Eğitimci Taner Koçyiğit, yazı dizisinin bu bölümünde Pakistan’da Kurban bayramlarını nasıl geçirdiğini, diğer ülkelerden farklı olarak neler yaptıklarını yazdı. Kuetta’daki bayramlarda aynı anda hissettiği heyecan, hüzün ve mutluluğu anlattı.
On beşinci Bölüm:
Kurban bayramlarının önemini ve değerini Pakistan’a gidince daha iyi öğrenme imkanım oldu. Daha öncesinde kesinlikle kavrayamamış olduğumu söyleyebilirim. Pakistan’ın birçok şehrinde gerçekleştirdiğimiz kurban aktiviteleri bu kavrayışta etkili oldu. Pakistan’a gitmeden önceki yıllarda bulunduğum ülkelerde Kurban bayramlarında öğrenci velileri ziyaret edilirdi. Arkadaşlarla beraber kurban kesilir, pikniğe gidilir ve futbol maçı öncesinde ailecek yenilirdi. Kurban bayramları genelde ülkelerin kendine has durumlarından ötürü Pakistan’da olduğu gibi hareketli geçmezdi. Türkiye’de ise herkes komşusuna bir parça et vermek ister. Birçok kişi ‘ete ihtiyacım yok’ diye geri çevirir, hatta bazırının bu konuda kapıya not yazdığını bile duydum. Ama Pakistan öyle değildi. Orada, “PakTürk Okulları veya başka bir hayır kurumu Kurban’da getirirse yılda bir et yiyoruz yoksa sene boyunca kursağımızdan et geçmiyor!” diyen binlerce, belki milyonlarca insan vardı.
Pakistan’a gittikten sonra ayrılıncaya kadar 14 Kurban Bayramı geçirdim. Hepsinde de ‘Meğer ben bugüne kadar Kurban Bayramı yaşamamışım’ dedim. Bu kutlu günler orada niteliğine uygun şekilde dolu dolu geçerdi. Böyle birkaç bayramı, öncesindeki hazırlık aşamsı ve heyecan dolu günleriyle Kuetta’da geçirmek nasip oldu.
Hayatım boyu bu şeyleri hiç yapmamıştım!
2004 yılında Türkiye ve dünyanın dört bir yanından hayırseverler, kurbanlarını Pakistan’daki ihtiyaç sahipleri için gönderdi. Yüzlerce büyükbaş hayvanın kurban edileceği haberini duyunca çok heyecanlanmıştım. Zaten hayvanlarla vakit geçirmeyi ve bakımlarını yapmayı seviyordum. Biraz da Urducayı bildiğimden olsa gerek Kurban organizasyonunun sorumluluğunu üstlenen Türkmen arkadaşlara yardımcı olma adına birçok iş bana verilmişti.
Hayatımda daha önce hiç yapmadığım şeylerdi; büyükbaş hayvan alırken neye dikkat edilir, hangi şartlar aranır veya pazarlık nasıl yapılır bilmezdim. Ama Pakistan bize birçok şeyin yanında kurbanlıkların pazarlıkla alınmasından, hastalanan hayvana neler yapılması gerektiğine kadar önemli bilgiler de öğretti. Kuetta’da o sene 200’e yakın büyükbaş kurbanlık alınması gerekiyordu. Bir kısmı toptan alınmıştı, kalanların pazara gidip tek tek köylülerden alınması gerekiyordu. Sabah namazından sonra erkenden çıkıp en iyi hayvanları en uygun fiyata almak için çaba gösterdik.
İlk günkü tecrübemize göre bizi pantolon-gömlekle gören köylüler fiyatları otomatikman iki katına çıkarıyordu. O yüzden ikinci gün yerel kıyafet olan şalvar-kamis giyip gittik. İlk fiyat sorma konuşmasını yanımızdaki yerli arkadaşlar başlatıyordu. En güzel hayvanları, uygun fiyatlara aldık ve kurbanlıkların satıldığı meydanın az ötesinde bir ahır kiraladık, çünkü bayrama daha bir ay vardı. Tuttuğumuz iki çoban hayvanlara bir ay baktı. Bizim hayvanlarımız diğerleri ile karışmasın diye hepsinin üstüne boya ile PakTürk’ün baş harflerini (PT) yazdık.
Kurbanlıkların başında nöbetçi kaldım
Yüzlerce büyükbaş hayvanı hem soğuk havadan korumak hem de ihtiyaçlarını karşılamak için kiraladığımız ahıra arkadaşlarla arada bir gidiyorduk. Her şey yolunda mı diye bakıyor, ihtiyaç varsa yardımcı olmaya çalışıyorduk. Bu sırada günlük okul işlerimiz, derslerimiz ve rehberlik faaliyetlerimiz devam ediyordu. Diğer yandan kış tatilinin vakti gelmişti ve okuma kampı için ailece Hayrpur şehrine gidilecektik. Ama ahırdaki kurbanlıkların takibi için birisinin Kuetta’da kalması gerekiyordu. Genelde Kurban hazırlıkları ile ben ilgilendiğim için sanırım bu görev bana verilmişti veya gönüllü olarak kalmıştım.
Arkadaşlar ve eşim trenle Hayrpur’a gitti. Ben ise birkaç gün daha Kuetta’da kalacak ve sonrasında kampa katılacaktım. Bu sırada Kuetta’nın en gözde otelinin restoranında bir yılbaşı resepsiyonu olacağı ve buraya şehrin önde gelen devlet yetkilileri ve yabancı misyon temsilcilerinin katılacağını öğrendim. Resepsiyona PakTürk Okulları’nın yetkilileri de davetlişmiş. Fakat bizim bütün arkadaşlar Hayrpur’a gittiği için programa sadece ben gidecektim.
