Eğitimci ve ilahiyatçı Mustafa Hatipoğlu, Hizmet düşüncesi ile Pakistan’a hicret eden ilk gönüllülerden. Bu yolculuğun taşları daha ilkokul sıralarında kurduğu İmam Hatip hayalleriyle döşeniyor aslında… Hatipoğlu, Kayseri’de kaldığı yurtta ‘gürültücü Mustafalar’ grubunda sayılmasından sürpriz bir şekilde İzmir’e gönderilmesini oradan Fethullah Gülen Hocaefendi’yi tanıması ve sonrasında annesinin ‘iyi bir insan’ dediği Ziya-ül-Hak’ın ülkesi Pakistan’a uzanan yolculuğunu daha önce yayınladığımız yazısında anlatmıştı.
Hatipoğlu, bu röportajımızda verdiği cevaplarla Pakistan’daki hikayesine kaldığı yerden devam ediyor.
Birinci Bölüm:
-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı kaleme aldığınız yazınızda anlatmıştınız. O döneme dair ekleyeceğiniz neler var?
Aslında Pakistan sevdası bende şöyle başladı. 1991-93 yılların arasında İzmir İmam Hatip Lisesi’nde okudum. O zamanlar, Orta Asya’da Türk okulları açılmaya başlamıştı ve oralara gidip gelen eğitim gönüllüleri neler yaşadıklarını bizlere anlatıyordu. İzmir, o zamanlar Hizmet Hareketi’nin tam merkezi sayılırdı. Fethullah Gülen Hocaefendi haftalık vaazlar veriyor. Hocaefendi’yi bizzat görüyoruz. Kaldığımız Hancıoğlu Öğrenci Yurdu’na 4 sefer gelmiş, bizzat su ikram etmişim. Onu ve çevresindeki abileri bizzat görüyoruz, Orta Asya’ya gidip gelenleri dinliyoruz. 1993’te üniversitenin ilk sınavını geçtik. 2. sınavın sonucu daha gelmemişti. O sıralarda okuma programına katıldık. Orada bize “Yurt dışına gitmek ister misiniz?” diye sordular. “Tabi ki” dedim. “Malezya mı, Pakistan mı?” diye sordular. “Pakistan” dedim.
-Neden Pakistan?
Ben Pakistan’ı Şükrü Aslan ile duymuştum. 1992’de gitmiş Pakistan’a. Bir yıl içinde evini tutuyor, ailesiyle yerleşiyor. Evliydi, 3 çocuğu vardı. Çocuklarından biri de engelliydi. Şükrü Aslan âbi aslında Urfalı. Türkçeyi 20 yaşında öğrenmiş. Medreselerde kendini yetiştirmiş. İstanbul Türkçesi konuşur, Arapçası birçok Araptan daha ileri seviyede. İzmir’de iken onu duyardık. “Pakistan’a gidince İngilizce öğreniriz, Şükrü Aslan’dan da Arapça öğreniriz, Hocaefendiye talebe oluruz.” diyorduk. Hem Arapça hem İngilizcesiyle Hocaefendi’nin tarif ettiği ideal bir talebe olmak istiyorduk.
Gerçekten bunları kafamızda planladık. Ama 28 Şubat dönemi bizdeki bu isteği kırdı biraz. Diplomalarımız iptal oldu çünkü. Üniversitenin denkliği iptal edildi. Bunlar haberlerde çıkınca kırıldık. Türkiye’ye dönmesek bile denklik olması önemliydi. Üniversite diplomamın denkliğini çok sonra, 2009’da alabildim.
-Gidiş süreciniz nasıl oldu?
Pakistan’a gitmek istediğimi söyleyince, İstanbul Altunizade’deki bir öğrenci yurduna gönderdiler bizi. Farklı şehirlerden 11 kişi oraya toplandık. 10 öğrenci ve başımızda kimya öğretmeni İsmail Aşan Bey vardı. Orada 45 gün kaldık. O süre içinde oradaki işlere dahil olduk. Etrafın toplanıp düzenlenmesi, temizliği, gelip giden misafirlerle ilgilenilmesi vs. derken bir bakıma oranın elemanı gibi olduk. Aslında o kadar uzun kalmamızın sebebi kimsenin bizimle ilgilenmemesiydi. Ne zaman gideceğiz Pakistan’a, biletlerimiz ne zaman alınacak, bilmiyoruz. Sonra ben sorumlulardan birine sordum. Şükrü Arslan abinin geleceğini söylediler. Çok geçmeden bir gün, üzerinde beyaz bir takım elbise ile Şükrü Aslan âbi geldi. Hocaefendi’nin kalkıp hürmetle onu yanındaki koltuğa oturttuğunu gördüm. Çok değerli bir insan gerçekten.
