PakTürk Okulları Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir ile röportajımızın ikinci ve son bölümünde, Hayrpur Mirs’te yaşadığı dönemi, evlilik sürecini, 15 Temmuz sonrası yaşadıkları sıkıntıları ve bugünkü hayatını konuştuk. PakTürk Okulları’nın ülkede yaşayan halklar arasındaki birleştirici rolünü anlatan Tokdemir, “Pakistan’ı sizin için güzel kılan şey neydi?” sorusunun cevabını da veriyor.
-Hayrpur nasıl bir yerdi sizin için?
-Multan’dan sonra Hayrpur’a atandığımda eski müdürümüz aradı ve “Azizim sana geçmiş olsun mu diyeyim, hayırlı olsun mu diyeyim, bilemiyorum!” dedi. Çünkü Hayrpur için söylenen meşhur bir söz vardı: “Hayrpur’a gelen 2 kere ağlar; bir geldiği için bir de giderken.”
Multan sıcaktı ama Hayrpur’da hiç rüzgâr esmez. Elektrik kesintileri daha uzun sürüyor. Pakistan hayatımda en uzun süre orada kaldım.
-Pakistan’ın en zor coğrafyalarında vazife yapmışsınız…
Nasip kısmet işi bu. Hiç şikayetçi değildik. Hatta eşim şu anda bile “Şimdi gönderseler yine giderim” diyor. Zaten oradayken evlendim. Hayrpur gerçekten çok küçük bir şehir. 3 tekerlekli rakşa ile şehrin bir ucundan diğerine 5 dakikada gidilebilir. Bana göre şehrin en güzel yeri bizim okulumuzun bahçesiydi, düşünün artık. Ağaçlar vardı. İnsanların gelip oturabileceği, çocukların oynayabileceği bir alandı. Bu kısıtlı imkanlardan dolayı öğrencilerimizden başka bizi şehre bağlayacak pek bir etken bulunmuyordu. Sadece sen varsın, okulun ve öğrencilerin var, o kadar. Hayrpur genel olarak kısıtlı imkanların olduğu bir yerdi ama insan kaynağı anlamında çok bereketliydi. Çok güzel öğrenciler yetişti oradan. Çocuklar çok samimi, çalışkan ve ilgiliydi. Biz de çocukları bazen evlerimize bazen de okulun yurduna davet edip ek eğitim programları yapıyorduk.
Hayrpur’a nadiren yağmur yağardı. Yağmuru çok seven bir insan olarak bunun eksikliğini çok hissederdim. Bir keresinde çocuklarla program yapıyorduk. Kısa süre dinlenmek için odaya geçtim. O arada yağmur yağmış. Uyanınca fark ettim yağdığını. O kadar hayıflandım ki hala aklımda o gün. ‘Nasıl olur da kaçırırım’ diyordum.
-Eşinizin Hayrpur’a gelişi biraz sıkıntılı olmuş sanırım. O süreci anlatabilir misiniz?
Tanıştığımızda eşim Türkiye’de Matematik öğretmenliği yapıyordu. Ben yaz tatiline gidince nişanlandık. 2 ay sonra da düğünümüzü yapmaya gittim. 19 Eylül 2015’te düğünümüz oldu. 2 gün sonrasına Pakistan’a dönüş biletlerimizi almıştım. O zamanlar Türkiye’de Hizmet Hareketi’ne yönelik baskılar vardı ama Pakistan’da henüz ciddi bir şey yoktu. Hiç beklemediğimiz bir şey oldu ve eşime Pakistan vizesi vermediler. Onu bırakıp Pakistan’a gelmek zorunda kaldım. Dersler başlıyordu çünkü. Sonrasında epey uğraşıldıktan sonra vize alıp yaklaşık 1 ay sonra gelebildi. Hayrpur’da okul müdürümüz ve öğretmen arkadaşlar, çiçeklerle vb. süslemelerle ona küçük bir ‘hoş geldin töreni’ hazırlamışlardı. Çok hoşuna gitmişti eşimin. Hayrpur hayat şartları açısından zor bir yerdi ama eşim çok memnundu, çok mutluydu. Ama ilk kızımıza hamileyken çok ciddi rahatsızlıkları oldu.
-Tedavi olabildi mi? Neler yaşadınız?
