Eğitimci Sadullah Bayazit, 90’lı yıllarda Pakistan’a gitmeye hazırlanırken Türkiye’de tanıştığı ve bir anlamda ‘kader arkadaşı’ olan Abdülgani Gülmez’in ‘hicret hayatını’ kaleme aldı. İkinci bölümde, Pakistan için meceralı geçen vize alım süreci ve Karaçi’ye uçuş var.
İkinci Bölüm:
İslamabad’daki İslam Üniversitesi’ne gönderdiğimiz formların cevapları olumlu gelmişti. Üniversitenin kabul mektuplarını Pakistan’dan aracı olan bir arkadaş -daha hızlı olması için- elden bize ulaştırdı. Bu mektuplarla birlikte biraz da telaşla Ankara’ya gitmek için hemen valizlerimizi hazırladık. İki kişi Gaziantep’ten üç de Kahramanmaraş’tan olmak üzere beş kişiydik. Maraş’taki arkadaşlar olarak Antep’e gidip oradan beraber Ankara’ya hareket edelim diye karar verdik. Arabayla Antep’e gittik. Biz iki kardeş olarak gidecektik. Evden iki erkek çocuğu birden çıkınca babam çok duygulandı.
İlk tanışmamız Abdülgani ve Hanifi arkadaşların Maraş’ta benim görev yaptığım yurda gelişlerinde olmuştu. Bu, sonrasında hep devam edecek maceralı birlikteliğimizin de başlangıcıydı. Abdülgani ilk gördüğümde çatık kaşlı ama sakin, derviş meşrep, mütevazılardan mütevazı bir intiba bırakmıştı bende.
Elçilikten olumsuz cevaplar aldık
Antep’te buluşup hep beraber Ankara’daki Pakistan Büyükelçiliği’ne gittik. Büyükelçilikten bize “Elinizdeki evrakla vize alamazsınız, çünkü üniversite daha bize resmi yazı göndermedi.” dendi. Milli Eğitim Bakanlığı’na gidip bizi özel öğrenci statüsüne almalarını talep ettik. Onlar da “Böyle bir şey yapamayız!” dedi. Her iki taraftan da ‘olmaz’ cevabı gelince ortada kaldık. Pakistan Büyükelçiliği’nden gelecek cevabı beklemeye başladık.
Her sabah büyükelçiliğin yanındaki Kuğulu Park’a gidip akşama kadar banklarda oturuyorduk. Artık parkın sakinlerini tanıyor, hangi saatte kimlerin geleceğini tahmin edebiliyorduk. Mesela sabahları 9-10 civarı etraftaki elçiliklerin köpeklerini gezdirenler gelirdi. Öğlen saatlerinde memur ve kuryeler gelip dinlenir, atıştırmalık bir şeyler yer, ikindi serinliğinde anneler çocuklarını oyun parkına getirir, emekliler yürüyüşe başlar, mesai sonrası yürüyüşe veya koşuya gelen semt sakinleri olurdu. Fakat gariptir, oradaki simitçilerin çoğu “Çorumluyum!” diyordu.
Türkiye’ye göre, ‘cami altında bir medrese’ imiş!
Bir gün büyükelçilikteki bir ateşe, Türk çalışanlardan biriyle bize şöyle bir mesaj gönderdi: “Elinizdeki mektuplar doğru olmakla beraber bu mektubun aynısı bize de gelecek. Biz de mektup elimize ulaşır ulaşmaz, bekletmeden vizelerinizi pasaportlarınıza basacağız. Ancak üniversitenin mektubu gelmeden size vize veremeyiz.” Bize bazı arkadaşlar turist vizesiyle de gidebileceğimizi söyledi. Bir başka kanaldan da Türk hükûmetinin bu üniversiteyi ‘cami altında bir medrese’ olarak nitelediği iddiasını duymuştuk. ‘Acaba bizim vizelerin gecikmesine sebep olan şey bu olabilir mi!’ diye düşünmeden edemedik.
