Eğitim gönüllüsü Fatih Çapar, üniversite okumak için gittiği Pakistan’da halk ile nasıl temas kurduklarını ve ilişkilerinin gelişimini yazdı. Ayrıca ilk belletmenlik yaptığı yurtta yaşadıklarını anlattı.
Dördüncü Bölüm:
Hayrpur`a ve Pakistan`a alışma evrelerinde, şaşkınlıklar ve zorlanmaların neticesi çoğunlukla bereket ve muhabbet getiriyordu. Bu da bizlere sabrı ve empatiyi öğretiyordu. Kaldığımız yurda 500 metre kadar uzaklıktaki camiye her cuma gidişimizde şaşkın gözlerle takip ediliyorduk. Onlar gibi giyinmiyorduk, hatta pantolon-gömlek giydiğimiz için Müslüman olduğumuza pek inanmıyorlardı.
Pakistan`da cuma namazı sonrası iki kişi bir örtü açarak bütün cemaatin önünden geçer ve yardım toplardı. Küçük yerlerde imamlar bu yardımlar sayesinde geçinirdi. Gittiğimiz camide ise bir takke vardı, önünde namaz kılan onunla yardım toplardı. Bir nevi yazılı olmayan kuraldı bu. Bir Cuma, takkenin önünde ben vardım. Namaz sonrası takkeyi aldım ve herkesin önünden geçerek yardımları topladım. Normalda her Pakistanlı için ‘basit bir şey’ olan bu durum cemaat ve öğrencilerimiz nezdinde büyük bir jest olarak karşılandı. Ardından normalde bizimle pek konuşmayan cemaat yanıma gelip “Allah Kabul etsin!” diye dua ve dileklerini bildirdi.
Ramazan’ın ilk günü öğrenciler maça davet etti
Cami cemaati artık her gidişimizde selam vermeye başladı. Öğrencilerimin ise yanıma gelip “Yaptığınız hareket bizi çok sevindirdi, çok mutlu olduk.” diye teşekkür etmeleri beni etkilemiş ve sonraki zamanlarda alışamadığım durumlara daha kolay intibak etmemi sağlamıştı.
Bu arada, Ramazan ayı kapıya dayanmış, ülkeye yeni gelen bizleri sıcak hava ve elektrik kesintileri sebebiyle endişe sarmıştı. 😊 Acaba oruç ayı nasıl geçecekti. Her sene olduğu gibi Pakistan o yıl da Ramazan`a iki gün sonra giriyordu. Bizim için ilk gündü ve niyetliydik bunu öğrencilere söylememe kararı almıştık. Eylül sıcağı ve ilk günün verdiği zorlukla baş etmeye çalışırken çocuklar beni maça çağırdı. “Saat 17.00’de hava daha sıcak olur..” falan derken ayakkabılarımı giymiştim bile. Maçı yaptık, açlık, susuzluk ve sıcaktan ayakta zor duruyordum. Yurttaki odamda çamaşır makinesi büyüklüğünde, arkasına buz konulan bir vantilatör vardı. Onun önünden geçmemle yatağa düşmem bir oldu. İftara kadar tavana bakarak öylece durmuşum.
Misafir olduğumuz evde filmlerde gördüğümüz sahneyi yaşadık!
İlk Ramazan beklediğimden daha serin ve güzel geçti.. Öğrencilerin evlerine davetlere gittik. Halkın ne kadar misafirperver olduğunu anladık. Teravih namazlarının hatimle kılınması ve imamın muhtemel bir yanlışında arka saflardan en az 5-6 kişinin düzeltmesi beni hayrete düşürmüştü. Ülkede hafızlık yapan kişilerin çok olduğunu o zaman anlamıştım. Davetler, teravihler, iftarlar bambaşka atmosferde eda ediliyor, Ramazan ayının ruhu her yerde hissediliyordu.
Davetler demişken, bir gün maddi durumu iyi olan öğrencilerimden biri bütün belletmen ve öğretmenleri akşam yemeğine çağırmıştı. Ramazan mıydı, değil miydi tam hatırlamıyorum ama sadece eski dönem filmlerinde görebildiğimiz bir sahneyi bizatihi yaşamıştık. Dışarıya uzunca bir masa kurulmuş ve hemen her sandalyenin arkasına ayaklı fanlar konmuştu. Yemeğe başladık, tanışma ve yemekleri tanıtma faslı derken yıldızların altında samimi bir muhabbet iklimi oluşmuştu, ta ki elektrikler kesilinceye kadar.
