PakTürk Okulları’nda İslamiyat dersi öğretmenliği yapan Zübeyde Koçyiğit ile röportajımızın 2. bölümünde, Lahor ve İslamabad’da yaşadığı yılları ve Pakistan’dan ayrılış sürecini okuyacaksınız. 2016 Kasım ayında Türkiye’nin baskıları sonucunda Pakistan hükûmeti tarafından vizeleri iptal edildiği için Kanada’ya gitmek zorunda kalan Zübeyde Hanım “Pakistan’a ilk giderken başımda bir örtü vardı, çıkarken de aynısını örttüm. Oradan öyle ayrıldım. Pakistan’a geldiğimde 9 günlük evliydim. ‘Honeymoon’a geldim’ derdim Pakistanlı arkadaşlara. 12.5 sene süren bir ‘balayı’ oldu benim için.” diyor.
-Kuetta’dan sonra nereye gittiniz?
Yeni görev yerimiz Hindistan’a sınır olan Lahor şehri olacaktı. Nüfusu yaklaşık 11 milyon olan Lahor eski görev yerimiz Kuetta’ya göre çok daha sıcaktı. Büyük, bir o kadar da öğrenmesi zevkli ve kolay bir şehirdi. Çok sıcak ve nemli bir iklime sahip olması bizim için başlarda çok zor oldu. Kuetta’dan sonra farklı bir ülkeye gelmiştik sanki. İklim, insanlar, kültür ve dili dahi farklıydı.
Eşyaları bir kamyonla gönderip kendimiz 2.5 saatlik uçak yolculuğu yaptık. Arkadaşların tavsiye ettiği bir evi görmeden tutmuştuk. Eşim esyaları indirmeye gidip döndüğünde “Sakın eşyalarla ilgili bir şey sorma, lütfen ev hakkında da yorum yapma!” dedi. Fazla bir eşyamız yoktu zaten. Meğer yolda kamyon eşkıyalar tarafından yağmalanmış ve bütün koliler dağıtılmış. Eşyalar dağınık halde eve yığılmıştı. Ev dışardan bakınca düzgün gibiydi ama dolaplar küflüydü. Dökülüyordu neredeyse. Elbette daha iyi evler vardı ama bizim maddi imkanımız yetmiyordu. Başka ev bulamayınca o evi temizleyip oturmaya karar verdik ama mutfakta temizlik yaparken hamamböceği yuvası çıktı ve onlarcası birden mutfağın her yanına dağıldı. O manzarayı unutamıyorum.
Evin durumunun üstüne bir de sıcak hava eklenince çok zor bir süreç geçirdik ilk günlerde. Elektrikler sürekli kesilirdi. O zaman arabaya biner elektrikler gelene kadar gezerdik. Yaklaşık 1 ay o evde kaldıktan sonra arkadaşlarımızdan biraz uzak da olsa başka eve geçtik, mecburen. Ayrıldığımız evin sahibi depozito paramızı bir sebep ileri sürerek geri vermedi. Daha sonra ev sahibi eşime anlatmış; evden ayrıldığımız gün depozito miktarı kadar değeri olan cep telefonunu kapkaççılar sokakta başına silah dayayarak almışlar.
Öğretmenler olarak maddi imkansızlıklar hepimizde vardı. Ama birbirimizle yardımlaşarak sorunlarımızı hallediyorduk. Türkiye’den getirdiğimiz şeyleri mutlaka paylaşırdık. Bizde olan bir şey başkasında yoksa onu gönül rahatlığıyla yiyemezdik. Zeytin, peynir, fasulye, bulgur, maydanoz ve daha birçok Türk lezzeti, bulamadığımız şeylerdi. Tatilden dönerken uçaktaki bagaj hakkına göre ne kadar alabilirsek, çay dahil sevdiğimiz şeyleri götürmeye çalışıyorduk. Orada çay var ama bize çok keskin geliyordu tadı.
BİR KİŞİYE ON KİŞİLİK YEMEK HAZIRLIYORDUK!