Takım elbisemi giydim ve yılbaşı resepsiyonuna gitmek üzere hazırlanıyordum ki bir telefon geldi. Hattın öbür tarafında bizim kurbanlıklarla ilgilenen Türkmen vardı. Bana bir adres verdi ve heyecanla şunları söyledi: “İneklerden birisi hasta ve hemen iğne vurulması gerekiyor. Acil, verdiğim adrese gitmeniz ve orada oturan veterinerden şu ilacı alıp ahıra gelmeniz lazım. Ben de ahıra gidiyorum, orada buluşalım.”
Resepsiyona niyet, ahıra kısmet!
Takım elbisemi giymiş evden çıkmak üzereyken aldığım bu telefon üzerine ne yapacağımı şaşırdım. Üstümü değiştirmek için tekrar eve gelmeye vaktim olmayacaktı. O yüzden takım elbise ile verilen adresteki veterinerin evine gittim ve zilini çaldım. Veteriner muayenehanesinin üstündeki dairede oturuyormuş ve bana istediğim bir şırınga ile iğneyi verdi. Ayrıca ineğin boynundan nasıl iğne vurulacağını tarif etti. Ben o ana kadar ‘ilacı ahıra götürüp çobana veririm, oradan hemen otele geçerim’ diye düşünüyordum. Ancak o an ahıra gidip iğneyi vurmam gerektiğini anlamış oldum. Hayvanların yanına vardığımda gece saat 12.00 olmuştu ve ben yeni yıla yabancı misyon temsilcileri ile girmeyi hesaplarken ineklerle beraber ahırda girmiştim. Çobanlar ahırdaki hasta hayvanı gösterdiler ve onların yardımıyla iğneyi tam tarif edildiği gibi vurduk. “İneğin kurtulma şansı az!” demişti veteriner, çünkü ağzından köpükler çıkıyordu. Ancak ertesi gün duydum ki, hayvan düzelmiş.
Ben ayakkabılarımı temizleyip takım elbisemle geç de olsa yılbaşı programına yetişmiştim. Sanki on dakika önce kurbanlık ahırında değilmişim gibi Amerikan konsolosluk yetkilileri ve birçok ülkenin temsilcileri ile yemekler yedik ve uzun uzun konuştuk.
Heyecan, üzüntü ve mutluluk bir arada
Kurban Bayramı günü geldiğinde ise daha önce hiç yaşamadığım heyecan, üzüntü ve mutluluk duygularını en üst seviyede yaşadım. Öncelikle bayram namazı için gittiğimiz camide imam bir hata yaptı ve selamın ardından cemaatten gelen tepkiler üzerine imam namazı tekrarladı. Bu durum bizi epey şaşırtmıştı… Geçen kurban bayramından beri et yemeyen birçok insanın 4-5 kilo et için saatlerce sırada veya evlerinde bizim geleceğimiz anı beklediklerine şahit oldum. Sevincim; Türkiye’den hayırseverlerin gönderdiği kurban etlerini ihtiyaç sahiplerine en güzel şekilde ulaştırmanın, bu gariban insanların yüzlerinde gülümsemeye yol açmasıydı. O gün, “Bu insanların gülen yüzlerini görmeyi dünyadaki hiçbir mutluluğa değişmem.” dediğimi hep hatırlarım. Heyecanı ise kurbanlıkların kesim ve paketlenmesinde yaşıyordum. Çünkü hayatında bir tavuk dahi kesmemiş birisi olarak kasaplara yardımcı olmak için birçok ineği kendim kestim ve kaçan hayvanların peşinden koştum. Paketlediğimiz etleri çalmaya çalışan insanları yakalamak için peşlerinden koşmuş sonunda yakalayıp düzgünce sıraya girmelerini söylemiş ve hepsine de et vermiştik.
Kurbanlıklara ait hiçbir şeyin zayi edilmediğini de Pakistan’da öğrendim. Normalde ‘çöpe atılır’ diye düşündüğüm birçok şey kullanılıyordu. Kesim sırasında ineklerin ayaklarını bir kenara ayırmıştık ve ‘toplu halde atarız’ demiştik. Önce kasaplar ‘bize verin’ demişler sonra da et almaya gelen insanlar ayakları istemişti. Hatta bazı aileler, “Et yerine bize ayak verir misiniz?” diye sordu. Biz de o ailelere hem et hem de ayak verdik. Meğer Pakistanlılar ayakları kullanarak çok güzel paça yemekleri yapıyormış. Zayi edilmeyen sadece ayaklar değildi, hayvanların işkembelerini insanlar temizleyip götürüyordu. Hatta kurban günü birisi geldi yanımıza ve “Ben bu oluklardaki kanları toplayıp götürmek istiyorum, hem sizin için temizlik yapmış olurum hem de kanları kullanmış olurum!” dedi. “Ne yapacaksın bu kanları?” dedik, “Tavuk çiftliğim var onların yemlerine koyacağım.” dedi. Pakistan her gün bize yeni şeyler öğretmeye devam ediyordu…
Devam edecek…
***
On dördüncü Bölüm: Kuetta’nın yeşile hasret parkları; ilk ve son piknik!
No Comment.