Yurdu tertemiz gören öğrenciler şaşırmış ama kimin yaptığını anlamıştı
Kesintiler rutindi ama sonrasında yaşananlar çok düşündürücüydü. Ev sahibinin talimatı ile hizmetliler ellerinde sazlık otlardan yapılmış büyükçe yelpazelerle gelip bizi serinletmeye başladı. Çoğumuz “Gerek yok, lütfen geç otur!” dese de dinlemeyip bizi serinletmeye devam ediyorlardı. Ev sahibinin rahatsızlığımızı hissetmiş olmasından mı yoksa jeneratörün devreye girmesinden mi, tam hatırlayamıyorum bir süre sonra vazgeçtiler. Bu hareketi ev sahibinin misafirperverliğine vermiştim o akşam, ancak sonraları tecrübe ettik ki bu uygulama da rutin bir adetmiş. Kırsal bölgelerdeki varlıklı aileler elektrik kesintilerinde bu şekilde serinliyormuş.
Ramazanın ortalarıydı, yurdun temizlik işlerini yapan Abbas, bir iki gün sonra gelmek üzere izin aldı. Dönüşünü epey beklememize rağmen gelmedi. Bir süre yeni hademe bulamadık. Biz gün içerisinde üniversiteye gidiyorduk, öğrenciler akşam okuldan dönüyordu. Dolayısıyla yurdun temizlenmesi gereken saatlerde yurtta kimse kalmıyordu. Yurt günden güne daha fazla kirleniyordu. Fiziki şartları itibarıyla zaten sorunlu olan yurdun lavabosu daha da kötü hale gelmişti. Sonunda bizlere hep örnek olan üst devreden Bilal abinin “Ben tuvaletleri yıkamaya başlıyorum, siz de yatakhaneleri süpürün olur mu?” teklifine “Olmaz mı, Bilal abi!” diye karşılık verdik. Eski abiler yurdun tuvaletlerini temizlerken ben ve Savaş bütün yurdun yatakhanelerini sildik süpürdük. Öğrenciler geldiğinde gözlerimizin içine bakıyordu, bu yurt nasıl temizlendi diye çaktırmamaya çalışsak da anlamışlardı. Haklarını yemeyelim, zaten öğrenciler yurtla ilgili işlerde hep istekli davranır yardım etmek için can atarlardı.
O günden sonra ‘yılan var mı’ diye yatakların altına baktık
Hayrpur`da 1,5 yıl kaldım ve o yurdun samimi atmosferi sonraki hayatımda hep burnumda tüttü. Tabi, bazen o yurtta korku dolu anlar da yaşamadık değil. Ama öğrencilerin ‘Bahadır’ diye lakap taktığı yurt müdürümüz Yunus Bey’in soğukkanlılığı ve cesareti tehlikeleri atlatmamızı sağlamıştı. Bir aksam jeneratörün de olduğu ve depo olarak kullandığımız bir odada küçük çaplı bir yangın çıktı. Kısa süreli panik yaşansa da Yunus Bey’in depoya girmesi ve durumu yöneterek yangını söndürmesi muhtemel büyük bir felaketi önlemişti.
Bir defasında da yurt temizlikçisi ve aşçısı kaldıkları odada yılan görünce feryadı koparmışlardı. Yunus Bey ile bakmaya gittiğimizde yarım metre büyüklüğünde bir sarı kobra yılanı gördük. Yunus Bey kriket sopaları ile yılanı kıstırıp etkisiz hale getirerek bizi rahatlattı. Ancak sonraki birkaç ay geceleri ‘Acaba yılan var mıdır!’ diye ara ara uyanıp yatakların ve kanepelerin altına korku ile baktığım çok olmuştur.
Devam edecek…
***
Üçüncü Bölüm: Öğrencilerin çalışkanlığı ve uyumu içimizi ısıtıyordu
No Comment.