Hayrpur küçük bir yer. Buna göre de kısıtlı sağlık imkanları bulunur. Sağlıkla çok imtihan oluyorduk bu yüzden. Hastane tabii ki vardı ama bizim alıştığımız gibi değil. Bir tane devlet hastanesi vardı, çok kalabalık, çok yoğun. Eşim rahatsızlanınca ilk olarak oraya götürdüm. “Yatırmak zorundayız.” dedi doktorlar. Yatacak ama eşim henüz İngilizce veya Urduca bilmiyordu. Bayan arkadaşlardan da yanında kimse kalamazdı, çünkü okulda herkesin kendi vazifesi vardı. Mecburen benim kalıp onunla ilgilenmem gerekiyordu. Doğumhane gibi bir yere götürdüler bizi. 30-40 kadar kadın var yataklarda. Benden başka erkek yoktu. Bir perde ile ayırdılar bizim olduğumuz yeri. Buna rağmen diğer hanımlar şikâyet etti benim orada olmamdan. Ben de memnun değildim elbette ama başka şansımız yok. Bebeği kaybetme riski çok fazla olduğu için eşimin hiç yataktan kalkmaması gerekiyordu. Sürekli iğne yaptıkları için hastanede kalması lazım, eve götüremiyorum.
İLK ÇOCUĞUMU, DOĞUMUNDAN 4 AY SONRA GÖREBİLDİM
Orada sabahları ‘dutpati’ ile kek yemek meşhurdur. Bir sabah görevliye herkese benden dutpati ile kek getirmesini söyledim. Hanımlar bundan öyle memnun oldular ki, bir daha benden şikâyet etmediler. Rahatça eşimle ilgilendim. Fakat eşimin rahatsızlığı devam ediyordu. Birkaç gün o şartlarda kaldık ama olacak gibi değildi. Karaçi’ye daha iyi bir hastaneye gitmeye karar verdik. Bir hafta kadar oradaki bir hastanede kaldı. Eşimin Türkiye’de tedavi olmasını istiyordum ama doktor yolculuk riskli olacağı için izin vermiyordu. Yine de her şeyi göze alıp eşimi ailesinin yanına götürdüm 12 Mart 2016’da. Doğuma yakın tekrar giderim diyerek Pakistan’a döndüm.
-Gidebildiniz mi peki?
Maalesef tam da o dönemde 15 Temmuz süreci başlayınca Türkiye’ye gidemedim. Hayrpur’da öğretmenliğe devam ettim. Eşim ailesinin yanında doğum yaptı. Artık kızımızla beraber Pakistan’a gelecekti ama bebeğe vize vermedi Pakistan elçiliği. Epeyce uğraştık. Yetkililerle görüşmeler yapmaya çalıştık. Nihayet kızım 4 aylıkken vize alıp Pakistan’a Hayrpur’a gelebildiler. Eşim Türkiye’ye gittikten 8 ay sonra Ekim 2016’da Pakistan’a dönmüş oldu. O zamanlar henüz tutuklamalar yoğun olmadığı için bize bu yaşadığımız vize sıkıntısı ağır geliyordu. O ana kadar duyulmuş bir şey değildi bebeğe vize verilmemesi. Çocuk doğmuş, baba gidemiyor, anne de çocukla gelemiyor. Fakat sonradan o kadar zor durumlar yaşadı ki arkadaşlarımız ve diğer dostlarımız, bizim derdimiz devede kulak gibi kaldı. O yüzden kimseye de anlatmadık bunları.
-Bu sürecin yansımalarını okulda nasıl hissetmeye başladınız?
Eşim geldikten bir ay sonra 25 Kasım 2016’da Pakistan İçişleri Bakanlığı’ndan okullara bir mektup geldi ve 3 gün içerisinde ülkeyi terk etmemiz istendi. Biz de o süreçte okullardan çıktık ama çok üzüldük. Hiç unutmuyorum en son anlattığım dersi. Bir yandan öğrencilerim ağlıyor, bir yandan ben ağlıyorum, ama ağlamamaya çalışıyorum. Son dersimi anlatmak istiyorum. Çok duygusal bir ortam vardı. Bütün öğretmenlerimiz, öğrencilerimiz ağlıyordu.
Okuldan ayrıldıktan 2 hafta kadar sonra öğrencilerimiz bize bir veda gecesi yaptı, onu da hiç unutamıyorum. Yine herkes ağlıyordu. Öğrencilerimiz gelip bize duygularını anlatıyordu. Bir velimiz bütün ablalara altın yüzük ayarlamış, getirmiş, “Hangisi parmağınıza olacaksa seçip alın!” diyordu. Yerli öğretmen arkadaşlar da kendi aralarında para toplamıştı bize yardım etmek için. Velilerimiz aynı şekilde yardım etmek için ellerinden geleni yapmaya çalıştılar. Gerçekten hayatım boyunca unutamayacağım bir atmosferdi orada yaşadığımız şeyler.
-Okuldan ayrıldıktan sonra neler yaptınız?
