Hayrpur’da zorluklar ve ilginçliklerle dolu günlük hayat…

Tarihten Bir Sayfa: Sakaryalı doktorlardan sel mağdurlarına sağlık desteği
Haziran 9, 2021
Belucistan çöllerinde bir Türk okulu ve Peştun öğrenciler
Haziran 12, 2021

Hayrpur’da zorluklar ve ilginçliklerle dolu günlük hayat…

Eğitimci Sadullah Bayazit, ‘kader arkadaşı’ Abdülgani Gülmez’in ‘hicret hayatını’ kaleme aldığı yazı serisine devam ediyor. Sekizinci bölümde Gülmez’in ağzından, Hayrpur Mirs’teki okul açıldıktan sonra  maddi sıkıntılar ve yokluklar içinde geçen ama bir o kadar da ilginçliklerle dolu günlük hayatı aktarıyor.

Sekizinci Bölüm:

Hayrpur, Sukkur’la rekabet eden bir şehirdi. Mesela havaalanı Sukkur’da yapılmış. Üniversite (Shah Abdullatif University) Hayrpur’da yapılmış. Ama bölgesel merkez Sukkur. Hayrpur, etrafı muz ve hurma bahçeleriyle dolu bir şehir. Ülkenin muz ve hurma üretiminin çoğu buradan karşılanıyor. Civarıyla beraber nüfusu bir milyona yakındı o zamanlar. Şehir nüfusu ise 500 bin civarındaydı. Şehrin altyapı ve elektrik şebekesinde ciddi problem vardı. Kanalizasyonu iyi olmadığı için muson yağmurlarında cadde ve sokakların çoğu göl olurdu. Yaz aylarında sıcaklıkla birlikte nem de artar. Bunda muz bahçelerinin de etkisi vardır. Elektrik şebekesi şehir genelinde problemliydi. Dengesiz voltajdan dolayı her elektrikli alet için ‘stabilizer’ kullanırdık. Köylerin çoğunda gaz yoktu, elektrik ise çoğu zaman olmuyordu. Mobil telefon şebekesi o dönem yoktu. 2003 yılında ben ayrıldıktan birkaç ay sonra geldiğini öğrendim.

Bizim arkadaşlardan şehre yeni gelenlerden bazıları ilk günlerde “Eğer cebimde para olsa buradan hemen geri dönerim!” diye düşünürmüş. Sonraları bu düşüncesini itiraf edenler oldu. Fakat bahsettiğim gibi burada biraz kalıp insanlarla kaynaştıktan sonra şehirden ayrılırken ağlayan çok oldu. Orada öyle güzel bir arkadaşlık dostluk bulduk ki dünyalara değişilmez. Şehrin ne kanalizasyon sorunu, ne evlerde kertenkele veya çeşit çeşit haşerat olması ne de kavurucu sıcağı Hayrpur’daki samimi dostluk ve arkadaşlığın önünde değildir.

Motorsiklet okulun resmi aracı gibi oldu!

Şehirde Pakistan’daki meşhur özel okullardan yoktu. Ufak yerel özel okullar vardı. Toprak ağalarının çocukları hep büyük şehirlerde okuyordu. Taşımacılık eşek, at, deve veya manda arabalarıyla yapılıyordu. Mesela pazardan bir masa, sandalye vs. aldığımızda dükkan sahibi bir eşek arabasını çağırıyor, ona adresi yazıyor veya tarif ediyor, sen beraber gitmesen de eşyalar adrese ulaşıyordu. Bu ilk zamanlar bana çok tuhaf geliyordu. Çünkü “Nasıl güveneceğiz?” diye sorardım Recep’e. O da “Burası küçük yer, esnaf ve arabacılar birbirlerini tanıyor. Hiçbir şey olmaz.” derdi. Biz de bir şey aldığımızda arabacıya “Colonel Shah hostel, falan kişi.” diyorduk. Kum, çimento ve diğer malzemeler eksiksiz ulaşıyordu. Mesela Kuetta’dan kamyonla gelen malzemeleri şoför önce şehrin dışında bıraktı. Sonra eşyaların hepsini 8-10 sefer yaparak eşek arabaları taşıdı. Bir tane eşyamız eksik gelmedi. Şehir içindeki rikşalar dolmuş gibi çalışıyordu. Şehre gelen her arkadaş buna ilk şahit olduğunda şaşırıyordu. Ücreti 3 veya 5 rupi (Rs) idi o zamanlar. Şehrin bir veya iki ana caddesinde devamlı hareket halinde rikşa bulmak mümkündü.

Günay Bey gelirken yanında motosikletini de getirdi kargoyla. Motosiklet birçok arkadaş tarafından ortak kullanılmaya başlayınca okulun zimmetine aldık. Motosiklet müdür beyin de makam aracı oldu. Çünkü resmi veya gayri resmi ziyaretlere motosikletle gidiyorduk. Hatta bir akşam Adem Bey ile belediye başkanını evinde ziyarete motosikletle gittik. Ayrıca ben ve Recep’in eşya tedariki için kullandığımız taşıtımız da oldu. Okulun kırtasiye veya diğer mutfak ihtiyaçları için motosiklet daha pratik oluyordu. Sukkur’a gidişimiz de motosiklet sayesinde daha ekonomik oluyordu. Yoksa araba kiralamak zorunda kalıyorduk. Okulun ihtiyaçları için Sukkur’a ayda bir kaç defa motosikletle gidiyorduk.