Kendi ülkenizde bir yemeği yapmak istediğinizde ya da güzel bir lezzet aklınıza geldiğinde, hemen köşe başındaki marketten malzemesini alabileceğinizi biliyorsun, ama Pakistan’da bunu yapamazsın. Belki bir arkadaşımızda varsa bulabiliriz. Zaten gelen şeyler 3-4 ay içinde tükenirdi. Bazen bulduk, çoğu zaman bulamadık, bulunca çok lezzetli geldi. Bulamayınca hasretini çektik.
-Lahor’da hizmet adına ne tür faaliyetler yaptınız?
Hemen öğretmenliğe başlayamadım. Kendi arkadaşlarımızla görüşüyor, programlar yapıyorduk. Yerli dostlarımızla görüşmeye başladığımızda aramızda sadece bir Pakistanlı, Ziynet teyzemiz vardı. Bir kurban bayramında tevafuk eseri tanıştığımız İftihar amcamızın eşiydi Ziynet teyze. Yaşı 65’in üzerindeydi. 2 sene sadece onunla sohbet ettik diyebilirim. Risale-i Nur Külliyatı’ndan Sözler’in İngilizcesini alıp gelirdi. Biz de hazırlanırdık, İngilizcemiz çok iyi olmasa da. Ziynet teyzemiz okur, biz açıklama yapardık. O bir kişiye on kişi gelecekmiş gibi ikram hazırlardık. Bazen aklımıza gelirdi, ‘bir kişi için niye bunu yapıyoruz?’ diye ama 2 sene sonra o samimi teyze vesilesiyle Pakistanlı 8 hanımefendi daha sohbetlerimize iştirak eder oldu.
İlk zamanlar biz onları arar “Bu hafta şunu yapıyoruz.” derdik. Fakat gün geldi onlar bizi arayıp “Bu hafta şu teyzenin evindeyiz, şu kadar kişi gelecek.” diyorlardı. Onların bu şekilde bizi araması en mutlu olduğum anlardandır.
Sonradan öğretmenliğe de başladım. İlkokulda 1’den 5. sınıfa kadar İslamiyat derslerine giriyordum. Aynı zamanda müdür yardımcısıydım. Velilerle farklı programlar yapıyorduk. Her hafta sınıf anneleri programımız oluyordu. Hem öğretmen arkadaşlar gelip çocuklar hakkında bilgi veriyor, evde nasıl destek olabileceklerini anlatıyor, hem de manevî hayatımızı konuşuyorduk. Cevşen duası ile tanıştıklarında çok etkilenmislerdi. “Bize de kitapçık verin, evde okuyalım” diyenler için Türkiye’den sipariş etmiştik.
GİZLİMİZ SAKLIMIZ YOKTU, İBADETLERE KADAR BERABER YAPTIK
Okulların ve yurtların yapılmasına destek olan Pakistanlı hayırsever beyefendiler ve hanımefendiler vardı. İhtiyaç sahibi öğrencilerimizin barınma ve eğitim ihtiyaçlarını karşılamak için onların da kapılarını farklı zamanlarda çaldık. Onların desteğiyle okullarımız büyüdü.
Pakistanlı dostlarımız, şahsi ibadetlerimiz, okuldaki vazifelerimiz ve yardım faaliyetlerinde gönüllü olarak çalışmalarımız gibi her türlü halimizi görüyorlardı. Onlardan gizli saklı bir şeyimiz yoktu. Beraber yer, içer, ibadet eder, ruhlarımızın ilhamlarını paylaşır ve sünnete uygun bir hayat yaşamaya çalışırdık. Cuma günleri maklube sofralarının etrafında toplanırdık. İnsanlar, isimler değişse de resim değişmiyor. Bu resme gönül veren çok insan vardı, şahit olduğumuz.
Pakistan’da sağlık sorunlarım çok oldu, zehirlenmeler yaşadım. Lahor’da sıtmaya benzer ‘dengi’ denilen bir hastalığa yakalandım. Onun akabinde bedenimde sebebi bilinemeyen ağrılar başladı. Doktorlara gittik bir şey bulamadılar, bunlardan biri dönemin eyalet başbakanının özel doktoruydu. En son gittiğimiz Şevket Hanım Hastanesi’nde omurilikte tüberkülozun bir çeşidi oluştuğu tespit edildi. “2 sene tedavi süreci var.” dendi. Her şeyiyle doğal beslenmek gerekiyordu. Sonrasında 2 yıl boyunca ekmeğime kadar kendim yaptım.