İçimizde hep bir ümit vardı. “Acaba tekrar başlayabilir miyiz, öğrencilerimize kavuşabilir miyiz?” diyorduk. Hayrpur öyle küçük bir yer ki bütün velilerimiz, bütün esnaf vs. bizi tanıyor. Yolda, çarşıda sürekli karşılaşıyorduk. Bizi gördükçe üzülüyorlardı. Eşimle biz ülkeyi hemen terk etmek istemedik. Son ana kadar kalıp ‘yapılacak bir şeyler var mı’ diye baktık. 3 gün içinde çıkanlar da oldu ama çok zordu kısa sürede ayrılmak. Sonrasında Birleşmiş Milletler’e başvurup mağduriyetimizi anlattık. Normalde birkaç ay sürebilecek bir belgeyi birkaç gün içinde verdi BM yetkilileri. 1 sene daha BM korumasında Pakistan’da kalma imkânı oluştu. Fakat biz ailece o süreçten sonra 2 yıl daha kaldık. Çünkü pasaportlarımızda sorun yoktu. Maddi-manevi gücümüzün yettiği kadar orada durmak istedik. Bayrak yarışı gibi bir şeydi o süreç. Pasaportunun süresi biten, bir sıkıntısı olan gidiyordu. Her hafta birilerini uğurluyorduk, ağlayarak üzülerek. En son biz çıktığımızda kimse kalmamıştı.
AFRİKA’YA GİDİNCE PAKİSTAN’IN FARKINI DAHA İYİ ANLADIM
Ben başka bir okulda bir iş bulmuştum. Eşim de bir yurtta görev yapıyordu. Son 8 ayda Hayrpur’dan Karaçi’ye taşındık. Orada devam etmeyi planlıyorduk. Fakat 2018’de aralık ayının son günlerinde Pakistan Yüksek Mahkemesi bütün okulların Maarif Vakfı’na devredilmesine karar verdi. Ondan sonra biz de 3 gün içinde eşyalarımızı satıp çıktık. Tam 1 Ocak 2019’da ayrıldık.
-Nereye gideceğinize nasıl karar verdiniz?
Karar vermeye çalışırken “Allah’ım gönlümden geçeni biliyorsun!” diye dua ettim. Sıcak iklimlerde yaşadım, hiç şikâyet etmedim ama gönlümden yağmurlu bir yere gitmek geliyordu, ama dile getirip söyleyemiyordum. Arkadaşlar da o arada “Şu Afrika ülkesi çok güzelmiş, sürekli yağmur yağıyormuş.” diye anlatıyorlardı. Biz de onların tavsiyesi ile Allah nasip etti o ülkeye gittik. Her 2 günde bir yağmur yağıyor, yeşillik, havası güzel, serin. Küçük bir cennet gibi, çok güzel bir yer. 2 yıl orda kaldık. Afrika bambaşka bir iklim, coğrafya ve insan yapısına sahip.
Pakistan’da yaşarken duygularını dile getirmek çok zordur. Oradan çıkınca ancak bu mümkün olabiliyor. Ben de Afrika’ya geçince Pakistan’ın ne kadar farklı olduğunu anladım. Pakistan’ın gönlümüzdeki yeri bambaşka. Orayı güzel yapan insanlarının güzelliği… Çok kolay bir şekilde insanlarla bağ kurabilmenin ve bunun gibi değerlerin orayı güzel yaptığını düşünüyorum. Afrika da güzel, buradaki insanlar da bizim siyah incilerimiz. Ama bütün etkenleri ele aldığımızda Pakistan bambaşka bir yer.
-Pakistan’ın unutamadığınız neleri var? Hayatınıza neler kattı?
Pakistan’ı değerli kılan öğrencilerin samimiyeti, bize karşı olan saygısı, velilerin sevgisi, bize değer vermesi, diyebilirim. Biz okullardan çıkarıldığımız zaman bir velimiz bizi çağırdı ve “Evimin üst katı boş, istediğiniz kadar kalabilirsiniz.” dedi. Öğrencilerimiz kendi biriktirdiği paraları getirip vermeye çalıştı. Ve en güzeli de bizi unutmadılar. Hala çok güzel mesajlar gönderiyorlar. Demek ki bu sevgi denen şey parayla alınan bir şey değilmiş. Bu sevgi o kadar da basit bir şey değilmiş. Pakistan’da bu sevgi, bu samimiyet elde ediliyormuş. Orada bu güzellik varmış. Kültürlerin yakın olmasından da kaynaklanıyor belki. Orada toplanıp sohbet ettiğimiz zaman çocukların gözleri yaşarırdı. 30-40 öğrenciyle beraber namaz kılıp tesbihat yaptığımızı hatırlıyorum. Çocuklar geleceğe dair hayal kurarken bize danışıyorlardı. Bize saygı duyuyorlar ve bizi gerçekten seviyorlardı. Bütün bu değerler Pakistan’ı bize güzel kılıyor.
