4 çocuk annesi Hilal öğretmen: Bütün zorlukları güzel bir niyet uğruna yaşadık

İkbal’in hayatını değiştiren baba öğüdü: Kur’an’ı Allah sana hitap ediyor gibi oku!
Nisan 12, 2021
‘Hilâl’ ile başlayan Ramazan hayatı (1)
Nisan 13, 2021

4 çocuk annesi Hilal öğretmen: Bütün zorlukları güzel bir niyet uğruna yaşadık

Hilal öğretmen (ortada), Pakistan'da öğrencileri ile birlikte...

Başka çocukların elinden tutmaya çalışırken, kendi evlatlarını ihmal etmeme çabası içinde olan bir öğretmen Hilal hanım. 4 yıl önce Pakistan’dan ‘mecburen’ ayrılmış ve şu anda bir Afrika ülkesinde vazifesine devam ediyor. 4 çocuk annesi Hilal öğretmen ile, hicret ettiği ilk ülke olan Pakistan’da geçen 7 yılda neler yaşadığını konuştuk.

 -Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı kısaca anlatır mısınız?

Elazığlıyım. Karadeniz Teknik Üniversitesi Sosyal Bilgiler Öğretmenliği Bölümü’nden 2002’de mezun oldum. Aynı yıl Trabzon’da bir dershanede öğretmenliğe başladım. Sonra evlendim. 2010 yılına kadar farklı şehirlerde çalıştık. 2 evladımız oldu. Oradan 2010 yılında ailece Pakistan’a geçtik. 2017 yılı ortasına kadar orada yaşadık.

-Pakistan’a gitmeye nasıl, ne zaman karar verdiniz? Aileniz nasıl karşıladı?

Öğrencilikten beri idealim yurt dışında hizmet etmekti. Hep hayalimdi. Yurt dışı benim için bir ödüldü, bir mecburiyet değil. Şu anda Afrika’dayım ve hâlâ aynı şeyi düşünüyorum. Mecbur olduğum için değil, tercih ettiğim için buradayım. Yaşadığım hayat da benim tercihim. Rabbim kaldırabilmeyi nasip etsin. Her şeyi göze alarak çıktığım bir yol bu. Bir gün eşim aradı dersteyken. “Yurt dışı diyorlar ne dersin, bir düşün istersen.” dedi. Ben hiç düşünmeden “Kabul et.” dedim. Önceden planlanmış bir şey değildi. Teklif edildi, kabul ettik. Türkiye’den, ailemden, arkadaşlardan ayrılırken çok da üzülmedim, çünkü hayal ettiğim bir hayata doğru gidiyordum. Çok güzel bir şeydi bu yolculuk. Ailemiz gitmemizi çok desteklemedi ama bir şekilde ikna ettik onları.

-Yola çıkmadan önce ne tür hazırlıklar yaptınız? Bu süreçteki duygu ve düşüncelerinizi paylaşır mısınız?

Pakistan’a giderken de, bir çadırda yaşama ihtimalini göze alarak yola çıktım. Yüksek hedeflerim, beklentilerim yoktu. Nereye gittiğimi, nasıl bir yer olduğunu da hiç araştırmadım. Şu anki neslin anlayışına göre bu saçma görünebilir. Bu dönemin bakışıyla o dönemi değerlendirmemek lazım. Ön araştırma yapmadım çünkü beklentilerimi en aza indirip kendimi her şeye hazırladım. Orada hizmet varsa diğerlerini araştırmaya gerçekten gerek duymadım. Sadece trafiğin Türkiye’ye göre tersten aktığını duymuştum. Çok da önemli değildi.

-Pakistan’a dair ilk izlenimleriniz nelerdi?

Hicret ettiğimi anladığım yer uçağa bindiğim an oldu. Havaalanında epeyce beklediğimiz için çocuklar acıkmıştı. Uçağın içinde yemek istedik. İlk renkli pilavı orada gördük. Ve şekerliydi. İlk orada kendime ‘sen hicret ettin artık’ dedim.

