Pakistan’da Bir Hafta: 3.Gün Lahor

Pakistan’da Bir Hafta: 2. Gün İslamabad-Lahor
Mart 16, 2024
Pakistan’da Bir Hafta: 4. Gün Lahor
Mart 30, 2024

Pakistan’da Bir Hafta: 3.Gün Lahor

Oteldeki açık büfe kahvaltıdan sonra ilk durağımız Bagh-i Cinnah parkında gezinti. Bu tepelerden birinde büyükçe bir ağacın altında hafta sonları piknik yapar, etrafında futbol oynardık. Mall Road üzerindeki Lahor’un en merkezi parkıdır. İçinde tenis kortları, yürüyüş parkurları ve lokantalar vardır. Oldukça büyüktür. Botanik bahçesi gibi çok çeşitli ağaçlar dikili ve bitkiler ekilidir. İçinde insan yapımı suni tepeler vardır. Parktaki gezintiden sonraki durağımız eski Lahor. Eski Lahor’daki ilk durak da Imam Hajveri Mescidi. 

Tarihte Lahor’un en tanınmış şahsiyetlerinden biri şüphesiz tam on asır önce vefat eden İmam Hacveri’dir. Daha çok Ali Hacveri (veya el-Hacveri) ve hürmetle Dâtâ Ganj Bahş olarak bilinir. Sultan Gazneli Mahmûd zamanında 400 (m. 1009) senesinde Gazne’de doğmuştur. Miladi 11. yüzyılda Afganistan’dan yeni fethedilen bölgeye yerleşen sûfi, fakih ve vaizdir. Tasavvufa dair Farsça yazılmış bilinen ve en eski risale olarak kabul edilen meşhur Keşfü’l-Mahcûb’un müellifidir.

Aslen Gazneli olan Ali Hacveri, Gazneliler İmparatorluğu topraklarını gezmiş ve sohbetler etmiştir. Bağdat’ta bir süre yaşadıktan sonra hicri 431 yılında Lahor’a yerleşmiş ve gayretleriyle İslam’ın bölgede yayılmasına önemli katkılarda bulunmuştur. Rivayetlere göre, şehirde bir mescit inşa etmiş ve gece gündüz hadis, tefsir dersleri yapmıştır. Bölgede tanınan sûfi evliyalardan olmuş ve ömrünün son yıllarında Keşf-ül Mahcub’u derlemiştir. 1072’de Lahor’da vefat etmiş ve şehrin aziz misafirlerinden birisi olmuştur. İslamiyeti Hindistan alt kıtasında yayan en önemli şahsiyetlerden biri olarak tanınmaktadır. 

Hz. İmam Ali Hacveri günümüzde neredeyse Güney Asya’da en çok hürmet edilen velilerdendir. Data Darbar olarak bilinen kabri, mutasavvıflarca Güney Asya’da en çok ziyaret edilen türbelerden biridir. Yıllık ziyaretçi sayısı ve külliyesi bakımından Pakistan’ın en büyük türbesidir ve 1960’da kamulaştırılmıştır. Pencap Evkaf ve Din İşleri Departmanı tarafından idare edilmektedir. 2016’da Pakistan hükümeti, Ali Hacveri’nin üç günlük ölüm yıldönümünün başlangıcını anmak için 21 Kasım tarihini resmi tatil ilan etmiştir.

Hz. İmam Ali Hacveri’nin türbesini ziyaretin ardından biraz ileride bir sonraki durağımız Minare-i Pakistan. Ravi Irmağı kenarındadır. Eski şehrin kurulduğu yerdedir. Şah-ı Kila’nın önündedir. Minare-i Pakistan büyükçe bir parkın ortasında bulunmaktadır. Asansörle en üst kata çıkılabilir ve etraf seyredilebilir. Minare-i Pakistan ve içinde bulunduğu park ülke tarihinde birçok önemli hadisenin yaşandığı mekândır. Allâme İkbal, Osmanlı’ya yardım için bu minarede insanlara seslenmiştir. Yine Pakistan’ın Hindistan’dan ayrılma sürecinde önemli toplantılara ev sahipliği yapmıştır.