5 YAŞINDAKİ KIZIM ‘NERELİSİN?’ SORUSUNA ‘PAKİSTANLIYIM’ CEVABI VERİYOR
Afrika’da çalıştığım ülkede bir yere yemeğe gitmiştik. Pakistanlı bir beyefendi geldi. İlk defa görüyordum ama bir tuhaf oldum onu görünce. Urducayı çok iyi olmasa da günlük işlerimi halledebilecek kadar öğrenmiştim. Onunla da Urduca konuştuk. “Siz Patan’sınız!” dedim, “Nereden anladınız?” dedi. Simasından anladım. Beni de oradayken Patanlara benzetiyorlardı. Pakistan nasıl bir yermiş ki gönlümüzde yer edinmiş böyle. Çok derin izler bırakmış bizde. Eşim “Şu anda mümkün olsa seve seve giderim.” diyor.
Arkadaşların hepsi ayrılıp biz Pakistan’da kaldığımızda, gidenlerle telefonda görüşüyorduk. “Pakistan’ın kıymetini bil.” diyorlardı. Ben de seviyordum ama ayrılınca o değerleri daha iyi gördüm. 5 yaşındaki kızım bile “Nerelisin?” diye soranlara “Pakistanlıyım” diyor.
-Pakistan ve Türkiye halklarının uzun yıllara dayanan karşılıklı bir muhabbetinin olduğu söylenir. Siz Pakistan’da bunun yansımalarını gözlemlediniz mi?
Evet, Pakistan halkının Türkiye’ye karşı tarihten gelen bir sevgisi ilgisi hep var. Ama şu var, ‘hizmet’ için gittiğin zaman seni değerli kılan başka şeyler var. Ben buna inanıyorum. Normal bir insan olarak gittiğin zaman da saygı duyarlar, severler ama bir noktaya kadardır. Ama PakTürk Okulları’na bağlı eğitim gönüllüsü arkadaşlarımız adanmışlık ruhuyla ve niyetiyle gittikleri için o bağ orada daha farklı oluyordur. İş için gidenler de vardı, o saygıyı görüyorlardı fakat sen fedakarlıkla gittiğin için o sevgi katlanıyordu.
Hiç unutmuyorum, bir gün bir öğrencimiz bizi evine davet etti. Yetim bir çocuktu. Ne ikram edecekti bize? Fakat öyle bir sofra kurmuştu ki, kuş sütü eksikti. Elinden ne geliyorsa belki 20 çeşit koymuştu sofraya. Ne kadar maddi sıkıntı çekseler de geniş gönüllü ve son derece misafirperverlerdi.
-Öğrencilerin eğitime, öğrenmeye dair ilgileri nasıldı? Verdiğiniz emeklerin karşılığını alıyor muydunuz?
10 seneden fazla sürede 3 ülkede öğretmenlik yaptım. Afrika’da da Pakistan’da da genel olarak çocukların öğrenmeye, bilgiye aç olduklarını gördüm. Bir hayal kurmak, gelecek hayatlarını kurtarmak istiyorlardı. Gayret ediyorlardı. Bazı şeylerin kıymetini biliyorlardı. Fakir ülkelerde çocuklar hayallerini gerçekleştirmek için ellerinden geleni yapıyor, çünkü başka şansları yok.
-Pakistan’a gitmeden önce ve sonra olarak değerlendirdiğinizde düşünce ve duygularınızda neler değişti?
