Eğitimci ve araştırmacı Doğan Yücel, geçen mayıs ayında vefat eden Lahor’un tanınmış iş adamı ve akademisyenlerinden Faruk Ali Han’ın portresini yazdı. Aynı zamanda bir Türk dostu, Türkçe sevdalısı ve PakTürk Okulları’nın velisi olan Faruk Bey ile tanışmalarını, kısa sürede büyüyen dostluklarını anlattı.
Birinci Bölüm
20 yıla yakın dostluğumuzun olduğu Faruk Ali Han Bey (Farooq Ali Khan)ile ortak hatıralarımızı bir yazıya sığdırmak çok zor. Bu seride yazacaklarım belki anılarımızın onda biridir. ‘Yazmak belki de vefanın bir gereğidir’ diyerek kendisini yâd etmek istedim.
Faruk Bey ile ilk olarak 2004 yılının ekim veya kasım ayında İslamabad’da tanıştık. Buna PakTürk Okulları’nın matematik zümre başkanı olan Bayram Bey vesile olmuştu. Kendisi bir yıl önce İslamabad’a taşınmıştı. Faruk Bey Türklere ve Türkçeye çok meraklı bir insandı. Brandreth Road’da boru ticareti, özel bir üniversitede de akademisyenlik yapıyordu. Tanıştıktan birkaç gün sonra evine misafir olduk. O günden sonra sürekli görüşmeye başladık. Hatta ben Pakistan’dan ayrıldıktan sonra kendisi vefat edinceye kadar görüşmelerimiz hiç bitmedi. Ara ara birbirimizin halini hatırını sormaya devam ettik. En son vefat etmeden 15 gün önce konuşmuştuk.
Faruk Ali Han’ın bizim arkadaşlarla ilk tanışması 2002 yılında okulumuzun ilk müdürü Süleyman Bey vasıtası ile olmuş. Süleyman Bey master için üniversitede ders alırken Fauk Bey onun hocalığını yapmış. Faruk Hoca, ders esnasında bu yabancıyı merak edince “Kimsin, Lahor’da ne yapıyorsun?” diye sormuş. O da PakTürk Okulları’ndan bahsetmiş ve orada müdürlük yaptığını söylemiş. Bunun üzerine aralarında bir muhabbet başlamış. Süleyman Bey’den sonra Bayram Bey ve sonrasında ben Faruk Bey’le dostluğu devam ettirdik.
Onun sayesinde okula bir kantin yaptık
2006 yılı başlarıydı, okula yeni kayıt dönemi başlamıştı. 2 yıl içinde Faruk Bey ile dostluğumuzu ilerletmiştik. Kendisine çocuklarını bizim okula kayıt ettirebileceğini söyledim. Büyük oğlu 8’inci, küçüğü 5’inci sınıfa gidiyordu. Ancak Gulberg’deki okulumuzun fiziki şartları Lahor’da maddi durumu biraz iyi olan aileleler için pek cazip değildi. Tuvaletleri eski, sınıflar küçüktü. Spor imkanları, klima ve elektrik kesintilerine karşı yedek güç kaynağı yoktu. Kantin yerine, ‘hala’ diye çağırdığımız bir temizlikçi teyzenin mutfakta sattığı şeyler vardı. Faruk Bey’in çocukları okulumuzu gördükten sonra kayıt olmak istemedi. Çünkü evlerinin yakınındaki Pakistan’ın tanınmış özel okullarından birine gidiyorlardı. Ben çocuklarını iki hafta bize gönderip denemelerini tavsieye ettim.
İki hafta sonra tekrar görüştüğümüzde kararının ne olduğunu sordum. Şöyle bir cevap verdi: “Ben oğullarımla oturdum, konuştum. Onlara ‘Okulun imkanlarının kötü olduğunu görüyorsunuz, peki eğitimi nasıl?’ diye sordum. ‘Çok iyi’ diye cevap verdiler. ‘O zaman geri kalan şeyler önemli değil. Siz eğitime bakın’ dedim.” Ardından Faruk Bey iki oğlunu da okulumuza kaydetmeye karar verdi. Ancak okula ‘düzgün bir kantin’ açmamızı rica etti. Bunun üzerine biz de arkadaki ilkokul binasının yanına küçük bir kantin yapmayı planladık. Müdessir Bey’le kantini kimin işleteceğini görüşürken, “Benim abim bir devlet lisesinde öğretmenlik yapıyor. Orayı bırakıp burada kantini işletebilir.” dedi. Böylece 5-6 metrekarelik derme çatma bir kantin inşa ettik. Oraya öğrencilerin ihtiyacı olacak şeyler konmaya başlayınca öğrenciler de çok mutlu oldu. Oturacak yer, kantin masası, sandalyesi yoktu ama neticede Faruk Bey bir kantin açmamıza sebep olmuştu.