Meğer yalnızlık bunalımına girmişim…

2002 yaz tatilinde Türk öğretmen olarak yalnız kaldığım bir zamanda Recep de köyüne gitmişti. Tek başımaydım. Şimdiki gibi akıllı telefon yok, bekarım, ailem yok, radyo yok, televizyon yok, elektrik yok, serin hava yok, konuşacak kimse yok… Yokluk içinde yokluk. Sadece bir tek şey var: Motosiklet. Ben de onu alıp kampüsün bahçesinde ileri geri sürmeye başladım. Motosikletle bahçe ve okulun koridorlarında gezerken birden sürat yaptım. Sebebini anlamadım ama sonra birden ani fren yaptım, tabii motor kaydı. Yer biraz kumlu olduğu için bahçe duvarına hafiften dokunarak durabildim. Etraftakiler geldi ‘ne oldu’ diye. Dedim “Frenleri deniyorum, yok bir şey! Meğer yalnızlık bunalımındaymışım. 🙂

Bir keresinde de akşam Garib Nawaz’a yemeğe gidiyoruz Recep’le. Cadde kapısında ağzı kapalı kamisinin (gömlek) altında bir şey saklayan genç bizi durdurdu. Recep’e bir şeyler sordu. Recep de okulun kapısında bekleyen polislere yönlendirdi. Polisi duyan genç hızlıca uzaklaştı. Sonradan Recep onun gaspçı olduğunu söyledi. Okulu aldığımız ilk günden itibaren geceleri hırsızlığa karşı (sağ olsunlar) polis bekledi kapıda.

İmam lojmanında kaldığım ilk ayda Miraç Bey de yeni gelmişti. Gece yatacağız ama elektrik zayıf geliyor, fanları çalıştırmıyor. Bir süre sonra ise elektrik tamamen gitti. Tabi bir anda odanın içi sivrisinek vızıltısıyla doldu. Sivrisineklerin ısırmasından ve  terden bir türlü yatamadık. Dışarı çıktık. Okula doğru bakıyoruz her taraf karanlık. Recep ve çokidar (bekçi) avlunun ortasında yatıyor fakat onların ayaklı fanları çalışıyor. Diğer evler de elektrik var sadece bizim evde yok. Onlara da sesimizi duyuramıyoruz. Meğer bizim eve gelen elektrik kablolarından birinin bağlantısında temas problemi varmış. Uzun bir sırıkla epey denedikten sonra çıkan kancayı takabildik.  

6 kişilik aileyi tek odaya yerleştirmek zorunda kaldık

Bir de Hayrpur’da o zamanlar şehir dışından gelen çok kimse olmadığından kiralık ev bulmak zor oluyordu. Bizim arkadaşlar ilk geldiklerinde çok zor ev buluyorlardı. Çoğunlukla veli veya tanıdık referansı ile ev kiralayabiliyorlardı. Evler de Türkiye’den alıştığımız daire şeklinde olmuyordu. Çünkü şehirde kimse evini kiraya verme amacı gütmüyordu.

Bunun en bariz örneğini rahmetli müdürümüz Adem Bey’de yaşadık. Adem Bey, Türkiye’den yeni gelmişti. Halit Bey, ona bahsi geçen lojmanları kastederek, “Evin hazır, aileni de götür yerleş.” demiş. Fakat o zamanlar lojmanların bize devri henüz gerçekleşmemişti. Belediye ile görüşmeler devam ediyor ancak bir türlü sonuca varılamıyordu. Adem Bey, Karaçi’ye gelmiş, oradan beni arayıp “Evi hazırla, yarın sabah okul müdürünüz ailesiyle orada olacak, karşıla ve eve yerleştir” diye mesaj gönderdiler ama ortada hazır bir ev yok! Lojmanları devralma süreci daha yeni başlamış ve renovasyonu yapılıyordu. Yanlış anlaşılınca maalesef Adem Bey dört küçük çocukla çıkageldi. Onlar için Kuetta’daki depodan gelen eski eşyalar arasından bulduğumuz iki ranzayı kurduk. Altı kişilik aileyi bizim meşhur tek odalı imam lojmanına yerleştirmek zorunda kaldık. Ben de bir süreliğine okul tarafında küçük bir odaya geçtim. Aslında asıl zorluğu küçük çocuklarla ve eşi yaşadı. O daracık odada sanırım bir ay, ev buluncaya kadar yaşadılar.

Nihayet okul yakınlarında normal standartlarda olmasa da bir evi onlara kiralayabildik. Sonrasında gelen her müdür yıllarca yine o evde oturdu. Hatta bizde güvenlik endişesi bile oluştu. Rikşacılar, veliler, öğrenciler ve Hayrpur halkının çoğu o evi ‘principal house’ yani ‘müdür evi’ olarak biliyordu.

Devam edecek…

***

Yedinci Bölüm: Okulun bir yılda aldığı mesafeyi gören yetkililer şaşkınlık yaşadı

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.