İngilizce öğretmeni Gönül Barış (2): Urducayı yollarda rikşacılarla kavga ederken öğrendim

Multan’ın manevi büyüklerinden Bahauddin Zekeriya
Mart 31, 2022
Karaçi Ticaret Odası’nın Türkiye’ye yaptığı iş gezisinde neler yaşandı?
Nisan 8, 2022

İngilizce öğretmeni Gönül Barış (2): Urducayı yollarda rikşacılarla kavga ederken öğrendim

Gönül Barış Hanım öğrencileri ile..

PakTürk Okulları İngilizce öğretmeni Gönül Barış, röportajımızın ikinci bölümünde Lahor’daki üniversite yıllarını, belletmenlik yaptığı yurttaki öğrencilerle iletişimini ve evlilik sürecini anlatıyor. Gönül Hanım, İngilizceyi okulda öğrendiğini ama yerel dil olan Urducayı sağa sola giderken rikşa sürücüleri ile yaptıkları tartışmalar sırasında söktüğünü anlatıyor, gülerek.

-Lahor’da üniversite döneminde neler yaptınız? Öğrencilerin ve hocaların size karşı davranışları nasıldı?

İkinci yıl üniversiteye başladık. Aynı evde kalan 6 kız arkadaş olarak hepimiz İngilizce edebiyat bölümüne başladık. ‘Dalton kızlar’ gibiydik😊.  O üniversitedeki ilk yabancı öğrenciler bizdik. Herkes bizimle tanışmak istiyordu. Yanımıza oturup arkadaş olmak istediklerini söylüyorlardı. Hocalar da sağ olsunlar 4 yıl boyunca bize çok destek oldu. Bizi sınıfta örnek gösteriyorlardı. “Bakın bu arkadaşlar daha yeni geldiler ama arayı kapattılar.” diyorlardı. Özellikle birkaç öğretmen bize anne edasıyla destek oluyordu. O sıralarda PakTürk Okulları’nın büyük binası yeni yapılmıştı. Biz de oraya öğrenci bulabilmek için idareden izin alıp farklı departmanlarda ‘Power Point’ sunum yaparak okulları tanıtıyorduk. Hatta bu şekilde hocalardan biri çocuğunu okula göndermeye karar vermişti.

Gerçekten üniversitede bize kucak açtılar. Hiçbir zaman ters muamele ile karşılaşmadık. Herhalde Türk olduğumuzdan dolayı bize diğer yabancılara göre daha özel davranıyorlardı. Pakistan’da iken başka bir yere gitmeyi hiç düşünmedim. ‘Üniversite bitsin ülkeme döneyim veya başka bir ülkeye gideyim’ diye aklımdan bile geçmemişti. Hep orada devam etme, o halka hizmet etme hayalim vardı.

Öğretmenlik zaten hayalimdi. Bazen oradaki okula gittiğimde öğretmen ablalara “Bir gün gelecek ben de sizlerle bu öğretmenler odasında oturacağım, sizinle çay içeceğim!” diyordum. Ve gerçekten o gün geldi ve ben mezun oldum. İngilizceyi okulda öğrendim. Urducayı ise sağa sola giderken yollarda rikşacılarla kavda ede ede öğrenmiştik.

-Belletmen olarak kaldığınız yurtta hayatınız nasıl geçiyordu? Öğrencilerle neler yapıyordunuz?

3. yılda evden ayrılıp farklı şehirlerden PakTürk’te okumak için gelen kız öğrencilerin kaldığı yurda geçtik. Biz de onlarla yaşıyorduk. Yanımıza yemek yapması için bir de teyze vermişlerdi. Eşi yeni vefat etmişti. Teyze her gün hasta ve üzgündü, hep ağlardı. Çoğu zaman “Tamam teyze, sen yapma biz yaparız yemekleri” diyorduk ve giriyorduk mutfağa. Çocukların seveceği şeyleri yapmaya çalışıyorduk. Onlara soruyorduk “Sabah ne yersiniz?” diye. Bir gün çocuklardan biri “Çana yerim!” dedi. Çana ne, bilmiyoruz. Sonra İngilizcesini sorduk. Sözlüğe baktık ki nohut yemeği. Sabah kahvaltıda bizden nohut yemeği istiyormuş. Demek ki bunlar bizim gibi kahvaltı yapmıyor. Önüne zeytin, peynir koysak anlamayacak. O gün işte Pakistan kültürüyle ilgili bir şey daha öğrenmiş olduk. Sabah kahvaltısı olarak baharatlı yemek istiyorlar.

TÜPÜ KAPATACAĞIMA AÇINCA GÜMM DİYE PATLADI!