-Türkiye’de Hizmet hareketine yönelik başlayan olumsuz kararları orada nasıl hissettiniz?
8.5 sene Lahor’da yaşadık. Eşim o dönem bir iş adamları derneğinin genel sekreterliğini yapıyordu aynı zamanda. Dönemin Pencap eyalet başbakanı bundan ötürü Türkiye ile kurmak istediği ticaret ve yatırım öncelikli diyaloglarında eşimin tercümanlığına sıklıkla başvuruyordu. Eşim haricinde başka tercumanları kullanmak istememesinden dolayı bir zaman geldi, ailesinden biri gibi sayılacak sıklıkta konutunu ziyaret eder olmustuk. Torununun doğum gününde kendi ailesi haricinde davet edilen tek aile bizdik. Kızı ile de güzel dostluğumuz oluşmuştu. 2016 yazının ardından başlayan olaylarla bu tür davetler de kesildi.
EŞİM, ‘ARTIK PAKİSTAN’DA ÖLÜR, BURAYA DEFNEDİLİRİZ’ DİYORDU
2014’te ilkokul İslamiyat derslerinin zümre başkanı olarak İslamabad’da PakTürk Okulları’nın genel müdürlüğünde çalışmaya başladım. İslamiyat derslerine gözlemci olarak da katılıyordum. Aynı zamanda okullarımızda ihtiyaç olduğuna kani olduğumuz İslamiyat kitaplarını da yazmaya başlamıştım. Eşim de o sıralarda İslamabad’da bir eğitim şirketi kurdu ve farklı ülkelerden üniversitelerle anlaşmalar yaparak, şirketi aracılığıyla yurt dışındaki prestijli üniversitelerde okumak isteyen Pakistanlı öğrencilere üniversite ve kariyer danışmanlık hizmetleri sağladı. Yıllar geçtikçe, Pakistan’da kalıcı olduğumuzu düşünüyorduk artık. Hatta eşim, “Artık biz Pakistan’da ölürüz ve bizi buraya defnederler inşallah.” diyordu.
Ülkeden ayrılmamdan önceki son dönemde kültürlerarası diyalog faaliyetlerine de yakın ilgi duymaya başlamıştım. Bir gün yeni taşındığımız evimize yabancı bir elçilikle çalışan 2 komşum ziyarete geldi. Ellerinde, yüzlerindeki tebessüm kadar sıcak bir kek vardı. Elleriyle yapmışlar, ‘Hoş geldiniz’ demek istemişler. PakTürk Okulları’nda çalıştığımı, ders kitabı yazdığımı vs. anlattım. “PakTürk çalışanlarının yaşadıkları sıkıntılardan dolayı çok üzgünüz.” demişlerdi. Onlar da herkes gibi yapılan haksızlığın farkındaydı.
ÜST DÜZEY YETKİLİNİN EŞİ, ‘HESAP NUMARANIZI GÖNDERİN’ DİYE MESAJ GÖNDERDİ
O dönemlere kadar Türkiye’ye yakın ilgi duyan ve aralarında bir çok üst düzey kişinin de bulunduğu Pakistanlılar okullarımıza ve bizlere de çok yakın ilgi gösteriyorlardı. Bu bağlamda ziyaretleri çerçevesinde üst düzey yetkililerin eşleriyle de sık sık görüştüğümüz olurdu. 2016 Ramazanı’nda bazı akşamlar teravihleri evinde beraber kıldığımız, sair zamanlarda da sıklıkla ziyaret ettiğim bir hanımefendi, arada sırada okula gidip gitmediğimizi soruyor, “Sakın gitmeyin!” diye bizi uyarıyordu. Kasım 2016’da vizesi iptal edilen öğretmenlerin listeleri açıklandı. Eşim ve ben ilk listede yoktuk ama okulda çalışmasak da ikinci listeye eklenmiştik. Bunu öğrendiğim gün o hanımefendiden bir mesaj geldi telefonuma. “Çok üzgünüz bu durumdan ama biz size yardımcı olacağız, lütfen banka hesap numaranızı gönderin.” mealinde şeyler yazmıştı.
