Eğitimci Mustafa Hatipoğlu (2): Bir beklentimiz olmadığı için Allah bize oraları güzel gösterdi

Lahor’un Aziz Misafirleri (1): Şeyh Abdurrezzak Mekkî ve Kutbuddin Aybek
Kasım 5, 2021
Hizmet’in Pakistanlı destekçilerinden Abdurrezzak amca
Kasım 8, 2021

Eğitimci Mustafa Hatipoğlu (2): Bir beklentimiz olmadığı için Allah bize oraları güzel gösterdi

Mustafa Hatipoğlu

18 yıl Pakistan’da yaşayan ve PakTürk Okulları bünyesinde çeşitli eğitim hizmetleri yapan Mustafa Hatipoğlu, röportajımızın 2. bölümünde, İslamabad’daki öğrencilik dönemini, karayolu ile Türkiye’ye yaptığı yolculukları, ehliyet alma süreci ve motosiklet maceralarını anlatıyor.

-Pakistan’a dair ilk izlenimleriniz nelerdi? Nasıl bir ülke ile karşılaştınız?

Pakistan’a kendimiz adına bir beklenti ile gitmedik. Şöyle bir hadise anlatayım: Burdur’da 28 gün bedelli askerlik yaparken arkadaşlarla yeni tanışıyorduk. Ben “Pakistan’da bulundum” dedim. Arkadaşlardan biri Paris anlamış. “Ne Paris’i, Pakistan!” dedim ona. Bunun üzerine “Seni kim götürdü oraya? Avrupa dururken Pakistan’da ne geziyordun?” dedi. İşte bu bir sevki ilahi. Bizi bir şeyler oraya sevk etti. “Pakistan’a gideceğim” dediğim zaman annem bana dedi ki “Oğlum git. Ziya ül Hak var orada. O çok güzel bir insandır.” Annem nereden bilir bilmiyorum. Okumuş yazmış bir insan değildi ama 1993’te bunu söyledi bana.

Biz bir beklentiyle gitmedik. Ayrıca İslamabad oranın en güzel şehri. İlk başta Peşaver, Karaçi gibi şehirlere gitseydik belki olumsuz karşılayacağımız şeyler olabilirdi. İslamabad sonradan kurulduğu için çok güzel, düzenli, modern bir şehir. Kare şeklinde bir kutu düşünün. Onun içine çizgilerle bölerek mahalleler, sokaklar, çarşılar yapmışlar. Hastanesinden okuluna kadar her şey planlı yapılmış. O yüzden orada çok güzellikler gördük.

En son 2017’de “Arnavutluk’tan Pakistan’a gitmek ister misin?” diye sorulunca son dönemde yaşanan sıkıntılara rağmen hemen gitmeye hazırdım. Herkes ayrılmak zorunda kalmışken ben gitmeye hazırdım. Eşim dedi ki “Nereye gidiyorsun?”

Havası suyu insanları çok güzel İslamabad’ın. Memur şehri gibi daha çok eğitimli, meslek sahibi, zengin insanlar var. Fakat hemen yakınında Rewalpindi diye bir şehir var. Zaten havaalanı da orda. Her taraf toz toprak, at-eşek arabaları develer, motorlar vb. her şey var orada. Çok karışık, kozmopolit bir yer. O yüzden İslamabad bize güzel geldi. Belki bir beklentimiz olmadığı için Allah oraları bize güzel gösterdi. Güzel dostluklar kurduk, arkadaşlar edindik.

Yazları biraz sıcak oluyordu. Nisandan itibaren başlıyordu sıcaklar. Ormanın içine kurulmuş bir şehir İslamabad. İngiltere ile benzetiyorum. Havaalanına inince belirgin bir koku var. Baharat kokusu mu, ağaçların, otların nemden kaynaklanan kokusu mu, bilmiyorum. Aşırı nem olsa buralarda da ağaçlar hep kokar. O kokuyu hissediyordunuz orada.

-Yemeklere alışabildiniz mi? Evde yemekleri kendiniz mi yapıyordunuz?