Çocuklar iyi İngilizce bilmiyordu ama okulda Türkçe de öğreniyorlardı. Bu sefer onlarla Türkçe iletişim kurmaya çalıştık. Hem de Türkçelerinin gelişmesine yardımcı oluyorduk. O çocuklarla iyice kaynaşmıştık. Hatta biriyle yıllarca beraber kaldık, bir süre aynı odadaydık. Onlar da bize çok destek oldu. Hatta bazen ödevlerimizi onlara soruyorduk. Kardeş gibi olmuştuk gerçekten. Öğrenci-belletmen ilişkisini geçmiştik. “Abla” diyorlardı bize ve gerçek ablaları gibi görüyorlardı. Her şeylerini bizimle paylaşır, okulda ne yaşarlarsa gelip anlatırlardı. Biz de mesafeli değildik onlara. Akşamları çay saatleri yapıyorduk. Çocukların iyi vakit geçirmesini, mutlu olmalarını sağlamaya çalışıyorduk. Gerçekten çok mutlulardı o sene.

Lahor’daki Pak Türk Okulu yeni binasına taşındığı dönemde bütün malzemeleri kaldığımız yurdun alt katına konmuştu. Biz de üst kattaydık. Yurdun gazı yoktu. Bir gün yurda büyük bir sanayi tüpü getirdiler. Biz Türkiye’den geleli 10 gün kadar olmuştu. Türkiye’den, ailemizin yanından gelince zaten bir gariplik olurdu üzerimizde, hemen alışamazdık oraya. 6 kız hep bir aradaydık ve birbirimize hep destek olurduk. Aynı servis, aynı okul, aynı ev, her şeyimiz beraberdi. O büyük tüpün nasıl açılıp kapandığını birkaç arkadaşa anlatmışlar ama ben bilmiyordum. O güne kadar o tüpün başına hiç gitmemiştim. Bir arkadaş “Tamam yemeği hazırladım. Tüpü kapatın.” dedi. Sonra “Tüpü sen kapat” dediler bana. “Ama ben daha önce hiç yapmadım, bilmiyorum” dedim. Yine de “Git yaparsın” diyerek tarif ettiler. Ama ben kapatayım derken açmışım meğer. O anda tüp mutfakta patladı. Ben orada kalakaldım. Çığlık çığlığa bağırıyoruz hepimiz. Tüp yanmaya devam ediyor. Alev topu geliyor gümm diye sallıyor. Sokağın karşısındaki bir inşaatta çalışan işçiler çığlıklarımızı duymuşlar. Koşarak geldiler. O alevlerin içine girip tüpü söktüler. Yoksa herhalde bütün mahalle patlardı. Tüpü dışarı fırlattılar ve ateşi söndürdüler. Pakistan halkı o kadar fedakar insanlardır.

Velilerimiz de öyle fedakardı, beraber çalıştığımız öğretmenler ve öğrencilerimiz de. Gerçekten ben Pakistanlılardan dostluğu öğrendim. Zor zamanda onların dostluğunu hissetmek çok farklı bir duyguydu. Okullardan çıkarıldıktan sonra daha çok yaşadım onların dostluğunu.

YURTTAKİ ÖĞRENCİLER HAFTA SONU EVE GİTMEK İSTEMİYORDU!

Ama yurdun imtihanları hiç bitmedi. İlk başta gaz yoktu. Sonra gaz bağlandı ama bu sefer de sular kesildi bir anda. Ve o dönem çocuklar bize hiç zorluk çıkarmadılar. Lavabo ihtiyaçlarını okulda görüp geliyorlardı. Banyo için evli olan ablaların evlerine gidiyorduk. Niye böyle diye şikayet etmiyorlardı. Onlar da biliyordu, görüyordu tamir için uğraşıldığını. Kaç tane farklı tamirci geldi. Yurdun her şeyi değiştirildi ama arızanın nerede olduğu bulunamadı. Arada sırada az bir su akıyor, o anda koşup şişeleri kapları dolduruyorduk. Arızanın sebebi ise sonra anlaşıldı. Bir abi, “Kapının önünden geçen borulara bakalım bir de!” demiş. Gerçekten, bizim yurda gelen su borusunun yolun altındaki kısmında bir yeri yamulmuş, bükülmüş. Arada sırada yoldan büyük bir araç geçtiğinde sarsıntıyla beraber boru biraz açılıyor ve aradan su geçiyormuş. Mesele anlaşılınca boru değiştirildi ve sorun çözüldü.

Sonrasında tatil başladı ve biz Türkiye’ye gittik. Biz yokken yurda hırsız girmiş. DVD oynatıcımız ve klimaların kumandaları ile birlikte çeşmeleri söküp almışlar. Bütün bunların üzerine yurdun taşınmasına karar verilmiş. Biz gelince başka bir binaya taşındık. Yurt deyince büyük binalar anlaşılmasın. Villa tipi 2-3 katlı evden ibaretti aslında.

-Öğrencilerle manevi rehberlik anlamında iletişiminiz nasıldı? Sizlerden nasıl etkilendiler?