Ne yapacağımızı bilmediğim, perişan hissettiğim o anda her şey maddiyattan ibaretmiş gibi bir tavırla gelen bu mesaja çok üzülmüştüm. Eşime bahsettim ve hanımefendiye nazikçe bir cevap yazdık. “Bizim sizden maddi olarak hiçbir beklentimiz yok. Biz buralarda olsak da olmasak da, tek isteğimiz okullarımızın başka bir yere devredilmemesi, aynı şekilde devam etmesine imkân tanınması…” şeklinde bir mesajdı.
-Peki, sonra Pakistan’dan ayrılma sürecinde neler yaşadınız?
Vizesi iptal edilen herkes bir yerlere gitmek için başvurular yapıyordu. Düşünün size, “3 gün içinde çıkın!” denmiş. Kimisi 20 yıllık, kimisi 10 yıllık hayatını bir kenara bırakıp 3 günde çıkmak üzere toparlanmaya çalışıyor. Zaten ne alabilirsiniz ki, 1 valizle geldiğiniz yerden yine bir valizle ayrılacaksınız. Fakat öyle bir şey ki, kimse çıkmak istemiyor, son ana kadar bekliyoruz, ‘belki bir şeyler değişir de kalırız’ diye. Dualar ediyoruz birbirimize umut olmaya çalışıyoruz.
Eşimin Kanada vizesi vardı. Benim için de başvuru yaptık ama o kısıtlı süre içinde haber gelmedi. En son Bosna Hersek’e gitmeye karar verdik. Eşyalarımızı toparlarken bir gün döneceğimizi düşünerek bazılarını ayırıyordum. Eşim “Bu gidişin dönüşü yok gibi, ona göre hazırlan!” dedi. Bizim arkadaşlardan herkes çıkacaktı zaten, kime vereceğimi bilmiyordum. Geleceğimiz belirsiz, maddi imkanlarımız kısıtlı, gittiğimiz yerde nasıl yaşayacağımız belli değil. Çok zor zamanlardı. “Şuradan sağ salim çıkmak bizim için en önemli şey!” diyordu eşim. Uçağa binince rahatladık ama sonrası hüzünlüydü. Baktım eşim ağlıyor, “Kendim gidiyorum ama arkadaşları arkada bırakmak çok üzüyor.” diyordu.
HİÇ BİR ARKADAŞIMIZ PAKİSTAN’DAN AYRILMAK İSTEMİYORDU
Pakistan’a ilk giderken başımda bir örtü vardı, çıkarken de aynısını örttüm. Oradan öyle ayrıldım. Hala hicret hatirası diye saklarım. Pakistan’a giderken mutluluğun simgesi iken şimdi en hüzünlü olduğum zamanlarda takıyorum. Pakistan’a geldiğimde 9 günlük evliydim. “Honeymoon’a (balayı) geldim!” derdim Pakistanlı arkadaşlara. 12.5 sene süren bir ‘balayı’ oldu benim için.
Bizden sonra Pakistan’da gelişen olaylar bizi daha çok üzdü. Kaçmaz ailesinin kaçırılması gibi… O zamana dek birçok şok edici olaylar yaşanmış olmasına rağmen bu denli acı bir olayın orada olabileceğine hiç ihtimal vermemiştik.
Esasında kimse orayı terk etmek istemiyordu. Sonuçta herkes mecburen ayrılmış oldu. Pakistan’dan çıkarılmasaydık, seçme şansımız olsaydı, kimse çıkmazdı. Türkiye’den çıkmaktan farklı bir şey bence Pakistan’dan ayrılmak. ‘İkinci vatan’ bildiğimiz bir yer. ‘Cive cive Pakistan’ dedik yıllarca. Biz ‘Çok yaşa Pakistan’ derken bize yaşam hakkı tanınmaması çok acı verdi hepimize.
