İngilizce öğretmeni Gönül Barış (1): İlk yıllarda zorluk çektim ama yaşamak için yine Pakistan’ı seçerim

‘Sizin olmadığınız Türkiye, bize diğer ülkelerden farksız’
Mart 24, 2022
Multan’ın manevi büyüklerinden Bahauddin Zekeriya
Mart 31, 2022

İngilizce öğretmeni Gönül Barış (1): İlk yıllarda zorluk çektim ama yaşamak için yine Pakistan’ı seçerim

Gönül Barış, Pakistanlı bir ailenin düğün merasiminde...

Üniversite öğrencisi olarak gittiği Pakistan’da hayatının birçok ilkini yaşadı Gönül Barış. Üniversite bittikten sonra ilk öğretmenlik tecrübelerini edindi, hayatı boyunca unutamayacağı ilk öğrencilerini tanıdı. Hayat arkadaşı ile tanıştığı, evliliğinin ilk yıllarını geçirdiği ve annelik duygularını tattığı bu ülke Gönül öğretmen için vazgeçilmez bir yerdi artık…

2017’de ayrılana kadar acısıyla tatlısıyla 12 sene yaşadığı Pakistan yıllarını anlatan Gönül Barış, “Farklı ülkelerde de bulundum ama şu anda deseler ki ‘Nereyi seçersin?’ Pakistan’ı seçerdim. İnsanların samimiyeti, girdiğin yerde gösterilen saygı, sevgi, değer, kardeşlik, samimiyet.. herhalde beni oraya bağlayan şeyler.” diyor. Röportajımızın ilk bölümünde Gönül öğretmenin Pakistan’a gidiş serüvenini ve ilk öğrencilik yıllarını okuyacaksınız.

-Pakistan’a gitmeden önceki hayatınızı anlatabilir misiniz?

Niğdeliyim. Liseyi Özel Sungur Bey Koleji’nde okudum. Aynı zamanda üniversite sınavlarına hazırlanmak için dershaneye devam ettim. Fakat istediğim bölüme giremedim. Bunun üzerine danışman öğretmenim “Üniversiteyi yurt dışında okumayı düşünür müsün?” diye sordu. Hiç düşünmeden “Olur” dedim. 2003 yılıydı. 

-Nasıl bu kadar kolay karar verdiniz? O vakte kadar yurt dışında eğitim almayla ilgili bilginiz var mıydı?

Aslında ailemin tek çocuğuyum. Annemler İstanbul gezisine bile zor izin verdiler. Orada nasıl ‘Olur’ dedim, ben de bilmiyorum. Hangi ülkeye gidebileceğimi de bilmiyorum. Ama o döneme kadar Türk hayırseverlerin yurt dışında açtığı okullarla ilgili videolar izlemiştim. Ben de oralara gitmek istiyordum. Yine o dönemde danışman hocam, “Senegal’e gitmek ister misin?” dedi. Hiç bilmiyorum, Senegal nerededir, nasıl bir yerdir? Hatta Orta Asya’da olduğunu sanıyordum.

-Bu kararınızı aileniz nasıl karşıladı?

Babam esnaftı. Demir doğrama işi yapardı. Önce onunla konuşmaya dükkana gittim. “Ben üniversite okumak için yurt dışına gideceğim.” dedim. Babam “Nereden çıktı bu, olmaz öyle şey!” dedi. Annem de öğrenince direk “Olmaz” dedi. Tek çocuk olduğum için üzerime titrerlerdi. Sonra danışman hocalarımla görüşmeleri için dershaneye gitmelerini istedim. Gerçekten de orada ikna oldular. “Tamam, git öyleyse” dediler. Artık Senegal’in Afrika ülkesi olduğunu da öğrenmiştik. Annem hem ağladı, hem valizimi hazırladık beraber.

-Senegal nasıl bir yerdi? İlk izlenimleriniz nelerdi?

Senegal’i bize öyle bir anlattılar ki, sanki orada hiçbir şey yokmuş gibi. O yüzden, mesela tavuk görüyoruz seviniyoruz. Beraber gittiğim bir arkadaşımla kaldığımız yurda tavuk gelmişti çok şaşırmıştım. Meyve görüyoruz seviniyoruz, Senegal’de meyve varmış diye.

-Belki de en kötü şartları anlatıp beklentilerinizi sıfırlamanızı, iyi gördüğünüz şeylere şükretmenizi istemiştir danışmanlarınız?

Evet, kesinlikle onu istemişler. Kötü anlatmışlar ki, her gördüğümüzde mutlu olalım. Orada 2 yıl boyunca Fransızca eğitimi aldık. Ama bir arkadaşımla ikimiz İngilizce okumak istiyorduk. Araştırdık, ne yapalım diye düşünürken onun ailesi Pakistan’dan biriyle tanışmış. Öğrenci götürüyorlarmış. Arkadaşımın erkek kardeşini de göndermeye karar vermişler. Kızına, “Seni de gönderelim istersen, zaten İngilizce okumak istiyordun” demişler. Bir gün beni aradı, gitmek istediğini anlattı. “Öyleyse ben de geliyorum seninle” dedim. Ben de görüştüm ilgili kişilerle. Ailem yine bir şok yaşadı ama bu sefer itiraz etmediler “Tamam, git” dediler.