Kış ayları ki Lahor’un iklimi ‘yağmurlu’ ve ‘yağmursuz mevsim’ diye de ayrılabilir. Kış sıcaklığı genelde 15-20 dereceler arasında geçer. Aralık, ocak ve şubat ayları hemen her türlü düğün, şenlik ve törenin yapıldığı dönemdir. İnsanlar sarının turuncuya çalan renklerinde elbiseler giyerler. Onlarla beraber uçurtma uçuracağız. Özellikle akşama doğru çatıların üstü uçurtma uçuran insanlarla dolar. Herkes kendi uçurtmasına taktığı kesici bir aletle başkasının uçurtma ipini kesmeye çalışır. Uçurtmaların ipi cam tozuna batırıldığından bazen eli de keser. O yüzden dikkatli olmakta fayda var. Uçurtma çok ucuzdur. Lahor’un her yerinde enerji nakil hatları yer üstünde olduğundan tellere takılmış bir sürü uçurtma görmek mümkündür. 

Lahor’da baharın gelişi şubat ayına rastlar. Marttan itibaren havalar ısınmaya başlar, ocak sonu ve şubat başlarında şiddetli sayılabilecek rüzgarlar eser. İşte dağsız ve tepesiz dümdüz bir şehirde uçurtma uçurulabilecek zaman tam bu dönemdir. 

Pakistan halkı, Basant Uçurtma Festivali’ni büyük bir ihtişam ve gösteri ile kutlar. Bahar mevsiminin başlangıcı tabiatın yeniden uyanışı, gökyüzünde rengarenk uçurtmalar uçurularak karşılanır. Uçurtmalar farklı boyut ve şekillerde olup, bazıları yaratıcıya yazılmış özel dualar taşır. İnsanlar uçurtmanın üzerine dileklerini, dualarını ve Allah’a olan saygı ve sevgilerini yazar, onu gökyüzünün derinliklerine doğru uçurmaya çalışır. 

Badşahi Camii (بادشاہی مسجد) Pakistan’ın Pencap eyaletinin başkenti Lahor’da Babür döneminden kalma bir Cuma camisidir. Cami, Lahor Kalesi’nin batısında, Suriçi tabir edilen Eski Lahor’un bitişiğinde yer alır ve Lahor’un en tarihi şaheserlerinden biri kabul edilir.

Badşahi Camii, 1671-1673 yılları arasında sadece iki yıllık bir inşaat sürecinde Babür imparatoru Evrenzib tarafından yaptırılmıştır ve 1673’ten 1986’da İslamabad’daki Faysal camii inşa edilene kadar 313 yıl boyunca dünyanın en büyük camii olmuştur. Cami, Şah Evrenzib’in 1658-1707 yılları arasındaki uzun hükümdarlığı sırasında inşa edilen birkaç önemli mimari abideden biridir. Cami, mermer kakma ve oyulmuş kırmızı kumtaşı ile süslenmiş dış cephesi bakımından Babürlüler mimarisinin önemli bir örneğidir. Babürlüler döneminden kalma en büyük ve günümüzde Pakistan’daki üçüncü en büyük cami olmaya devam etmektedir. Şu anda Pakistan’ın en önemli dini ve tarihi eserlerinden birisidir. Babürlülerin göreceli bir gerileme döneminin sonlarında inşa edilmiş olmasına rağmen güzelliği, zarafeti ve büyüklüğüyle Lahor’daki başka hiçbir abide de Babürlülerin bu denli yüksek mimari zevki görülemez. Caminin önemini vurgulamak amacıyla Evrenzib tarafından Lahor Kalesi ve onun Alamgiri Kapısı’nın tam karşısına inşa edilmiştir.

