendime getirdi. ‘Gideceğim’ hissi bütün benliğimi sarmıştı. Sanırım bu sefer gerçekten gidiyordum. Peki bu kadar kolay mıydı? Aylarca uğraşıp ABD vizesine ‘ret’ almanın hayal kırıklığını atlatamamışken, nasıl bir yerdi burası ki, hemen çıkıp gidebiliyordum?
Dinlediğim hatıraları yerinde görecektim
Bilet günü, saati, havaalanı hakkında konuşurken telefondaki kişiye “Bu arada hangi ülkeye gidiyorum?” diye sormayı akıl edebildim. Telefondaki ses Afrika’da bir ülkenin adını söyledi. Tevafuk bu ya, bu ülkeyi Pakistan’daki ilk yılımda bir hocamızın hatıralarından dinlemiştim. Kendisine Pakistan’da “…’lı Yasemin abla” diye sesleniyorduk. Hep gözleri parlardı, orayı anlatırken.
Heyecanlanmıştım, ondan dinlediğim hatıraları yerinde göreceğim diye. Öyleyse bana yazlık kıyafetler lazım olacaktı. Kışlık kıyafetleri arkadaşlarıma dağıtıp, derhal yeni valiz hazırlıklarına giriştim. Mezun olan ya da aramızdan bir sebeple ayrılacak olan arkadaşlara veda programı düzenlemek geleneğimizdi. Bu seferki program benim için yapılacaktı. Yıllarımızın birlikte geçtiği, gurbette birbirimize kardeş olduğumuz arkadaşlarım hazırlıklara başladı. Bense sınıfça resmimiz olan çerçeveyi hediye etmek üzere üniversite hayatım boyunca bana yardımcı olan hocalarımı ziyarete gittim. Beni kızları gibi gören iki hocamdan ayrılmak, onların dualarını almak hem gurur verici hem de bir o kadar zordu.
Sınıf arkadaşlarım son kez görüşmek için bir restoranda buluşma ayarladı. Onlarla geçirdiğimiz dakikalarda her birine uzun uzun bakıp acı, tatlı üniversite maceralarımızı düşünüyordum. Her biri hayatımın önemli zaman diliminde tanıdığım, hatıralarımın baş kahramanlarıydı. Bayramlarda annelerinin beni evlerine davet edip en sevdiğim Pakistan yemeklerini yapmalarını, başımı okşamalarını hiç unutamayacaktım. Maddi durumları iyi olmasa da babalarının az miktarda elime tutuşturdukları bayram harçlığı çok kıymetliydi benim için. Beni sahiplenişleri, kızlarından biri kabul etmeleri…
Zorluk ve şükür hissi bir arada!
Annemin de korkuları başlamıştı. Neden gideceğimi sorguluyor, yeni bir maceraya atıldığımı düşünüyordu. “Pakistanlıları biliyoruz, seviyoruz. Neden oradan ayrılmak istiyorsun? Kal orada!” diyen anneme, eski imkânlara sahip olmadığımızı, mezun olduktan sonra çalışacak bir okulumuz kalmadığını anlatmak hayli zor oldu.
Çok kişiyi uğurlamıştık Pakistan’dan o süreçte. Ama bir gün benim de veda edeceğimi hiç düşünmeden katılmıştım o programlara. Arkadaşlar, duvara hatıralarımızla dolu resimleri, birlikte yaşadığımız acı, komik, duygusal anılarımızı yazıp asmışlardı. Devamında ilk yıldan o güne kadar olan günlerimizi, gezilerimizi, programlarımızı, üniversite hayatımızı içeren video gösterisi vardı. Bir film şeridi gibi geçiyordu her şey gözümün önünden, ama hep birlikte izliyorduk bu film şeridini. ‘Nasıl zor olacak sizsiz’ diye içimden geçirdim. Aynı zamanda ‘ne kadar şanslıyım’ diye şükrettim.
Görüşebildiğim herkesle bir telaşla vedalaşırken, “Kimseyi unutmadım inşallah!” diyor, dua ediyordum. Havaalanına gitmeme son 1 saat kalmışken telefonum çaldı. Gece 11’di ve arayan belletmenlik dönemindeki ilk öğrencilerimden biriydi. Gideceğimi duymuş, “Neden bana söylemediniz!” diye sitem ediyordu. “Ne zaman gideceksiniz peki?” diye sordu. “1 saate evden çıkıyorum.” diyebildim. Telefondaki ses duraksadı, ağlamaya başladı. Gideceğim günü bilmediği için o akşam babasının eve gelmesini beklemiş, sorup öğrenecekmiş, küçük de bir hediye hazırlamış, onu verecekmiş. Ama 1 saatim kaldığını öğrenince “Bizim evimiz 2 saat uzakta ki!” diyerek tekrar ağlamaya başladı…
Pakistan defteri bir daha açılır mı?
O ana kadar kendimi zor tutmuştum. Güçlü kalıp ağlamamaya çalışarak, “Babana zahmet ettirme şimdi, geç oldu. Ben hediyen için de çok teşekkür ediyorum, aldım saydım.” desem de, ne ağlamasını durdurabildim ne de ikna edebildim.
Pakistan’a ilk giderken ‘orası sıcak olur’ diye düşünerek hiç kışlık kıyafet götürmemiştim. Öğrencilerim evimize yatılı geldiklerinde bazen üşürlerdi, onlara elimde olan hırkalarımı verirdim. Hepsi inceydi, pek ısıtmazdı, ama kışın bile ince kıyafetlerle gelirlerdi. Sonradan öğrendim ki, ben onları düşünüp ilgi gösteriyorum diye hırkasız geliyorlarmış! Yıllar önce verdiğim hırkalar onları ısıtmasa da aramızda hâlâ devam eden bir sıcaklık sağlamıştı.
Vakit gelmişti. Valizlerimi dışarı çıkardık, arkadaşlarımın her birine uzun uzun sarılıp vedalaşıyordum. Bahçe kapısı açıldı. İçeri giren 40 dakika önce telefonda konuştuğum öğrencimdi. Koşarak gelip sarıldı, “Benimle vedalaşmadan gidemezsiniz!” diyordu. Orada dayanamayıp gözyaşlarımı tutamadım. Arkasından gelip bizi gören annesi de öyle. Babası arabadan çıkıp, beni uğurlamak için olağanüstü hızla gelip yetişmeye çalıştıklarını anlattı. Elinde küçük bir not defteri; hatıralarımızı yazdığı, resimlerimizle dolu olan…
Bir daha açılır mı bilemem, ama Pakistan defterimi kapatmıştım o gün. Çoğu hatıramı yanıma alarak…
No Comment.