Önceden Müslüman bir ülkeye gitmenin ‘hicret’ anlamı taşımayacağını düşünürdüm. Pakistan’a gelince “Demek ki buralara da gelinmesi gerekiyormuş!” dedim. Sonra fark ettim ki asıl bu ülkelere gitmek lazımmış. Bu ülkelerde çocukların elinden tutmazsanız, yol göstermezseniz, tesirinde kalacakları çok farklı etkenler var. Kendini çok farklı yerde bulabilir. Kuetta’da bazı camilere gittiğinizde “Burada toplantı var, giremezsin!” denirdi. Ciddi bir sempati vardı bazı siyasi ve İslami gruplara. O günlerde şehirde bir hafta on gün geçmiyordu ki bir patlama olmasın. Siz o çocuğa doğru ve akılcı yolu göstermezseniz başkaları onu farklı siyasi ve tedhiş amacıyla kullanacak. Evet çok hafız var ama Kur’an-ı Kerim’in öğrenip yaşanmasının kıymet-i harbiyesi var. Asıl hizmet edilecek, emek verilecek yerlerin oralar olduğunu gördüm. Bizim öğrencilerimiz arasında da aşırıya gidenler oluyordu ama biz hep bunu yumuşatmaya çalışıyorduk. Sevgi, hoşgörü, diyalog dinimizin temelleri. Böylesi temsil değerleri olmadan dinimizin toplumlarda yapıcı şekilde yaşanmasında daima problem yaşanır. Ötekileştirme ile bir sonuç çıkmaz. Biz hep çocuklarımıza bunları anlatmaya çalışıyorduk. Öğrencilerim ayrılma sürecinde mektuplar yazdılar. “Sizi çok seviyoruz, babamızın bize öğretmediği şeyleri öğretiyorsunuz.” diye yazmıştı biri.
PAKTÜRK’TE HER DÜŞÜNCEDEN İNSAN AYNI SOFRADA OTURABİLİYORDU
-Farklı kesimlerden veliler ve öğrencilerle ortak yapabildiğiniz faaliyetler oluyor muydu?
Farklı dine mensup velilerimiz de vardı. Onları da sırayla ziyaret ediyordum. Çok memnun kalıyorlardı. Kurban kesmek için bağışta bulunmak isteyenleri bile oluyordu. Orada da farklı kesimlerin bir araya gelmesinde ciddi zorluklar yaşanıyor. Pakistan’ın farklı eyaletlerinden gelenlerin veya farklı mezheplere mensup kişilerin arasındaki soğukluk konusunda birçok örnek vardır ama bizim okullarımızda farklı kesimlerden çocuklar bir aradaydı. Okullarımız bu duyguyu veriyordu. Bir masa etrafında toplanabilmeyi, insan olduğumuzdan dolayı değerli olduğumuzu anlatıyorduk. Velileri iftara davet edince farklı dinden veya mezhepten olsun hepsi geliyordu. Bunlar ancak fedakarlıkla elde edilebilir, parayla değil.
O farklı çocuklar aynı sofrada oturuyor, beraber maç yapıyor, sohbet dinliyordu. Hizmet de bunu sağlayabilmek değil mi zaten? Hindu bir öğrencimiz Peygamber Efendimiz (sas) hakkında çok güzel bir makale yazmıştı. Bunlar değerli değil mi?
-Pakistan’dan ayrılmakla hayallerinizin, ideallerinizin yarım kaldığını düşünüyor musunuz?
“Sen tohum at, bitmezse toprak utansın” deniyor ya şiirde, sonuçta biz oraya bir niyetle gittik. Allah biliyor kalbimizi. “Mü’minin niyeti amelinden üstündür” deniyor. Orda bütün arkadaşların niyeti insanlığa bir şeyler katmak, evrensel barışı sağlamak, aynı anda insanları bir araya getirmekti. Biz bu niyetle yola çıkmıştık, bu niyetlere inanmıştık. Biz bir şey başarmak için değil, niyet ettik yola çıktık, takdir Allah’tan. Şu anda biz Pakistan’da durduk belki ama inanıyorum, devam edeceğiz. Bu yarım kalmayacak. Kötülük her zaman devam etmemiştir, kötü olan kendiyle kalmıştır. Bizim arkadaşlar Allah rızası için yaptığından, nasipse tekrar olur. Ümidimizi kaybetmedik. Bazı yerler kapanabilir, ama başka yerlerde devam ediyor. Şer gibi görünen şeylerde hayır, hayır gibi görünen şeylerde şer olabilir. Biz bilemeyiz.
-Şu anda hayatınızı nasıl devam ettiriyorsunuz?
Bir süre bulunduğumuz Afrika ülkesinden de ayrılmak zorunda kaldık çünkü eşim 2. evladımıza hamileydi ve Türkiye Büyükelçiliği pasaport vermiyor diye duymuştuk. Pasaport alabileceğimizi düşündüğümüz farklı bir Afrika ülkesine geldik. Doğumdan sonra kızımıza pasaport almak için elçiliğe gittik. Eşimin pasaportunu istediler ve el koydular. Hatta “Devlet verdi devlet aldı!” dediler. Maalesef hareket alanımızı kısıtladılar. Biz de burada kaldık mecburen. Bir okulda öğretmenliğe devam ediyorum.
Son.
***
Birinci Bölüm: Kimya öğretmeni Hakan Tokdemir (1): Öğrencilerimizin güzel davranışları insanları şaşırtıyordu
No Comment.