Türkçe öğretmeni Ayşegül Karahan (2): Çocuklarımın Pakistan’da büyümesini istiyordum

Belucistan çöllerinde bir Türk okulu ve Peştun öğrenciler
Haziran 12, 2021
Sivas’ın soğuğundan kaçarken Lahor’un sıcağına yakalanmak!
Haziran 15, 2021

Türkçe öğretmeni Ayşegül Karahan (2): Çocuklarımın Pakistan’da büyümesini istiyordum

Ayşegül öğretmen, Pakistanlı öğrencileri ile...

Peşaver’de 3 yıl Türkçe öğretmenliği yaptıktan sonra Karaçi’deki PakTürk Koleji’nde çalışmaya başlayan Ayşegül Karahan ile Pakistan hayatını ve oradan ayrılma sürecini konuştuğumuz röportajın ikinci bölümünü yayınlıyoruz.

-Peşvaver’den sonra nereye gittiniz?

Peşaver’den Karaçi’ye geçtik. Hiç alakası olmayan bambaşka iki coğrafya. Dil, kültür, ırk farklı. Peşaver Afganistan’a yakın, Karaçi Hindistan’a. 5 yıl çalıştım orada. İlk gittiğimiz gün eşimin başına silah dayadılar, üzerinde ne varsa cüzdan vs. aldılar. Öyle bir dönemdi bizim gittiğimizde. İlk hafta evden çıkmaya korkmuştum.

-Öğrenci ve velileriyle ilişkileriniz nasıldı? Onlarla yaşayıp unutamadığınız hatıralarınız neler?

Karaçi’de öğrenciler arasında çok güzel bir rehberlik grubum vardı. Hem Türkçe derslerine giriyordum hem rehberlik derslerine. Oradan ayrıldığımda düzenli programlara katılan bir öğrencimin artık katılmadığını öğrendim. Annesi de okulumuzda öğretmen, arayıp sordum neden gitmediğini. Verdiği cevap çocukların dünyasını anlayabilme adına çok manidardı. Öğrencimiz annesine “Bir öğretmenimiz geliyor ve bize anne gibi oluyor, bizim bir parçamız oluyor. Biz onları öyle çok seviyoruz ki, ama onlar 2-3 yıl sonra bizi bırakıp gidiyor. Sonra bir başkası geliyor ve aynı şeyleri yaşıyoruz. Bir çocuk annesinden ayrıldığı zaman nasıl üzülürse ben her seferinde aynı üzüntüyü yaşıyorum. Bundan sonra üzülmemek için yeni öğretmene alışmak istemiyorum. Benim kalbim çok küçük dayanamıyorum.” diyerek anlatmış gitmeme sebebini. Bu sözler her şeyin bittiği andı benim için. Bazen çocukların nelerden etkilendiğini fark etmiyoruz.

Öğrencileri genelde evimde programa alıyordum. Salonun ortasında cam bir sehpa vardı. Oynarken ikiye bölmüşler. Liseli çocuklar bunlar. Önce tedirgin oldular. “Bir şey yok, önemli değil, size bir şey olmasın” dedim ve kaldırıp kanepenin arkasına koydum. Tamir edilir belki diye hemen dışarı atmadım. Fakat uzun süre orada kaldı. Gidip geldikçe onu orada görüyorlardı. Bir zaman sonra sınıfa gelen yeni öğrencilerle beraber yine benim evimdeler. Yeni çocuklar da ‘öğretmenin evinde ne yapacağız, sıkıcı olur mu’ diye merak içindeydi. Eski öğrenciler programları ve beni anlatmaya başlamıştı. Kendi aralarında Urduca konuşuyorlardı. Bir ara kalkıp kanepenin arkasına baktılar. Kırılmış camı diğerlerine göstermek istiyorlardı. Aradan yaz geçmiş, kaldırmıştık artık. Onlar için çok önemliydi, ‘biz camı kırdığımız halde bir şey söylemedi, yüzünü ekşitmedi bak işte o cam burada’ diye ispat etmek istiyorlardı. Çocuk ruh dünyasında çok önemliydi bu.

İLGİNÇ BİR VELİ HİKAYESİ… NASIL BAŞLADI, NASIL BİTTİ?