Hâlâ irtibatta olduğumuz dostlarımız var. Onlardan biri de Kanada’ya geldiklerinde bizi de özel olarak ziyaret etmişti, onları görünce ağlamıştık. Acı şeyleri hatırlamak istemiyorum. Pakistan’ın, oradaki insanların kalbimdeki yerinin değişmesini istemiyorum.
-Şu anda bulunduğunuz ülkede hayatınızı nasıl devam ettiriyorsunuz?
Ocak 2017’de Pakistan’dan ayrılıp Bosna’ya gittik. Bir ay sonra eşim Kanada’ya geçti ve aile birleşimi vizesine başvurduk. Tam bir sene sonra 2018’in Ocak ayında vizem çıktı ve eşimin yanına gelebildim. Burada eşimle birlikte bir telefon uygulaması üzerinden gelen siparişlere göre alışveriş yapıp evlere dağıtımını yapıyoruz.
‘İLK KEZ URDUCA BİLEN BİR TÜRKLE KARŞILAŞIYORUM’
-Pakistan’ın kişisel hayatınıza tesirleri, katkıları neler? “Buraya gelmesem bilemezdim, öğrenemezdim vb.” dediğiniz şeyler var mı?
En önemlisi Urducayı öğrendim. Nasıl öğrendiğimi soranlara diyorum ki, hayatın içinde olacaksınız. Eşimin ayağında bir sakatlık olmuştu. 40 gün evde kalması gerekti. Bütün işleri dışarda benim halletmem gerekiyordu. Bir gün pazara gidip ıspanak alacaktım. “Urduca ıspanak nasıl söyleniyor?” diye sordum eşime. ‘Palag’ deniyormuş. Boğazdan gelen bir söylenişi var. İçimden tekrar ede ede gittim. Pazarda ıspanağa benzeyen farklı otlar da var. Ayırmak zor oluyor. Eşek arabasında ot satan adama Urduca ‘pağıl’ vermesini söyledim. Tuhaf tuhaf baktı, “Ne istiyorsun?” dedi, ben de “Pağıl” dedim yine. Adam hem söyleniyor hem de poşete otları dolduruyor. Sonra yanımdaki bir kadın İngilizce ne almak istediğimi sordu. “Spinach” dedim. Kadın adama dönüp Urduca bir şeyler anlattı. Benden bahsederken ‘bîçare’ kelimesini kullandığını fark ettim.
Ispanakları alıp eve döndüm. Eşime anlattım olanı. “Sen ‘pağıl’ deyince adam ne yaptı?” diye sordu. “Durup kötü kötü baktı.” dedim. Meğer pağıl ‘aptal, gerizekalı’ demekmiş. Urducada öğrendiğim ilk uygunsuz kelime bu oldu. Bazen çocuklar sınıfta birbirlerine ‘pağıl’ diyordu. Bir gün çektim birini kenara, “Kullandığın kelime hiç hoş değil” diye uyardım. Çocuklar buradan benim Urduca bildiğimi düşündüler. Bir daha yanımda Urduca konuşmadılar.
Sonuçta Urducayı öğrendim. Şu anda bulunduğumuz bölgede çok fazla Pakistanlı göçmen var. Bir markette çalışan Pakistanlı kadın vardı. Onu görünce istemsiz Urduca konuşmaya başladım. Öyle şaşırdı ki, nerede öğrendiğimi sordu. “İlk defa Urduca konuşan bir Türkle karşılaşıyorum.” dedi. Çok sevindi, öylece tanıştık. Unutmamak için bazen eşimle Urduca konuşuyoruz.
Buralarda çok farklı coğrafyalardan insanlar var. Pakistanlılarla ilgili olumsuz bir şey duyacağımı hissettiğim an ben de savunmaya geçiyorum. Ben de eşim de Pakistan’ı çok özlüyoruz.
Son
Birinci bölüm: Kuetta’da güllerle karşılanan Zübeyde öğretmen (1): Öğrencilerimin gözlerindeki masumiyeti unutamıyorum
No Comment.