‘SENEGAL’DEN SONRA BURASI DAHA İYİYMİŞ’ DEDİM

-Pakistan hakkında bilginiz var mıydı? Orada ilk olarak nelerle karşılaştınız?

Ankara’da vize başvurularını yaptık. Bir taraftan da “Pakistan nasıl bir yerdir?” diye araştırmaya başladık. Senegal’den ‘bir tık’ daha iyi olduğunu öğrendik. Direk İslamabad’a gidecek, hem üniversiteye başlayacak, hem de yurtta kalan öğrencilere belletmenlik yapacaktık. Fakat Karaçi’ye inince karar değişti. Daha sonra gelecek bir grubu bekleyecektik. Biz 3 kız öğrenci gitmiştik. Karaçi’de bir ablanın evinde 3 arkadaş 1 ay bekledik. 2005’te ağustos ayıydı. Çok sıcaktı hiç unutmuyorum ve havaalanında inince tam karşıda McDonalds’ı görmek beni çok mutlu etmişti. “Senegal’den sonra burası daha iyiymiş” dedik. Beklediğimiz grup gelince görev paylaşımı yapıldı. Ben Lahor’a gidecektim. Senegal’den beri beraber olduğum arkadaşım ise Karaçi’de kalacaktı. Gitmek istemiyorum diye epeyce ağlamıştım. Karaçi’yi sevmiştim ve orada kalmak istiyordum.

Gönül öğretmen ve PakTürk Okulları’ndan öğrencileri…

-O bir aylık bekleme döneminde neler yaptınız?

Aslında çok fazla dışarı çıkmadık. Bir okulu ziyarete gitmiş, öğretmenlerle tanışmıştık. Zaten hiç İngilizce bilmiyorduk. Her akşam kaldığımız evde İngilizce çalışıyorduk. Ev sahibi abla bize ders veriyor, temel bilgileri öğretiyordu. O abla yıllardır Pakistan’da yaşayan biriydi. Karı-koca beraber kendilerine hedef koymuşlar, Karaçi’ye inen herkesi evlerinde misafir ediyorlardı. Sağ olsunlar bizi de misafir ettiler. Sonra ben bir grup arkadaşla beraber Lahor’a gittim. Senegal’den tanıdığım bir abla ve eşi de Lahor’da idi. Tanıdık yüz görmek iyi geldi.

-Lahor’daki hayatınız nasıldı? Üniversitede veya sosyal hayatta en çok nelerde zorluk yaşadınız?

Kalacağımız öğrenci evi henüz açılmamıştı. O sırada eşi Türkiye’de olan bir aile evini bize bıraktı ve biz 6 kız öğrenci o eve yerleştik. Eve tamamen kendi sistemimizi kurduk. Yemek, temizlik nöbetleri koyduk. Bir süre sonra ev sahibi abla geldiğinde kendi evinde misafir gibi olmuştu. Orada bir ay kadar kaldık. Sonra kiralık ev bulundu ve Lahor’daki ilk kız üniversite öğrenci evi açılmış oldu. Ara sokakta, 2 katlı bir evdi. Eşya da geldi ama çok azdı. Mesela sadece 3 tenceremiz vardı. Aynı kaplarda sırayla hem yemek, hem çay yapıyor, hem de içmek için su kaynatıyorduk, çünkü çeşme suyu içemiyorduk. Tencerelerde sürekli doldurup boşaltıp değişim yapıyorduk. Zor bir süreçti. İlk olmanın verdiği bir şeydi.

İlk belletmenler olduğumuz için önümüzde örnek alacağımız kimse yoktu. Dışarı çıkmamızın güvenli olmadığı söylenmişti. İngilizce kursu haricinde hep evdeydik. Marketten sorumlu bir abi vardı. Bize ne getirirse onu yiyorduk. Tuz bitse çıkıp alamıyorduk. Dil bilmediğimiz için çekiniyorduk zaten. Ortamları, insanları da bilmiyorduk.  

SINAVDAN KALDIĞIMIZI SÖZLÜĞE BAKINCA ANLADIK

Bu arada İngilizce kursuna kayıt olduk. Bir servisimiz vardı. 6 kız arkada, 2 âbi önde oturarak kursa gidiyorduk. Aslında arkası kapatılıp koltuklar konmuş kamyonet tarzı bir arabaydı servisimiz. Kurstaki Pakistanlılar bize yardımcı olmaya çalışıyordu ama biz hiçbir şey anlamadığımız için onlarla iletişim kuramıyorduk. Kursta beni en çok zorlayan ‘listening  (dinleme)’ dersiydi. Kasetten dinletip, kapatıp sonra da ne anladığımızı soruyorlardı. Hoca bize sormasın, istiyorduk. Çünkü aksan farkı çok etkiliydi. Hoca konuşurken hareketlerinden biraz anlaşılıyordu ama dinlediğimizi anlamamız imkansızdı.