Yola çıkmamıza yakın, bir haftalığına gidip ailelerimizi görüp dönmemizi istediler. Bize harçlık da verdiler, gidip geldik. Hatta o dönemde bir arkadaş gitmekten vazgeçmiş, ben de İmam Hatip’ten beri arkadaşım olan Osman Arslanhan’a bizimle gelmesini teklif etmiştim. Böylelikle o da gruba katıldı. İzmir’deki o abilerin “Gider misiniz?” demeleri, bizim Orta Asya’dan gelenlerden duyduğumuz güzel şeyler neticede bizi Pakistan’a sevk etti.
BİR ODADA, 7 GÜN, TAM 11 KİŞİ KALDIK
Gidiş yolculuğu için Türk Havayolları’ndan direk bilet bulunamadı. Biz de Atina’ya geçtik. Orada 9-10 saat kadar aktarma için bekledik ve İngiltere’den gelen Pakistan Havayolları uçağı ile Karaçi’ye geçmiş olduk. Tarih 09.09.1993’tü. O tarih bizim için milattı. Hatta, bu sene aynı tarihte 09.09.2021’de arkadaşlar doğum tarihi gibi kutlama mahiyetinde paylaşımlar yaptı.
Karaçi’de havaalanında arkadaşlardan biri bizi kaybetmiş. “Grup, grup” diye arayarak gelip buldu bizi. Hiçbirimizin doğru dürüst İngilizcesi yoktu. Aramızda sadece İsmail Bey İngilizce biliyordu. Sonra İslamabad’a geçtik. Dolmuşla Şükrü Aslan âbinin evine gidiyoruz. Evin önünde durduk ama kapı numarasını tam göremedik. Oradan birine sorduk, adam kendi adresini bilmiyor. Yan komşuymuş halbuki. Ona da şaşırmıştım, aklımda kaldı ilk hatıralardan. İlk gittiğimizde 11 kişi onun evinde bir odada kaldık. Ekstra yatak getirdiler odaya. Orada evlerde her odada lavabo bulunduğu için rahat etmiştik. 1 hafta kaldık orada ama onları biraz yormuştuk. Hiç unutmuyorum, kızı o zaman küçüktü, kapıda durup parmağıyla sayardı kaç kişi var diye. Çünkü ona göre sofraya tabak kaşık bardak konacak. O çok hoşumuza giderdi. Sonra 2 katlı villa tarzı bir ev tuttuk. 5-6 odası vardı. Sonrasında İngilizce ve Arapça öğrenmeye başladık.
-Üniversiteye hemen başlayabildiniz mi?
Şükrü Aslan’ın daha önceden gitmiş olması, İslam Üniversitesi yönetimiyle iyi görüşüyor olması, ilişkileri bizim için avantaj oldu. Çünkü o ilk sene üniversiteye kayıt etmediler bizi. Hem dil bilmiyoruz hem de asıl olarak kayıt için geç kalmışız. Ama üniversiteden bize İngilizce ve Arapça öğretecek hocalar gönderdiler. Ayrıca üniversiteye genel kültür sınavıyla alıyorlar. Bir sene sonra girdik o sınava ama çoğumuz geçemedik. Yedekler arasında aldılar birkaç kişiyi. Şükrü Aslan âbi baktı hepimizin morali bozuk. Dedi ki arkadaşlar “Biz buraya ölmeye geldik, dönmeye gelmedik. Ben gider durumu ilgililere anlatırım, onlar bize yardımcı olur.” Gitti, anlattı. O zaman Pakistanlıları 600 dolara yabancıları 2 bin dolara kaydediyordu üniversite. Bizi de Pakistanlı öğrenciler gibi kaydettiler 1994’te.