Velilerden bir tanesi çok ilginçti. Yeni gelmişti çocuk okula. İngilizcem iyi olmadığı için ziyarete bir arkadaşla beraber gittim. Kapıyı öğrencimiz açtı ve annesi yatağında uzanmış bir halde karşıladı bizi. Çok tuhaf hissettim. Biz iki öğretmen sandalyede oturuyoruz, o karşımızda. Öğrencimiz gelip, “Meyve suyu içer misiniz?” dedi. Annesi biz ayrılırken bile yerinden kalkmadı. Şok oldum tabi. Peşaver’de böyle bir şey hiç görmemiştim. Çok zeki bir çocuktu. 9. sınıfta geldi. Hazırlık görmediği halde diğer arkadaşlarıyla Türkçe konuşmaya başladı. Annesi Karaçi’nin bir kasabasında okul müdürüymüş, sonradan öğrendim. Dönem arasında evimde yatılı program yapıyordum öğrencilere. O çocuğu da aldım. Daha önce kızını yatıya hiçbir yere göndermemiş anne her gün bir bahaneyle bize geldi. Bir gün kek getirdi, öbür gün başka bir şey. Geliyor ortama bakıyor, çocuklarla biraz konuşup gidiyor.

Türkçe öğretmeni Ayşegül Karahan, öğrencilerini sık sık evinde ağırlıyordu.

Bir haftalık programın ardından çocuklar eve döndü ve o veli bana bir mesaj yazdı. “Sizin yaptığınız bu eğitim çok güzel, çok önemli, dehşet verici bir şey. Bu gazetelerde yazılması gereken bir olay. Siz çok büyük bir fedakarlık yapıyorsunuz. Ciddi bir program hazırlıyorsunuz. Ben 30 yıllık öğretmenim, hiç böyle bir fedakarlık görmedim. Bunu herkesin bilmesi lazım…” gibi çok abartılı ifadeler yazmış. Daha sonra bizi evine davet etti. Bu sefer kapıda karşıladı ve çok güzel ikramlar hazırlamıştı. Sonraki yıl da müdürü olduğu okula bizi davet etti. Bursluluk sınavı yapmamızı istedi. Gün boyu orada bizi ağırladı. Sınav sonucu burslu çocuklar aldık okula. Ailelerini kendisi gidip ikna etti. Görüşmelerini o yaptı. Kızını benimle Türkiye’ye geziye gönderdi. Nasıl başladık, nasıl bitti 😊

-Karaçi’de 5 yıl kaldığınızı söylediniz, sonraki adresiniz neresiydi?

Sonra başkent İslamabad’a geçtik. Orası da çok farklı bir coğrafyaydı. Diğer yerlere göre daha güzel, daha rahat. Yerli öğretmenlerle çok güzel bir arkadaş grubumuz vardı. Okulun müdürü Meryem hoca ile kız kardeş gibiydik. Oradan ayrılırken el yapımı bir şal hediye etmişti bana. “Bu sadece evlenip evden ayrılırken kız kardeşe hediye edilir” demişti. Çok özeldi benim için.

4 öğretmen Karaçi’ye gezi düzenlemiştik. Arkadaşlardan biri genel olarak soğuk, mesafeli duruyordu bize. Geri dönerken uçakta yan yana oturduk. Gezinin nasıl geçtiğini sordum. Bana şöyle dedi: “Ben daha önce başka okulda da çalıştım. Okulumu değiştirmek istiyordum. Bir milyon tevhid zikri çektim, hayırlı bir kapı açılması için. Sonra PakTürk’e geldim. Tek tercih sebebim kız okulu olmasıydı. Geldiğimden beri herkesten ‘PakTürk ailesi’ sözünü duyuyorum. Çok aptalca ve saçma geliyordu ilk başta. Bir kurum, bir okul nasıl bir aile olabilir ki? Ama şimdi ben PakTürk’te sizinle beraber gerçekten ailenin bir parçası olduğumu, bir bütün olduğumu, buranın derdiyle dertlendiğimi hissediyorum. Bunun olabileceğini hiç düşünmezdim. Ama bunu şu anda gönlümde hissediyorum.”