1849’da İngilizler, Sih İmparatorluğu’ndan Lahor’un kontrolünü almıştır. İngiliz Rac döneminde cami ve bitişiğindeki kale askeri garnizon olarak kullanılmaya devam etmiştir. Geniş avlusunu çevreleyen duvarlara inşa edilen 80 hücre, 1857 Hint İsyanından sonra İngilizler tarafından İngiliz karşıtı faaliyetlerde kullanılmalarını önlemek için yıkılmıştır. Hücreler, dalans olarak bilinen açık pasajlarla değiştirilmiştir.

Caminin askeri garnizon olarak kullanılmasına karşı artan Müslüman hoşnutsuzluğu nedeniyle İngilizler, restorasyonu denetlemek ve camiyi bir dini ibadet yeri olarak yeniden kurmak için 1852’de Badşahi Cami İdaresini kurmuştur. O andan itibaren Badşahi Camii İdaresi gözetiminde parça parça onarımlar yapılmıştır. Ardından bina resmi olarak Hindistan Valisi John Lawrence tarafından Müslüman topluluğa iade edilmiş ve bina zamanla cami olarak yeniden açılmıştır.

Sikandar Hayat Han’ın bu amaç için para toplamaya başladığı 1939 yılından itibaren kapsamlı onarımlar başlamıştır. Renovasyon, mimar Nawab Alam Yar Jung Bahadur tarafından denetlenmiştir. Khan, camiye yapılan kapsamlı restorasyonlara yaptığı hizmetler sebebiyle vefatından sonra caminin bitişiğindeki Huzuri Bağ’a gömülmüştür.

Girişin yakınında, Pakistan’ın İngiliz Hindistanı Müslümanları için bir vatan olarak kurulmasına yol açan Pakistan İstiklal Hareketi’nin kurucusu olarak Pakistan’da itibar gören milli şair Muhammed İkbal’in Mezarı bulunmaktadır. Ayrıca caminin girişinin yakınında, caminin korunması ve restorasyonunda önemli rol oynadığı bilinen Sir Sikandar Hayat Han’ın da mezarı bulunmaktadır.

1993 yılında Badşahi Camii, UNESCO Dünya Mirası Alanı olarak geçici listeye alınmıştır. 2000 yılında asıl ibadethanedeki mermer kakmalar onarılmıştır. 2008 yılında, Hindistan’ın Racasthan eyaletinde Caypur yakınlarındaki orjinal Babür ocağından ithal edilen kırmızı kumtaşı kullanılarak caminin geniş avlusundaki kırmızı kumtaşı karolarının yenilenmesine başlanmıştır. 

Nehir camie çok yakın bir noktadan akarken, onu her türlü taşkından korumak için yükseltilmiş bir platform üzerine inşa edilmiştir. Tarihi kaynaklar, İmparator Evrenzib’in nehri camiden uzak tutmak ve caminin iç ve dış kısmına zarar vermesini önlemek için nehre bazı engeller konulmasını emrettiğini kaydetmektedir. Bu tedbirler sonucu zamanla nehrin yatağı değişmiştir.

Badşahi camiinin planı esas olarak her iki tarafta 170 metrelik bir karedir. Caminin kuzey ucu Ravi nehri kenarına inşa edildiğinden, Camia Camiindeki gibi bir kuzey kapısı bina edilememiştir ve genel simetriyi korumak için de bir güney kapısı da eklenmemiştir.

Caminin tam adı “Mescid Ebul Zafer Muhy-ud-Din Muhammed Alemgir Badşah Gazi” tonozlu girişin üzerinde mermer işlemeli olarak yazılmıştır. Kapının üzerindeki kitabeden, H. 1084 (1673-74 M.S.) yılında inşa edildiği anlaşılmaktadır. Büyük giriş ve cami, camiin ana kapısında 22 basamaklı bir merdivenle çıkılan bir kaide üzerinde yer almaktadır. Giriş yapısındaki odalarda Hz. Muhammed’in, damadı Hz. Ali’nin ve diğer bazı İslam büyüklerinin mübarek hatıraları sergilenmektedir.