İlk başta yemekleri kendimiz yapıyorduk. Daha sonra bir aşçı tuttuk. Afganlı biriydi. Bize aşçı olduğunu söyledi ama meğer kamyon şoförüymüş. Baktık bir şey bildiği yok. Arkadaşlarımız ona yemek yapmayı öğretti. Daha sonra bize buharda yapılan geleneksel Afgan mantılarından yapmaya başladı. Hatta bize karnıyarık bile yapıyordu. Sanırım sonrasında onu okullara aldılar. Aşçılığı bizim arkadaşlar öğretti. Çok güzel yemekler yapmaya başladı. 2000’li yıllarda Afganistan biraz düzelince oraya geçtiğini duymuştum.

PAKİSTAN’DAN TÜRKİYE’YE KARAYOLU ÜZERİNDEN GİDİYORDUK

-Öğrenciyken Türkiye’ye tatile gelebildiniz mi?

Nerdeyse her yıl memlekete gidip geldik. Öğrencilik döneminde özellikle karayoluyla gittiğimiz de oldu. İslamabad’dan Kuetta’ya uçakla gidiliyor. Oradan ilerisi karayoluyla çölü geçip İran’a giriyor. Zahidan, Tahran, Doğubeyazıt üzerinden Kayseri’ye geliyorduk. 4-5 sene böyle yaptık. Bu yolculuklar öğrenciler arasında meşhurdur. En hızlı yolculuğumuz 35 saatte Doğubeyazıt’a ulaşmaktı. Onu da biz yapmıştık. Güzel arkadaşlıklar, dostluklar oluyordu yolculuklar sırasında. Osman Arslanhan ile ben ilk kara yolculuğunu üniversiteden diğer arkadaşlarla yaptık. O yolculukta birbirimizi tanıdık, sevdik ve çok iyi dostluklarımız oldu. İlk yolculuğumuz çok güzeldi. Daha sonra kendi arkadaşlarımızla da yolculuk yaptık bu şekilde.

-Ailenizin ve çevrenizin size karşı tavırları nasıldı? Olumlu veya olumsuz ne tür yorumlar alıyordunuz?

Kayseri’de yaşadığımız mahallede aynı yaşlarda çocukların arasından İmam-Hatip lisesine gitmiş, oradan İzmir’e ve sonra yurt dışına çıkmış biri olarak insanlar seviyor, ailemiz gururlanıyordu. Bu durumda başka kimse yoktu. Ehliyet almıştım mesela. Babam “Oğlum ehliyet almış” diye mahalledeki herkese söylüyordu. Ailede kimsede araba yok zaten, ama ehliyet de yok. Babam bunu gururla söylüyordu. Ailemin ve çevremin bana bakışı farklıydı. İmam-Hatip okumuşum, ilahiyat için Pakistan’a gitmişim vb. bunun az çok bir değeri vardı. Çok şükür ailemizden, çevremizden bir sıkıntı görmedim. Kayseri’de yurda ilk girerken amcam, “Zaten evin burada, neden yurda gidiyorsun?” demişti. Tabi ki yurt ortamı farklıydı. Hizmet’le tanışmama vesile oldu. Sınıfta bir arkadaş elinde bir kağıtla gelmiş “Takdir-teşekkür alanlara bu yurt bedava!” demişti. Vesile oldu, Hizmet’i öyle tanıdım. Oradan İzmir, Pakistan, Arnavutluk ve sonra İngiltere derken hayat böyle geçti.

-Pakistan’da ehliyet alma fikri nerden çıktı? Kolay oldu mu?

1994’te ehliyet aldım. Arkadaşlarla beraber gittik, ehliyet için başvurduk. Daha ilk görüşmede yazılı imtihanı geçtiğimizi söylediler. Oysa biz sadece başvuru yaptık, sınava girmedik ama öyle söylediler. Direksiyon sınavına da almadılar bizi. “Emniyet müdürü ehliyetlerinizi verecek!” dediler. O zamanlar da ehliyet defter şeklindeydi. Onu hala saklıyorum. Ehliyeti verecek kişinin odasına girmeden önce kapıda sıra var. Birkaç kişi bekliyor. İçerdekine neler sorduğunu da görüyoruz. Trafik işaretleri asılı. “Bunlardan kaç tanesini bilmiyorsun?” diye soruyor herkese. Ona göre kimine ehliyet veriyor, kimine “Biraz daha çalış!” deyip gönderiyor.