PAKİSTAN’DA DİN ANLAYIŞIM DEĞİŞTİ DİYEBİLİRİM

Her sabah öğretmen arkadaşlarla bir ders süresince müzakereli kitap okuma programı ayarlamıştık. Pakistanlı ama Türkçeyi çok iyi bilen bir arkadaş okuyor, İngilizceye çeviriyordu. Risale’den 4-5 kitap bitirdik bu şekilde. O arkadaşlardan birinin annesi, biz ülkeden ayrılırken ziyaretimize geldi. Kızıma hediye altın küpeler getirmiş. “Bunları lütfen hediye olarak sakla, evlendirirken kızına takarsın.” dedi. Benden çok ağladı teyze o gün. “Size bunu nasıl yaparlar. Pakistan halkı adına özür diliyorum.” dedi. Arkadaşın babası da o sene umreye gidiyordu. “Gerçekten Allah yolunda koşanların başlarına kötü şeyler gelir. Bu o yüzden oluyor size. Ben size Kabe’de dua edeceğim” demişti.

-Pakistan’ın kişisel dünyanızdaki tesirleri neler oldu? Özlediğiniz şeyler var mı?

İki evladımız oradayken doğdu. 2008’de oğlum, 2013’te kızım dünyaya geldi. Yaz tatiline denk geldiği için doğumlarım Türkiye’de oldu ama daha 1 haftalıkken Pakistan’a döndük. 25 günlükken de okulda derslere başladım. Pakistan çok ciddi bir sebebi veya ideali olmayan insanların dışardan gelip de yaşamak isteyeceği bir yer değildi bana göre. Türkiye’den askerler, elçilik görevlileri ve bizler vardık.

Ben Karadeniz yaylalarında yetişmiş bir insan olarak gerçekten zorlandım orada. Baharatlı yemeklerine pek alışamadım ama büyük oğlum sık sık biryani ister. Son sene öğrencilerle golgappa yemeye giderdik, onu özlüyorum. Urduca çok az öğrendim maalesef. İngilizce kursuna 3 ay kadar gittim. Devam edemedim. Yıllar içinde basit düzeyde anlaşabilecek kadar öğrendim.

Pakistan’da din anlayışım değişti diyebilirim. Bizde din biraz daha fazla kurallı. Orada mesela günde sadece beş vakit değil 50 defa ezan okunabilir günde. Bütün camilerde vakit girince aynı anda ezan okunup namaz kılınmıyor. Her cami kendisi namaz vaktini belirliyor ve o vakitte ezan okunuyor. Cemaatle namazı kaçırmak mümkün değil yani. Birinde kılındıysa diğerine gidebilirsin. Cuma namazları da öyle. Bu benim ufkumu daha çok açtı. Daha esnek yaşanabileceğini görmüş oldum.

Ayşegül Hanım, öğrencileri ile gönüllü yardım faaliyetleri de düzenliyordu.

Ramazanda itikafa girme sünnetini hayatımda bu kadar yoğun hissetmemiştim. Öğrencilerden bile itikaf yapan olurdu. Bazı sünnetlere karşı algım, bakışım değişti.

Pakistan hakkında konuşmakta hâlâ zorlanıyorum. Öğrencilerim mesaj yazarsa onlara cevap veriyorum sadece. Onun haricinde haberlere vs. bakmıyorum. Buraya geldikten sonra kendimi terapi etmek için çok uğraştım. Orada yaşadığım şeyler çok zor değildi belki ama ayrılmak zordu. Tekrar hatırlamak istemiyorum doğrusu ☹ (gözyaşları…)

ÇAMAŞIR MAKİNESİ, FIRIN GİBİ EŞYALARI İKİ AİLE ORTAK KULLANDIK

-Ayrılma sürecinde neler yaşadınız? Pakistan halkının size karşı desteği nasıldı?

Temmuz 2016’da Türkiye’deki olayların tesirleri bize de yansıdı maalesef. PakTürk Okulları’ndaki herkesin 3 gün içerisinde ülkeyi terk etmesi kararı çıktığında nereye gideceğimizi, ne yapacağımızı bilemedik. Yerli bir arkadaşım “Sen hiçbir şeye dokunma, ben tüm eşyalarını satıp sana parasını vereceğim.” dedi. Gerçekten yardım etti. Hatta bana “Sen fiyatını az söylüyorsun!” deyip kendisi alıcılarla konuşuyordu. Fakat o 3 günden sonra biraz daha kalabileceğimiz bir durum oluştu. Önce “Mahkeme 10 gün daha uzattı” dendi. Sonradan Birleşmiş Milletler’in koruma kararıyla 1 yıl daha kalmış olduk. Fakat her şeyimizi elden çıkarmıştık. Bu sefer aynı arkadaşım kendi aldığı eşyaları getirip bize verdi parasını almadan. 1 yıl onları kullandım. Daha küçük bir eve geçtik. Bir arkadaşla 2 katlı bir evde alt-üst oturduk. Çamaşır makinesi, fırın vb. eşyaları 2. elden temin edip ortak kullandık. Çünkü ne olacağımız belirsizdi.