Her ülkenin kendine has bir havası ve kokusu var. Pakistan çok sıcak ve baharat kokusu hakimdi. İnsanlar şalvar- kamiz giyiyor. Devlet memurları, askerler, polisler uzun sakallı. Alışık olmadığımız bir görüntü olduğu için korkutuyor insanı. Çünkü bize Türkiye’de öğretilmiş ‘Yabancı düşmandır, dost olmaz’ diye bir şey var bilinçaltımızda. İlk zamanlar bu korkuları yaşadık.

ÇÖL DE OLSA DAĞ DA OLSA ORASI BENİM ‘KÂBE’MDİR

-İlk olarak hangi şehirde, hangi vazifeye başladınız?

Hep İslamabad’da yaşadık. Bir ailenin yanında 10 gün kadar kaldık. Sonra bir ev tuttuk ve kendi düzenimizi kurduk. Ben ilk başta öğretmenlik yapmadım. Ev hanımı olarak başladım. ‘Cook in class’ yapıyordu arkadaşlar. İngilizce risale dersleri yapıyorlardı. Hayran kaldım onlara. Ben dil bilmeyince nasıl hizmet edeceğimi bilemedim. İletişime geçemiyordum yerel insanlarla. ‘Mutfakta durayım, bulaşık yıkarım hiç olmazsa’ diyordum, o grupların bulaşıklarını yıkıyordum.

Hilal öğretmen (sağdan ikinci) ve Pakistanlı öğrencileri

Hizmeti ben şöyle anlıyorum: O anda ihtiyaç ne ise onu yapmak, imkanlar yoksa var olan kadar hizmet etmek. Orada bulaşık yıkamanın başka bir yerde hizmet etmekten daha değerli olduğunu hissettiğim zamanlar oldu. Bulaşık yıkarken de mutluydum, çünkü öyle işe yaradığımı hissediyordum. Yapacak başka bir şeyim yoktu. ‘Sizin çocuklarınıza bakayım’ diyordum sohbet yapan ablalara. Yurt dışına hizmet için gidenlere mecazen ‘Gittiğiniz yer sizin Kâbe’niz olmalı’ denirdi. Yani o kadar değerli görmelisiniz. O yüzden gittiğim yerin bir önemi yoktu. Orası bir dağ da olsa, çöl de olsa, benim için orası Kâbe’mdir. Değeri böyle vermeye çalıştım. Allah da utandırmadı elhamdülillah. Gittiğim hiçbir yerde ‘Niye geldim?’ demedim. Mutluydum yani. Gittikten 7-8 ay sonra İslamabad Kız Lisesi’nde Türkçe öğretmeni olarak başladım.

-Alışmakta zorlandığınız şeyler var mıydı?

İlk defa ülkemden farklı bir yerde yaşıyordum. Alışma ve bocalama dönemi oluyor elbette. Dil bilmemek çok zor bir şey. Herkes yabancı. Mesela bir gün bakkala gittim, yani aslında kulübe gibi bir yer. Soğan isteyeceğim ama amcaya bir türlü anlatamadım. İngilizce anlatmaya çalıştım anlamadı. Urduca nasıl denir bilmiyorum. En sonunda ağlayarak elimde bıçakla bir şeyi doğruyormuş gibi yaptım. Gerçekten de ağladım orada. Sonra amca soğanı çıkardı masanın altından. Bunlar küçük şeyler ama bir ülkeye adapte olma adına zorlayıcı olabiliyor. Ben Elazığlıyım. Pakistan da genel itibariyle kapalı bir toplum. Benim geldiğim toplumla çok örtüşen yönleri vardı. Adapte olmakta çok zorlanmadım.