TRAFİK İŞARETLERİNİ BİLENE EHLİYET VERİYORLARDI

Sıra bana gelince içeri girdim ve “Hepsini biliyorum.” dedim ama aslında tam olarak bilmiyorum. Zaten anlatacak kadar İngilizcem de yok. Adam bana nereli olduğumu, neler yaptığımı sordu. Anlattım.  “Sen bunları öğrenmedin mi?” diye sordu sonra. “Öğrenecek bir şeyim yok, nereden öğreneceğim bilmiyorum” dedim. Bana ehliyetimi verdi, kartını da verdi. “Sorun olursa beni ara.” dedi. O şekilde ehliyetim oldu ve 1995’te Türkiye’ye gelince ehliyetimi dönüştürdüm. Kayseri Emniyeti’nde görevli memur baktı ehliyetime “Biz hiç Pakistan ehliyeti çevirmedik ama amirime sorayım.” dedi. Amir de ehliyete baktı baktı, “Bunda ne yazıyor?” diye sordu. “İngilizce” dedim ama isim soyisim hariç Urduca yazıyordu. “Değiştirin!” dedi. Pakistan’da bizim arkadaş grubundan ilk ehliyeti alan ben oldum. Sonra çok arkadaş uğraştı. Hiçbirine vermediler. Yıllar sonra eşime ehliyet aldık. Benimki örnek teşkil etti, yine Kayseri’de ona da ehliyet verdiler. Benimki olmasa vermiyorlardı.

-Araba aldınız mı peki?

Bizim evde bir odayı Şükrü Aslan abiye ofis yapmıştık. Şükrü abinin beyaz Toyota arabası vardı. Arada bir geldikçe arabasını yıkardık. En iyi yıkayan bendim. Abi de “O yıkasın!” diyordu benim için. Tabi yıkarken biraz ileri alıyorum, az geri çekiyorum, biraz sokağa çıkarıyorum, derken azıcık sürmeyi öğrendim. Sonra Şükrü abi müsait olmadığı zamanlar çocuklarını okuldan aldım birkaç kere. Böylece bana cesaret geldi. Öğrenciyim zaten araba alma imkanım yok ama bir motor aldım. Onu da Osman Arslanhan ile ortak aldık. İki Kayserili bir motor almış olduk. 😊 Üniversiteye onunla gidip geliyorduk, çünkü okul servisi bizi aldıktan sonra kampüse varması 1 saati buluyordu. Biz motorla 15 dakikada gidiyorduk. Öğlen arasında rahat hareket edebiliyorduk. 1 yıl sonra Osman hocaya dedim ki “Senin payını vereyim, sana da bir motor alalım.” O da “Benim borcum var, o parayla borçlarımı öderim.” dedi. Böylece motor tamamen bana ait oldu. O motordan sonra ben başka motorlar da aldım, değiştirdim birkaç kere. Bir tane güzel motorum da çalındı. Sonra başka motor almadım. 2000 yılında araba aldım.

-Öğrenciyken eğitim hizmetleri adına neler yaptınız? Okulların açılışında ne tür şahitlikleriniz oldu?

İlk olarak 1994’te İslamabad’da bir okul açıldı. İlk öğrenciler taşradan toplanmıştı. Aynı şehirden öğrenci bulmak zordu. Uçakla 1 saatten fazla mesafedeki Kuetta şehrinden öğrenci bulunmuştu. 2 katlı bir ev de yurt olarak kiralandı. Üniversite öğrencileri olarak biz de orada ilk belletmenler olduk. Hem de üniversiteye gittik. Türkiye’den bizden sonra gelen öğretmen abileri gezdirdik, dolaştırdık. Hâlâ anlatırlar. Orada yaşama konusunda onlara göre daha tecrübeliydik. Belletmenler her yerde genelde çevreyi daha iyi bilir, yerli insanları tanır. Evlerini taşımada, eşya almada, çocuklarını getirip götürmede, bayramlarda, toplu programlarda belletmenler olarak öğretmenlere hep destek olurduk. Hele bizim motorlarımız meşhurdu. O motorların sesi bile tanınırdı. Bir gün Süleyman Altınay benim arkama binmiş, ışıklarda bekliyoruz. Yeşil yanınca ben gaza basıp devam ettim, bir baktım Süleyman hoca arkadan düşmüş. “Yahu ne geziyorsun orda?” dedim. Bu olayı bile hiç unutmuyorum. 😊

Devam edecek…

***

Birinci Bölüm: Eğitimci Mustafa Hatipoğlu (1): Pakistan’a ideal bir ilahiyatçı olmak için gitmiştim

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.