Camiin devasa kapısından geçtikten sonra, 276.000 ayakkarelik (25600m2) bir alana yayılan ve bir İydgah (bayramlık) işlevi gördüğünde 100.000 cemaati ağırlayabilen kızıl kumtaşı döşeli geniş bir avlusu vardır. Avlu tek nefli revaklarla çevrilidir. Yaz aylarında girişte ayakkabılar numaralı bırakıldığından girişte sol taraftaki abdestlikten abdest alıp ayakları ıslatmakta fayda var. Ayakkabılarınızı bırakırken ezilmemelerini isterseniz oradaki arkadaşa biraz bahşiş vermeniz iyi olur. Hatta bez patiklerle camiye gelmenin ayakları yakmadan ilerlemedeki faydalarını da acı tecrübelerle öğrenmiştik. Avlunun ortasında üstü açık mermerden bir abdestlik kısmı daha vardır. Bu kısımdan girişe ve devamında ayakların yanmaması için ince halıfleksler serilir ve devamlı ıslatılır. Avlunun sağ tarafında altın sırma ve gümüş killaptan tellerle yazılmış 30 cüzlü bir mushaf-ı şerif sergilenmektedir. Anlatılana göre meşhur bir terzi herşeyini kül eden bir yangın sonrası geride baki bir eser bırakmak istemiş ve eliyle bir mushaf-ı şerif yazmıştır. Avlunun Ravi nehrine bakan tarafındaki hücreler üstte geçtiği gibi İngilizlerin yıkmasından sonra henüz daha tekrar inşa edilebilmiş değildir.

Ortadaki büyük kubbe ile iki yandaki daha küçük iki kubbe soğan formlu olup mermerden inşa edilmiştir. Ana ibadethane kısmı, merkez nişinin yaklaşık %33’ü kadar olan, onu çevreleyen beş niş ile bir odak açılı nişe sahiptir. Cami, ibadethane kısmında 10.000 kişilik bir cemaati ağırlayabilir.

Camiin dört köşesinin her birinde, kızıl kumtaşından yapılmış, 196 ayak (60 m) yüksekliğinde, dış çevresi 67 ayak ve iç çevresi sekiz buçuk ayak olan sekizgen, üç katlı minare vardır. Her minarenin üzerinde soğanlı mermer kubbe yükselir. Camiin ana ibadethane binasının her köşesinde oktagon dört küçük minare daha bulunmaktadır.

Ardından hemen karşıdaki Şah-ı kilaya geçiyoruz. Lahor’un bence görülmesi gereken en tarihi yapısı. Alemgiri kapısından girip ana meydana oradan da şiş mahal ve diğer yerleri geziyoruz. En azından üç saat harcamak gerekiyor sadece gezmek için. Kalenin detaylı bilgileri internette var. Harem tarafındaki kapıdan çıkıyoruz. Anarkali’ye alışverişe gideceğiz.

Anarkali (انارکلی)‎ Urducada nar tanesi anlamına gelmektedir. Bu isim alt kıtada hem Hindistan hem de Pakistan’da çok meşhur bir efsanenin ismidir. 16. yüzyılda, önceleri ismi Şehzade Salim olan büyük Türk hükümdarı Şah Cihangir’in sevgilisi olduğu söylenen efsanevi bir cariyenin takma adıdır.

Efsaneye göre, Anarkali’nin Salim ile gizli bir ilişkisi vardı ve bu nedenle Salim’in babası Babür İmparatoru Ekber, onu (Anarkali) idam ettirmişti. Anarakali’nin varlığına dair hiçbir tarihi kanıt yoktur ve hikayesinin gerçekliği tarihçiler arasında tartışılmaktadır. Bu cariyenin varlığı genellikle filmlerde, kitaplarda ve tarihin kurgusal versiyonlarında görünür. Madhubala olarak canlandırıldığı 1960 Bollywood yapımı film olan Mughal-e-Azam’da başarılı bir şekilde tasvir edilmiştir.