Şükrü Aslan âbi bize üniversiteden hocalar ayarlamıştı. İngilizce bölüm başkanı bir hoca sabah 5’te evimize gelip bize ders veriyordu. Çok erken vakit olduğu için bazen bizi o uyandırıyordu. Yaklaşık 4-5 ay kadar ders aldık bu şekilde. Arapça bölümünden de bir hoca geliyordu. Böylece dilimiz biraz gelişti. Pakistan İslam Üniversitesi’nde o zamanlar 45 ülkeden öğrenci vardı.
Afrika’dan gelen öğrenciler İngilizceyi iyi konuşuyordu ama yazmayı bilmiyorlardı. Bizim de konuşma pratiğimiz yoktu ama yazma konusunda iyiydik. Hoca tahtaya bir şey yazdığı zaman hemen biz cevap veriyorduk. Bu yüzden şikayet ettiler bizi. Böylece bizi başka sınıflara koydular.
ŞÜKRÜ ÂBİ, NORMALDE ANLAŞAMAYAN İNSANLARI BİR ARAYA GETİRDİ
-Üniversitede sizin grubun haricinde Türkiye’den giden başka öğrenci var mıydı?
Evet, bizden önce gitmiş farklı dini, siyasi görüşlere mensup öğrenciler vardı. Üniversitenin üzerinde bir cami var. Orada bu arkadaşlarla karşılaşıyorduk. Biz ilk başta biraz çekindik irtibat kurmak için ama Şükrü Aslan âbi hepimizi bir araya getirmek için değişik organizasyonlar yaptı. Bayramlarda vb. ailelerle bir araya geldik. 3 sene çok güzel bir kardeşlik havası oluştu. Kimisi Refah Partili, kimisi kendi başına gelmiş, kimisi önce Afganistan’a gitmiş oradan gelmiş öğrencilerdi. Bunlar aslında farklı gruplar olarak birbirleriyle iyi anlaşamazdı.
Şükrü âbi’den Allah razı olsun, bizim o dershane evinde bunları bir araya getirdi. Türkiye’den gelen öğrenciler olarak bayramlarda, tatillerde hep beraber piknik yapmaya başladık. Önceden birlik beraberlik yoktu. Hatta o dönemde bizimle beraber hizmet etmek isteyen, bizimle beraber koşturmaya başlayan arkadaşlar oldu. Ama Türkiye’deki 28 Şubat süreci hepsiyle olmasa da bazılarıyla aramızdaki bu güzel havayı değiştirdi.
-Üniversite eğitiminde zorlandığınız durumlar oldu mu?
1994’te üniversiteye başladığımızda bize dersler hakkında rehberlik edecek, yönlendirecek kimse yoktu. Hangi dersler zor, hangisi bize uygun bilemiyorduk. Bu yüzden 4. sınıfta alacağımız dersi ilk sene almışız. Bu yüzden bazı derslerde zorlandık fakat çok şükür hepimiz bölümlerimizi zamanında bitirdik, diplomalarımızı aldık.
İlk gittiğimiz zamanlar bir gün 9-10 kişi beraber Şükrü âbinin evinden çıktık Faysal Camii’ne namaza gittik. Cami yakınlarında polis kontrolü oluyordu. Yaklaşınca bizi de durdurdular. Kim olduğumuzu, nereden geldiğimiz sordular. Anlattık. Ben diğer arkadaşlara göre biraz esmer olduğum için adam beni ayırdı. “Sen Pakistanlısın, geç bu tarafa!” dedi. Diğer arkadaşlar daha beyaz tenli bana göre. O anımı da hiç unutmuyorum. Beni o zamandan beri Pakistanlı olarak görürler. Hatta, burada (İngiltere) bile Pakistanlı sanıyorlar beni, Türk olarak görmüyorlar. Urducam da var hâlâ konuşuyorum, unutmadım.
Devam edecek…
***
Hatipoğlu’nun ilk yazısını şu linkten okuyabilirsiniz: https://pakturkfile.org/2021/01/02/bir-yurt-ilanindan-pakistana-uzanan-yolculuk/
No Comment.