-Bazı aileler daha erken ayrıldı, siz o bir yılın sonuna kadar neden kaldınız?

Benim hâlâ gönül bağım bitmemişti. Daha yapabileceğim şeyler olduğunu düşünüyordum. Yarım bırakmak istemiyordum. Biz Pakistan’ı seviyorduk. Çocuklarımızın orada büyümesini istiyordum. Bizi orada isteyen öğrencilerimiz, velilerimiz vardı. Günlerce protestolar yapıldı. Onlar bunu yaparken bir an önce çıkıp gitmek çok doğru gelmedi. O yüzden orada kalmayı tercih ettik. 1 yılın sonunda kaçırılma olayları da olunca çıkmaya karar verdik.

Yine o son yılda, bir gece vakti bir arkadaş geldi. “Hemen benimle geliyorsunuz, çıkmamız lazım buradan.” dedi. Hemen çocukları kaldırdık; pasaportları, çocuklara birer kat yedek kıyafet alıp çıktık. Bir velimizin evine gittik. Başka arkadaşlar da gelmişti aynı yere. Gece boyu uyumadık. Sabah namazına doğru bir öğrencimizi aradık “Biz size geliyoruz.” dedik sadece. 20 dakika mesafedeydi evi. Biz oraya vardığımızda çocuk garaj kapısını açmış bekliyordu. Bu arada bizim için evi hazırlamış, odasını boşaltmış, yatakları hazırlamış. Annesinin sadece haberi vardı. Babasının haberi yoktu daha. Benim için unutulmaz anlardan biriydi. Ne kadar kalacağımızı bilmeden gelmiştik oraya ve 1 hafta kaldık. İki aile beraber vakit geçirdik. Beraber mutfağa girdik, ben onlara Türk yemekleri yaptım, onlar bize kendi yemeklerini. Çok güzel dostluklarımız oldu. Hala görüşüyoruz ailece. Böyle sahip çıktılar bize. Pakistan ,insanları açısından benim için gerçekten kıymetli bir yer. Bu hadiseden 2 hafta sonra 2017 Kasım’da Pakistan’dan tamamen ayrıldık.

-Pakistan’dan sonra nereye gittiniz?

İlk olarak Kosova’ya geçtik. Sırbistan üzerinden gidiyorduk. Havaalanında biraz sorun yaşadık. 6 ay kaldık Kosova’da. Kızımın pasaport süresi doluyordu. Pasaport sorununu halledip ihtiyaç olan başka bir ülkeye gidip öğretmenliğe devam etmeyi istiyorduk. Türkiye konsoloslukları pasaport işlemlerimizi yapmadığı için mecburen Almanya’ya gelip iltica ettik. Hatta o dönemde biz bunlarla uğraşırken Kosova’dan 6 öğretmen Türkiye’ye kaçırıldı. Eşim oğlumla Kosova’daydı, ben kızımla Almanya’da bir ablanın evinde 2 aya yakın misafir kaldım. Allah razı olsun onlardan. Sonrasında buraya iltica ettik. En küçük oğlum da burada doğdu. Kamplarda büyüdü.

SİNEMADA İNGİLİZCE KONUŞMAK LAZIM!

-Öğrencilerle beraber yaptığınız sosyal, kültürel, manevi etkinliklerin yansımalarını, tesirlerini anlatır mısınız?

Bizim okulların çatısı altında dini anlayışı, mezhebi farklı çocuklar bir aradaydı. Bu çok anlamlıydı benim için. Budist, Hindu, Sünni, Şii öğrenciler bir aradaydı ve hiç sıkıntı olmazdı. Mesela Peşaver’de devletin yönetimine karışmadığı özerk bölgeler vardı. Oradan bize gelen öğrenciler zamanla radikal dini anlayışlardan uzaklaşıyor, başkalarına daha hoşgörülü, yumuşak bakış açısı kazanıyordu. Daha ılımlı, dünya görüşü açık, radikalleşmeyen öğrenciler yetişiyordu PakTürk Okulları’nda. O yüzden o bölgenin yöneticileri daha fazla öğrenci alınması şartıyla Peşaver’de büyük bir yurt binası yapmışlardı.