Pakistan halkı genelde dindardır. Bilen insanlara bazı hassasiyetleri anlatmak daha zor oluyor. Orada sünnet olduğu düşüncesiyle yemekleri elle yemek çok yaygın. Bir arkadaşımız bu konuda çok hassastı. Temizliğe dikkat çekerek “Elinizle değil kaşık çatalla yiyin!” diye çocukları uyarırdı. Hatta bir gün çocuklardan biri “Bu bir sünnet, siz bizim sünnete uymamıza engel oluyorsunuz.” dedi. Bizim arkadaş da ona gelene kadar hayatın içinde yapılması gereken daha önemli sünnetleri ve temizliğin de sünnet olduğunu anlatmıştı. Böyle şeylerimiz oluyordu bazen. Ama sağ olsunlar çocuklar bizi çok güzel dinliyordu. Namazlarını kılıyorlardı. Sabah namazına kalkmakta hiç zorlanmazlardı mesela. Seslenince hemen kalkar gelirlerdi. Tesbihat yapmayı çok seviyorlardı. Öğrencilerin bu tavırları da bizi oraya bağlıyordu. Onların bir şey anlatırken gözümüzün içine bakmaları, ilgiyle dinlemeleri, anlattıklarımızı öğrenip hemen yaşamaya çalışmaları bizi etkiliyordu. Hatta “Sizin anlattığınızı bugün sınıftakilere de anlattık” diyorlardı bazen. O bizi daha çok mutlu ediyordu. Aileleri çok memnundu. Bazı aileler gelip teşekkür ediyordu. Bazı hafta sonları çocuklar evlerine gitmek bile istemiyorlardı. Hem duygusal hem manevi olarak çocuklarla çok bağlanmıştık.

İngilizce öğretmeni Gönül Barış, PakTürk Okulları’ndaki meslektaşları ile…

KAHVALTIDA ZEYTİNLERİ SAYARAK YİYORDUK

Yurttan sonra öğrencileri iki eve paylaştırıp yine beraber kalmaya başladık. O sene Türkiye’den yeni gelen belletmen arkadaşlar da oldu. Okul kayıtları konusunda ve dil öğrenmeleri için onlara rehberlik yapmaya çalıştık. Pakistanlı öğrenciler de yeni gelen ablalarına aynı şekilde yardımcı olmaya çalışıyor, İngilizce ve Urduca öğrenmelerine destek oluyorlardı. Markete, alışverişe götürüp nerede ne var öğretiyorlardı. Çocuklar gerçekten o dönem çok iyilerdi. Ertesi yıl bir ev daha açıldı. Ben tamamen Türklerle kalmaya başladım. Pakistanlı eski öğrencilerimizden biri de yanımdaydı. O çocuk bizden biri olmuştu artık. Sonradan Türkiye’ye gidip üniversite okudu. Ben evlenirken eşim istemeye geldiğinde yanımdaydı. Benimle o heyecanı yaşadı. Böyle çok samimi bir ortamımız vardı. Hiçbir zaman ‘Okulum bitsin de geri döneyim ülkeme’ diye düşünmedim.

-Evliliğiniz nasıl oldu? Eşinizden de bahseder misiniz biraz?

Üniversiteden 2010’da mezun oldum. Aynı yıl Hayrpur Mirs şehrinde öğretmenlik yapan eşimle tanıştım. Evlenmeye karar verdik. Eşim bilgisayar öğretmeni. Daha önce 2 sene Moğolistan’da çalışmış ve dil öğrenmek amacıyla 3 sene önce Pakistan’a gelmiş. Yani benden sonra gelmişti. İlk tanıştığımızda üniversitenin bitmesine 2-3 ay kalmıştı. Aileme bahsettim. Tabi çok merak ettiler. Hemen ‘kimdir, nasıl biridir’ diye araştırdılar. Türkiye’de ailesinin yaşadığı Konya’ya gittiler. Babam o mahallede ev alacağını söyleyerek araştırmış, olumsuz bir şey çıkmamış karşısına. Pakistan’daki abiler de referans olunca kabul ettiler. Düğünümüz o yaz tatilinde Türkiye’de oldu. Düğünden 10 gün sonra Pakistan’a döndük. Yolculuk için hazırlanırken, eşimle beraber alışveriş yaptık. Pakistan şartlarını bildiğimiz için bavulları zeytin, peynir vb. Pakistan’da olmayan şeylerle doldurduk. Eşim “Bunlar çok, hepsini yiyemeyiz!” diyordu. Ben de “Hepsi bizim için değil zaten, misafirlerimiz için” diyordum.

Pakistan’da zeytin yoktu o zamanlar. Öğrenciyken de tatil dönüşü yanımızda götürürdük. Kişi sayısına göre ‘herkes sofrada 3 ya da 4 zeytin yiyecek’ diye kural koyardık. Bir arkadaş zeytini çok seviyordu ama ben onun da herkes gibi 3 zeytin yediğini sanıyordum. Yıllar sonra bu arkadaş beni aradı. “Ben senden helallik almak istiyorum. Sen zeytinlerin çekirdeklerini sayıyordun ya, ben fazla yiyince çekirdeklerini de yutuyordum.” dedi. Güldük karşılıklı. “O zaman söyleseydin ya!” dedim. Ama o dönem yokluk dönemiydi. Ve zeytin bizim için çok önemliydi. Şimdi burada bolluk içerisindeyiz ama o zamanlar başkaydı.

Devam edecek…

***

Birinci Bölüm: İngilizce öğretmeni Gönül Barış (1): İlk yıllarda zorluk çektim ama yaşamak için yine Pakistan’ı seçerim

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.