Açıkçası bu iddia bizim de kafamızı bulandırmıştı biraz. Çünkü biz ‘iki dilde eğitim veren uluslararası bir üniversite’ olarak duyduk ve ona göre kayıt yaptırmaya çalışıyorduk. Aslı olup olmadığını bilmediğimiz bu iddiaya rağmen inancımızı değiştirmedik.
Turist vizesi ile giderseniz tekrar gelirsiniz!
Devam eden günlerde kayıt tarihini geçirmemek için büyükelçiliği zorlayınca onlar da bayağı işkillendi. Bunun üzerine büyükelçilikten birisi “Turist vizesiyle giderseniz, vizeniz bitince tekrar Türkiye’ye dönmek zorunda kalır ve yenisi için bir daha uğraşmak zorunda kalırsınız.” dedi. Büyükelçiliğe çarşamba günü yine gitmiştik. Perşembe ve cuma günü de bekledik. O dönem Türkiye’de başbakan Necmettin Erbakan’dı. Tam o gönlerde Pakistan’a resmî ziyaret gerçekleştiriyordu. Büyükelçilik birkaç gün o geziyle meşgul oldu. Ayrıca vizeyi beklerken üniversite tercih sonuçları da açıklandı. Kardeşim Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazanınca “Ben gitmekten vazgeçtim.” dedi.
Parktaki bütün köpeklerle tanıştık!
İslamabad’daki PakTürk Okulları Genel Müdürlüğü’nden bize teminat mektubu gönderdiler. Pazartesi günü bu mektupla tekrar müracaat ettik. Büyükelçilik pazartesi günü turist vizelerini bastı. Bu arada Kuğulu Park’ta geçen beş gün içinde parka gezmeye getirilen bütün köpeklerle tanışmış olduk. 🙂 Parktaki ağaçların hepsini ezberlemiştik. Vizemizi alınca doğru İstanbul’a gittik.
Kardeşim havalimanında bizden “Ben buradan dönüyorum.” diyerek ayrıldı. Beraber gideceğimiz birisi daha vardı. Havalimanında çok aramamıza rağmen onunla görüşemedik. İstanbul’da bize yardımcı olan biletlerimizi alan kişi uçağa pasaport geçişine kadar eşlik etti. Diğer gidecek arkadaşla da uçağın içinde buluştuk. 🙂 Pakistan’a gittikten altı ay sonra büyükelçilikten söylendiği gibi Türkiye’ye dönüp vizelerimizi yenilemek zorunda kaldık. Ancak kayıt dönemini de kaçırmamış olduk.
Bu ‘sessiz ve sakin’ arkadaşı çözmem lazım
15 Ağustos 1996 günü İstanbul Atatürk Havalimanı’ndan uçup gittik, daha önce adını duyduğumuz ama hiç bilmediğimiz bir diyara. O yıllarda THY’nin sadece Karaçi’ye uçuşu olduğundan oraya indik. Muson yağmurları mevsimiydi ve hava çok nemliydi. Ayrıca oldukça kalabalık bir şehir. Son durağımız orası değildi, sonrasında bir de iç hat seferi yapacaktık ama iki uçuş arasında biraz vakit vardı.
Ben yolculuk boyunca her fırsatta ‘sessiz ve sakin’ gördüğüm Abdülgani’yi anlamaya çalışıyor, kendi kendime “Bu arkadaşı çözmem lazım!” diyordum. Fıtraten çok ağırbaşlı olduğu için kolay sinirlenmeyen, neredeyse hiç kızmayan, sinesi gayet geniş bir insan olduğunu o zaman anladım. Yavaş yavaş arkadaşlığımızı kurmaya çalışıyordum…
Devam edecek…
***
Birinci Bölüm: İsmiyle müsemma aziz dostum Abdülgani Gülmez’in Pakistan yolculuğu
No Comment.