Ayşegül öğretmen ve öğrencileri zaman zaman yaptıkları Türkiye gezisinde.

Bir kız öğrencimiz “Başörtüsünün İslam’ın farzı olduğunu Türk öğretmenlerimden öğrendim” diye yazmıştı bir mesajında. Annesi Arapça öğretmeniydi. “Geleneksel bir şeydi benim için başörtüsü. Normalde örterdim ama düğün vb. yerlerde açardım. Aslında bunun tesettürün gereği olduğunu Türk öğretmenlerimden öğrendim.” diyordu.

Öğrencilerimle ilk kez sinemaya gittiğimde baktım orada hepsi İngilizce konuşmaya başladı. Sebebini sorunca “Öğretmenim çok ayıp, sinemada Urduca konuşulur mu, İngilizce konuşmak lazım. Urduca konuşursan köylü gibi olursun!” dediler. Çocuklar farkında olmadan utanıyorlardı oldukları hallerinden. Yine bir öğrencim şöyle demişti: “Annem İngilizce bilmediği için utanırdım. Bunu sizleri tanıdıktan sonra attım. İngilizce bilmemenin utanılacak bir şey olmadığını sizden öğrendim.” Ben de İngilizce bilmediğim için hiç rahatsız olmadım. Çocuklar bu rahatlığı gördü. Hem onların bakış açısı genişledi, ufukları açıldı hem benim.

Öğrenciler veya öğretmenler, karşılıklı otururken bacak üstüne atarak otururdu hep. Ben bunun bizim kültürümüzde ayıp sayıldığını, karşı tarafa saygısızlık olarak algılandığını söyledim. Bir öğrencim “Aslında bizim eski kültürümüzde de bu çok ayıp bir şey öğretmenim.” dedi. Bu sonradan Batı kültürünün tesiriyle yerleşmiş bir tavırdı. Benim öğrencilerim bunu yapmazdı. “Kendiniz olursanız mutlu ve başarılı olursunuz.” diyordum onlara.

KIZ ÇOCUKLARINI BANA EMANET ETTİLER

Pakistan halkı gerçekten fedakar insanlardı. Ben mi fedakarlık yaptım oraya giderek, onlar mı fedakarlık yaptı beni kabul ederek, bilmiyorum. Onlar gibi giyinmedim, onların dilini konuşamıyordum birçok yemeklerini yiyemiyordum, yani farklıydım. Ama çocuklarını bana teslim ettiler. Kız çocuklarını bana emanet ettiler. Aldım Türkiye’ye getirdim, şehir şehir gezdirdim. Okulumuzun bekçisinin düğününe gitmiştik. Biz gidince düğünün havası değişti. Normalde gelin hazırlanmadan kimse görmezmiş. Kardeşi ya da annesi dışında. Orada sadece beni gelinin yanına aldılar. Hem duygulandım, hem çok şaşırdım. Kimse beni tanımıyordu yani o benim şahsıma verilen bir değer değildi. Bütün öğretmen arkadaşlara verilen değerin ifadesiydi.

Sel felaketi olduğunda da öğrencilerimle beraber bölgeye gidip yardım dağıtmıştık. Türkiye’de deprem olduğunda da onlar bize taziyelerini iletmişti. Karşılıklı dostluk vardı. Bir ziyaretimizde dedesi Çanakkale Savaşı’na katılmış ve günlükler tutmuş bir hanımefendi vardı. Bir albüm çıkardı, fotoğraflar, hatıralar… O kadar çok şey anlattı ki Çanakkale Savaşı’yla ilgili, benim belki o kadar detaylı bilgim yoktu. Muhammed İkbal’in Çanakkale Savaşı’nda Osmanlı ordusuna destek olmak için yaptığı Lahor Meydanı’ndaki konuşmasını ve toplanan yardımları biliyoruz ama savaşmak için gelen insanlar olduğu pek bilinmez. Gelmişler ve yıllarca kalmışlar.

Son

***

Birinci Bölüm: Türkçe öğretmeni Ayşegül Karahan: Pakistan zordu ama güzeldi

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.