Bir de şöyle düşünüyorum. Gittiğiniz yerde kültürleri değerlendirmeye başladığınız zaman asıl vermek istediklerini veremiyorsunuz. Varsa yanlış gördüğünüz şeyler size göre yanlıştır. Bir şeyin düzeltilmesi gerektiğini düşünüyorsanız, yaşayarak temsil ederek gösterirsiniz. Kültürleri olduğu gibi kabul etmek lazım. Afrika da çok zor bir kültür. Ama oraya gittiyseniz olduğu gibi kabul edeceksiniz. Varsa bizim inancımıza göre farklı bir şey, bunu yaşayarak yavaş yavaş, ‘Yanlış yapıyorsunuz!’ diyerek değil de, ‘Bakalım Peygamber Efendimiz (sas) nasıl yapmış’ diyerek belki ulaşabiliriz.

-Pakistan’da öğrenciler ve aileleriyle iletişiminiz nasıldı?

Türkçe dersleri verdiğim için çocuklarla hep Türkçe konuşmaya çalışıyordum. İngilizce de öğrenmek istedim ama imkân olmadı. İngilizce veya Urduca bilmemek benim yapacağım rehberlik faaliyetlerine engel olmadı. Haftada bir gün çocuklarla sınıfta ‘gaydın’ saatimiz vardı. Ben o sabah erkenden kalkar kek, poğaça gibi ikramlar hazırlar okula götürürdüm. Perşembe günü ilk saat ikramlarla geleceğimi bilirdi çocuklar. Ben bir şey anlatmasam da çocuk orada kendisi için yapılan fedakarlığı anlıyor. Türkçe bilen çocukların çevirisiyle bilmeyenlere ulaşmaya çalışıyordum. Dil bilmemek insanları ve çocukları anlamada zorladı beni ama birbirimize ısınmamıza engel olmadı. Gerçekten çok seviyordum Pakistan’ı. Okulumuz evden bozmaydı. Benim bir sınıfım mutfaktı aslında. Tezgah, musluk vardı. Ders konularımızdan bir tanesi Türk yemeklerini tanıtmaktı. Sınıfta yemek yapıyorduk o derste.

Sıkıntılar vardı ama rahatsız etmiyordu. İnsan sevince sıkıntılar hiçe inebiliyor. Başkalarını rahatsız edebilir bazı şeyler ama beni etmedi. Orada geçirdiğim her an adına çok mutluydum. Velilerimi sırayla evime davet ediyordum. Urduca bilmiyordum ama translate yoluyla anlaşıyorduk. Çok güzel dostluklarımız oldu. Halen görüştüğümüz arkadaşlarımız var.

Öğrencilerinin Hilal Hanım için hazırladığı hatıra defterlerinden bir sayfa.

HER TENEFÜSÜMÜZ ÇOCUKLARLA BERABER GEÇERDİ

-Pakistan halkının Türk okullarına ve öğretmenlerine karşı duygu ve düşünceleri ne şekildeydi? İletişim kurarken çok zorlandığınız veya umduğunuzdan kolay olan şeyler var mıydı?

Çok fazla hüsnüzanları vardı biz Türklere karşı. Bu ‘hizmet’le başlayan bir şey değil, çok daha öncesinde Çanakkale Savaşı’ndan beri olan bir sevgi. Sokaktaki şoför bile Türk olduğumuzu öğrenince daha ilgili ve saygılı olurdu. Pakistan halkında dışardan gelen insanlara genel olarak sempati vardır. Türk insanına bunun da ötesinde tarihe dayanan bir sevgi var. Bu sayede talebelere ulaşmada, rehberlikte hiç zorlanmadım. Bir öğretmen okulun bahçesine girdiği andan itibaren etrafını çocuklar sarar. Teneffüste öğretmenler odasında oturup rahat çay içtiğimi hatırlamıyorum. Çocuklar bırakmazdı. Bir anne gibi, her teneffüsümüz çocuklarla beraberdi. Zaten hangi teneffüste hangi çocukla görüşeceğimi önceden planlıyordum. Bazen ders yaptığım sınıfın kapısında bekler, çıkınca öğretmen odasına geçmeme fırsat vermeden alıp götürürlerdi.