Kursa giderken unutamadığım bir anım var. İlk dönem bitince okulda sınav sonuçlarını asmışlar. Bütün Pakistanlıların isimlerinin önünde P harfi var, Türklerin isimlerinde F var. Anlamadık ne anlama geldiğini. Gülerek bakıyoruz listelere. Sonra bir Pakistanlı geldi, İngilizce bir şey söyledi. Biz yine anlamadık ama sözlüğü açıp bakınca sınıfta kaldığımızı anladık. Aslında biz ilk dönem kursa yarısında başladığımız için zorlanmıştık. İkinci dönem tekrar sıfırdan başlayınca dili daha iyi anladık.

Gönül Barış (önde ortada), öğrencileri ile farklı etkinlikler düzenliyordu…

-Kursa gitmenin haricinde neler yapıyordunuz? Evinize öğrenciler geliyor muydu?

PakTürk Koleji’nde okuyan kız öğrenciler geliyordu bazen ama biz dil bilmediğimiz için sadece hal ve hareketlerimizle anlaşmaya çalışıyorduk. Onlara heyecanla ikramlar hazırlıyor, meyve tabakları yapıyor, kendimizi sevdirmenin yollarını arıyorduk. Onların kültürünü bilmediğimiz için Türk yemekleri hazırlıyorduk tabi. Mesela pilav sevdiklerini biliyoruz, pişiriyoruz ama bizim pilav onlara tatsız tuzsuz, yavan geliyordu. Ben Afrika’dan geldiğim için biraz daha farkındaydım durumun. İlk yılımız böyle karşılıklı birbirimizi tanımaya çalışarak geçti.

-Farklı bir kültür, yemek tarzı, hayat şartları açısından duygusal olarak nasıl geçti? Ailenize nasıl anlattınız oraları?

Aileme Senegal’i de Pakistan’ı da olumsuz yönleriyle hiç anlatmadım. Hep güzelliklerinden bahsettim. Mesela onlar bizim dışarı çıkmadığımızı, nasıl bir hayat yaşadığımızı hiç bilmiyorlardı. “Kursa gidiyoruz, her şey çok güzel” diye anlatıyordum. Dil bilmediğimiz için pazara da gidemiyorduk. Kapının önünden geçen sebze satan bir amca vardı, bağırarak geçerdi sokaktan. Eğer biz çıkmazsak gelir kapımıza vururdu, sebzemizi almamız için. Hiç anlaşamıyorduk amcayla. Tek tek kağıda sayıları yazıp gösteriyordu bize, 1 kilo mu 2 kilo mu istiyoruz diye soruyordu. Biz istediğimiz miktarca rakamları gösteriyorduk. O İngilizce bilmiyor, biz Urduca hiç bilmiyoruz.

RİKŞA ŞOFÖRÜNÜN BİZE BEDDUA ETTİĞİNİ ZANNEDİP ÜZÜLDÜK

Bir gün bir ablanın evine gidecektik. Adresi yazıp verdi bize, “Rikşaya binin gelin” dedi. Biz de rikşa sürücüsüne kağıdı gösterdik. Adam “Tamam” dedi. Yolda gidiyoruz, rikşa zaten sallıyor. Alışkın olmadığımız bir kültür. Ama çok mutlu oluyorduk rikşaya binince, Mercedes’e binmişiz gibi geliyordu. 6 kız, 2 rikşaya 3’erli grup halinde biniyorduk. Sonra yolda adam durdu, bize “İntizar, intizar!” diyor. Anlamadık ne dediğini, sandık ki bize intizar ediyor, yani beddua ediyor. Kendi aramızda, “Niye bunu diyor ki parasını vereceğiz nasıl olsa” diyorduk. Meğer bizim bilmediğimiz diğer anlamında kullanıyormuş intizarı ‘bekle’ demekmiş. “Bekleyin, rikşayı döndüreyim, sonra yine binersiniz” demek istiyormuş. Ama biz beddua sanıp çok üzülmüştük.

Başka bir gün de program için İslamabad’a gidiyoruz. Otobüse bindik. Yolda giderken sanki her zaman gidiyormuşum gibi “A bu yanlış otobüs, bu İslamabad yolu değil” dedim arkadaşlara. Onlar da telaşlandı. Sonra otobüsteki diğer insanlara sorduk. “İslamabad’a değil Revalpindi’ye gidiyor otobüs” dediler. Kesin yanlış bindik. Ne yapsak, acaba durdurup insek mi? diye düşünüyorduk. Cep telefonu da o kadar yaygın değildi, arayıp kimseye soramadık. Sonra karar verdik. Son durağa kadar gidelim, orada karar veririz, ararız diye. Meğer İslamabad’da otobüs durağının olduğu yere Revalpindi deniyormuş. Biz aslında doğru otobüse binmişiz, İslamabad’a gidiyormuşuz. Bunu da son durağa vardığımızda öğrendik. İlk yılımız böyle dil bilmemenin getirdiği maceralarla geçti.

Devam edecek…

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.