Kıskandığım fındık bize de nasip olmadı!
Türkiye’den ve başka ülkelerden Lahor’a gelen misafirlerimizi bazen de İslamabad’dan yani genel müdürlükten gelen misafirlerimizi Faruk Bey’in evine götürürdük. Sağolsun her defasında memnuniyetle ağırlardı. Bazen de biz ailecek uğrardık. Eşim ‘rasmalai’yi çok severdi. Evine gittiğimiz zamanlarda genelde tatlı olarak rasmalai ikram ederlerdi. Esma ablamızın ellerine sağlık.
2006 yılı yazıydı, eşimle beraber Türkiye’den yeni gelmiştik. Gelmeden önce İstanbul’da biraz alışveriş yaptık. Pakistan’da olmayan bazı yiyecekleri de aldık, iki kilo da fındık vardı. Bu tür şeyleri sene içerisinde tekrar gidip getirme imkanımız olmadığı için azar azar, hata tane ile yiyorduk. Lahor’a geldikten sonra Faruk Bey’i ziyaret ettiğimde “Fındık getirdin mi?” diye sordu. Ben de “Zaten bir kilo aldım, bizde de çok yok!” dedim. Neden böyle dedim, bilmiyorum, belki de içten içe fındıkları vermeye kıyamadım. Aradan 2-3 gün geçti, mutfakta fındıkları koyduğumuz dolabı açtığımızda birer kiloluk iki fındık poşetinden birinin tamamen yemyeşil olduğunu gördük. Normal şartlarda sapasağlam fındıkların iki gün içerisinde o kadar bozulması imkansızdı. Hemen yanındaki diğer poşette bir tane bile bozulmuş fındık yoktu. Allah, bilmeden de olsa Faruk Bey’in kalbini kırdığım için bana o fındıkları yemeyi nasip etmemişti. Bir daha ondan hiçbir şeyi kıskanmadım. Türk yemeklerini çok severdi. Hemen her yıl Türkiye’ye gitmişliği vardı. Dönüşte muhakkak puding getirirdi. Ona pudingin nasıl yapıldığını da anlatmıştım.
Kazada tartıştığımız kişi yarım saatte dergiye abone oldu
Brandreth Road’a bir gün kendisini ziyarete gitmiştim. Burası, İstanbul’daki Karaköy gibi hırdavat, boru ve küçük el aletlerinin toptan-perakende satıldığı yerdir. Bölgenin istasyon tarafından ilk girişi bu caddede olduğundan pazar da bu adla anılır. O dönem arabamı yeni almış, şoförlüğe yeni alışıyordum. Bir gün Brandreth Road’un girişinde Faruk Bey’in dükkanının önüne park etmek için U dönüşü yapmak istedim. Arabayı çevirdim, ikinci hamleyi yaparken yeni bir araba benim açtığım aralıktan geçmeye çalışmış. Ben de hamle yapınca o arabanın yan tarafı benim arabanın köşesiyle baştan sona çizildi. Adam indi ve bağırıp çağırmaya başladı. Bu arada Faruk Bey dükkandan çıkıp yanımıza geldi. Adamı sakinleştirdi. Arabaları park ettik. Dükkâna girdik, tanıştık, biraz oturduk. Yarım saat sonra dost olduk. Muhabbet ilerledi, Fountain dergisine bile abone ettik.
Okul inşaatında kahvaltı veriyorduk
Meğer yeni arabasını boydan boya çizdiğim kişi o dönem Pakistan Hırdavat ve El Aletleri Derneği’nin başkanıymış. Türkiye’ye bir gezi programı öncesi ulaşmak ve randevu almak için bir aya yakın uğraştığım kişiymiş. Sonraları kendisini birkaç defa iş yerinde ziyaret ettik. Programlarımıza çağırdık, dostluğumuz devam etti. O günden sonra Brandreth Road ziyaretlerimde neredeyse hiçbir zaman U dönüşü yapmadım. Arabayı Faruk Bey’in dükkanının karşısında bulunan petrol istasyonuna park etmeye başladım. Arada bir arabamı da orada yıkatıyordum.
Yeni okul binamızın inşaatında her pazar sabah kahvaltısı yapıyorduk. İş adamı tanıdıklarımız kendi arkadaşlarını Türk kahvaltısına getiriyordu. Kahvaltı sonrası hep beraber inşaatı geziyor ve okulun alacağı son hali anlatıyorduk. Faruk Bey de tanıdığı insanları birkaç defa kahvaltıya çağırdı. Kahvaltı verdiğimiz yer inşaatın bahçesinde kumların, çakılların arasındaki hafi büyükçe bir kulübeydi. İçinde zemine halıfleks sermiş ve duvarına klima taktırmıştık…
Devam edecek…
No Comment.