-Öğrencileriniz neler paylaşırdı sizinle?

Rehberlik yaptığım öğrencilerin bütün sıkıntılarını, ailevi durumlarını bilirim. Çocuk bunalıyor ve gelip bana anlatıyor. Ben de çözmeye çalışırdım. Hâlâ arar beni öğrencilerim. Kendileri öğretmen olmaya başladılar. Problem olduğunda sürekli ararlar ve beraber çözmeye çalışırız. O irtibat hiç kopmadı. O yaşlarda ergenlik döneminde oldukları için aileleriyle sorunları olurdu. Probleminden haberdar olmadığım hiç bir öğrencim yoktur. Bu bir güvendir. Çocuk gelip anlattığında o meselenin benden dışarıya çıkmayacağından emin veya anlattığı zaman hiçbir şey yapamasam bile dua ile, pozitif telkinle yardım edeceğimden emin. Öğrencilerim benim için değişik zamanlarda üç tane hatıra defteri yapmışlardı. Onları saklıyorum. Çocuğun biri ‘Farklı milletten bir insana bu kadar ısınabileceğimi düşünemezdim’ yazmış. O samimiyetin üzerine millet kavramı, o farklılıklar aradan kalkıyor.

-Çocuklarınızın Pakistan’a alışma sürecinde neler yaşadınız?

Pakistan’a 2 çocukla gitmiştim. 2 tane de orda dünyaya geldi. Türkiye’den çok daha rahat oldu doğumlarım. Arkadaşlar çok güzel sahipleniyordu. Hemen yemek sırasına koyuluyordu mesela. Çocukların da farklı yerlere alışması kolay değil, zorlanıyorlar elbette ama bunda anne babanın tavırları çok önemli. Anne baba ne kadar kolay adapte olursa çocuklar da öyle oluyor. Eşimle ben evin içinde ülkeyi eleştirmeyiz. Varsa bir şey çocukların önünde konuşmayız, uygunsuz şekilde eleştirilmesine de izin vermeyiz. Çocukların yanında olumsuz konuştuktan sonra, ‘Burada kalmamız lazım’ dediğinizde tesir etmiyor. Bizim hayatımız bu şekilde, böyle devam edeceğiz ama siz ilerleyen zamanlarda kendi ayaklarınızın üstünde durabildiğinizde hayatınızı değiştirmek isterseniz biz sizin arkanızdayız. Bu mesajı veriyoruz çocuklara.

Çocuklarım çok dışa dönük değildir, ben de öyle değilim. İlk defa farklı bir dil, farklı bir kültür ve farklı görüntüdeki insanlarla karşılaştılar. Bu biraz tedirgin etti onları. İlk gittiğimizde büyük çocuğum anasınıfındaydı ve okula gitmek istemiyordu. Bir gün yine servis geldi ama o gitmek istemedi, ağladı. Çantasıyla koydum dışarıya. ‘Yapacak bir şey yok, alışacaksın!’ dedim, kapıyı kapattım. Tabi ki çok üzüldüm. Ama başka yolu yoktu.

ÇOCUKLARIMA RAĞMEN YAPTIKLARIM VELİLERİN DİKKATİNİ ÇEKMİŞ

-4 küçük çocuğunuz var. Okulda öğretmenlik yapıyorsunuz. Mesai bitince işiniz bitmiyor. Okul sonrasında, yani evinize ve çocuklarınıza ayıracağınız vakitlerde ekstra programlarla öğrencilere rehberlik yapmaya devam ediyorsunuz, aileleriyle birebir görüşüyorsunuz. Tüm bunlar kolay olmamıştır elbette. Hangi durumlarda daha çok zorlandınız?

Çocukları mecburen ‘anti’ denilen bakıcılara bırakırdım. Tabi ki ayrılmak istemez ağlarlardı. Hep aklıma şunu getirdim. Hz. İbrahim Allah’ın emrini yerine getireceği zaman evladı Hz. İsmail ile göz göze gelmedi. O merhamet onu davasından çevirebilirdi.

Çocuklarım için üzülüyordum, mesaim çok fazlaydı. Arka arkaya oldular zaten. En büyüğü 7 yaşındayken 4 çocuk annesi olmuştum. Bu durum beni zorladı ama hiçbir zaman hizmetime engel olmadı. Bir taraftan çocuğumu ayağımda sallarken bir taraftan programda Risale sohbetimi yapıyordum. Sonra kalkıp çayı hazırlıyordum. Bunlar yapılamayacak şeyler değil, yapıldı, diğer arkadaşlarım da böyle yaptılar ve bu yine böyle yapılacak.

Hilal öğretmen, eşi ve çocukları ile şu an Afrika’da yaşıyor.

Annelik merhameti çok önemli ama onu davamdan ayıracak şekilde kullanmamaya dikkat ettim kendimce. Artı mı eksi mi, yanlış mı doğru mu bilmiyorum ama öyle yaptık. Allah’a emanet ettim, ‘Rabbim bırakıyorum ama sana emanet’ dedim her seferinde. Bu zorluklar nerede olsam yaşanacaktı. Türkiye’de de olsam yaşanacaktı. En azından güzel bir niyet uğruna o zorluklar yaşandı.

Bazen başka şehre zümre toplantısına giderdik, 4 çocuğumla ben ve 2 bakıcı ile 7 kişi beraber. Gerçekten çok zorlayıcı buluyordu arkadaşlar. Bazen gülerlerdi bana. Bir taraftan çocuğumu doyuruyorum, bir taraftan rehberliğimi yapıyorum. Bunlar öğrencilerin çok dikkatini çekmiş.

Zaten evde sürekli misafir olurdu. Bu bütün arkadaşlar için de böyleydi aslında. Sadece bana ait bir şey değil. Kendi çocuklarımın haftalık programları da benim evimde olurdu. Hem öğrencilerin hem velilerin dikkatini çekiyordu, bu misafir ağırlamalar. Bütün velilerimi sırayla eve davet etmiştim. Sene sonunda bir değerlendirme yaptık, ‘Bize gelmiş olmanız sizlerde nasıl duygular oluşturdu?’ diye. Velilerin hepsinin hemen hemen söylediği şuydu, ‘Çocuklarına rağmen misafir almaya çalışması, program ayarlaması çok etkileyici oldu bizim için.’ Orada yaptığımız sohbet değil bu halimiz etkiliyordu onları.

Hatta veliler geleceği zaman bakıcılara çocukları evden çıkarmalarını rica ederdim. Çocuklar ağlıyor, acıkıyor, bakıcı olsa bile benden istiyor. Velilerle daha iyi ilgilenebilmek için çocukları evden uzaklaştırmaya çalışırdım. Bu da velilerin dikkatini çekmiş. Allah’ın rızası nerede bilmiyorsunuz.

-Pakistan’dan ne zaman, hangi sebeple ayrıldınız?

Türkiye’deki olaylara bağlı olarak bizim için de sıkıntılı bir süreç başladı. Her geçen gün durumumuz zorlaştı. Pakistanlı bir öğrenci velim vardı. İlk günlerde bana, ‘Korkma biz sizin bir şey yapmadığınızdan eminiz, biz size sahip çıkacağız. Bu politik bir mesele. Bunun hepimiz farkındayız.’ diyordu. Aradan 3-4 ay geçti, Kaçmaz ailesinin kaçırılmasından sonra bizim de endişelerimiz arttı. Bir gece çocukları ve pasaportlarımızı alıp evden ayrıldık. Alelacele arabalara bindik, gece yarısı sokaklardayız. Nereye gideceğimizi bilmiyoruz. Zaten her yerde askerler, tanklar var, bu ülkenin normali bu.

ZOR ZAMANDA ‘BURASI SİZİN EVİNİZ’ DEYİP MİSAFİR ETTİLER

Bir velimi aradım, durumu anlattım ‘Size gelebilir miyiz?’ dedim. Kabul ettiler. O dönemde Pakistan’a yeni gelen bir aile de vardı, kimseyi tanımıyorlar. Onları da aldık. Gittik. Kapıda karşıladılar bizi, ‘Sormanıza bile gerek yoktu, burası sizin eviniz’ dediler. Sonradan gelen bir aile ile toplam 3 aile onlarda birkaç gün kaldık. Artık orada kalma imkanı olmadığı noktada, farklı ülkelere gidip iltica etmek veya okulların açık olduğu yerlere gidip vazife yapmak şeklinde iki seçeneğimiz vardı. Biz vazifeye devam etmek istedik ve Afrika’ya geldik.

Hilal Hanım, Afrika’da öğretmenliğe devam ediyor.

-Çocukların ikisi Türkiye’yi hiç bilmiyor, Pakistan’da büyüdüler. Şimdi de Afrika’da yaşıyorsunuz? Alışmakta zorlandıkları şeyler var mı?

Küçükler kendini Pakistanlı zannediyordu. En küçük çocuğum 3 aylıktı en son Türkiye’ye gittiğimizde. Türkiye yok hiç hayatında. Bir gün konuşurken ‘Oğlum Türkiye’de herkes Türkçe konuşuyor; sokakta, markette, uçaktan indikten sonra her yerde.’ dedim. Bu çok ilginç geldi ona. ‘Nasıl yani? Gerçekten mi, fırında da mı?’ diyor. ‘Evet her yerde’ diyorum. Gidip kardeşine söylüyor. ‘Biliyor musun Yusuf, bir ülke varmış her yerde Türkçe konuşuyorlarmış.’

Annemle sadece telefonda görüştüler, beraber hiç hatıraları olmadı. Benim annemin olduğunu bilmek bile onları şaşırtmıştı. Farklı bir milletle, farklı bir kültürle buluşmanın, dünya insanı olabilmenin faydasını görüyorlar bence. Bulunduğumuz ülkeyi eleştirme konusunda hiçbir zaman kapı aralamadığımız için çocuklarımız da adapte oluyorlar. Çocuklar da güçleniyor bizimle beraber. Mesela, Pakistan’da okullardan ayrılınca maddi gelirimiz olmadı. Her şeyi iktisatlı kullanmaya çalıştık. Pakistan evleri büyüktür genelde. Biz de misafir kabul edebilmek için evlerimizi büyük seçmiştik. O büyük evlerin kirasını ödeyemedik, daha düşük kiralı evlere taşındık. Küçük kızım evde bunlar konuşulurken duymuş herhalde. Satırları daha iktisatlı kullanayım da defterim çabuk dolmasın, diye düşünerek defterindeki yazıları o kadar küçültmüş ki, öğretmeni azarlamış artık. Çok başarılı, idealist bir öğrenci olduğu için çok üzülmüştü azarlandığına.

-Pakistan’ın kişisel hayatınıza tesirleri, katkıları neler? “Buraya gelmesem bilemezdim, öğrenemezdim vb.” dediğiniz şeyler var mı?

Pakistan, ilk hicret yerim, ikinci vatanımdı. Halen de öyle bakıyorum. Çok samimi, değerli fedakar insanlar. Allah hepsinden razı olsun. Bize çok sahip çıktılar. Muhakkak her yerin iyi tarafı kötü tarafı var. Bunu ülkeye mal edemezsiniz. Ama ben bugün olsa bugün giderim Pakistan’a. Türkiye dışındaki insanlar düşman değilmiş, onu öğrendim. Evet fakir bir ülke olabilir ama dış görünümün önemli olmadığını, insanların iç dünyalarının çok kıymetli, çok zengin olabildiğini gördüm orada.

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.