Şehzade Salim ve Anarkali arasındaki aşka dair en eski Batılı kayıtlar, iki İngiliz gezgin William Finch ve Edward Terry tarafından yazılmıştır. William Finch, East Indian Company (Doğu Hindistan Şirketi) adına Bayana’da satın aldığı indigoyu tekrar satmak için Şubat 1611’de (Anarkali’nin sözde ölümünden sadece 11 yıl sonra) Lahor’a ulaşır. 17. yüzyılın başlarında yazdığı notlarında bu efsaneye dair bazı bilgiler verir.

Lahor’da bulunan Anarkali’nin kabri. (www.orientalarchitecture.com)

Anarkali’nin Şehzade Salim (Jahangir) ile gizli bir aşk ilişkisi vardır. Olaydan haberdar olan Ekber Şah, Anarkali’yi sarayın duvarları arasına kapatılmasını emrettiği ve 1599’da ise idam ettirdiği rivayet olunur. 6 yıl sonra Şah Cihangir tahta geçtiğinde, aşkının bir göstergesi olarak, duvarlarla çevrili kare bahçenin ortasına taştan muhteşem bir mezar yapılmasını emreder. Şah, mezarın gövdesinin altınla kaplanmasını da ister. Geleneksel tarzda İslami usullere uygun olarak sekiz köşeli inşa edilen Anarkali’nin mezarı 1615’te bitirilir. Sekiz köşeli mezarlar, cennetin sekiz bahçesini temsil etmesi için düşünülmüştür.

Anarakali Pazarı (unsplash.com)

Lahor’un en önemli ve kalabalık alışveriş merkezlerinden birisi hiç şüphesiz Anarkali Pazarı’dır. Pazar, ismini yakınındaki Anarkali’nin türbesinden almaktadır. Bu pazarda giyimden hediyelik eşyaya, ev tekstilinden kırtasiyeye her şeyi bulmak mümkündür. İstanbul’daki Eminönü-Mahmutpaşa gibidir. Fiyatlar oldukça uygun olurdu. Özellikle Anarkali Pazarı’nın ana yolunda Mall Road’dan girip sol tarafta kalan daracık bir aradan geçince ancak ulaşılabilen Banu Bazaar bir çeşit İstanbul’daki Kapalıçarşı veya Bursa’daki Koza Han gibidir. Binlerce dükkan iç içedir. Ancak aradaki en önemli fark dükkanlar arasındaki daracık yollardan üç kişinin bile yan yana geçememesidir. Arabayla girmek zaten mümkün değildir. Pazarın arka tarafında Nila Gumbet’in olduğu kavşakta rikşadan iner pazara öyle giderdik. Pazarın sokakları, daracık araları her daim insan kaynar.

Kutbuddin Aybek

Anarkali semtinde medfun tarihi şahsiyetlerin en bilineni muhakkak ki Kutbuddin Aybek’tir. Kabri Anarkali çarşısının bulunduğu ana caddenin hemen bir arka sokağındadır. Sade bir türbesi vardır. Bu büyük devlet adamının ruhuna fatiha okumadan geçmedik. Kutbuddin Aybek (1150-1210), Gazneliler Devleti Sultanı Muhammed Guri’nin bir paşasıydı. Kuzey Hindistan’daki Gazne topraklarından sorumluydu ve Muhammed Guri’nin ölümünden sonra, Memlük hanedanı tarafından yönetilen Delhi Sultanlığı’nın bağımsız hükümdarı oldu. Sultan Muizzüddîn, 1206 yılında vefat edince, Lahor’a giden Kutbuddîn Aybek, sultanlık teklifini kabul etti. Kuzey Hindistan’a hâkim olup, Delhi Türk Devleti’nin temelini attı. Ölen sultanın kardeşi ve Batı Gurluların sultânı Gıyâseddîn Mahmûd, bu duruma rızâ gösterip, Kutbüddîn’e Melik unvain verdi. Kutbüddîn Aybek, 1210’da harb tâlimi için çevgan oynarken geçirdiği bir kaza sonucunda vefat etti. Lahor’da defnedildi. Kutbüddin Aybek arkasında siyasi zaferleriyle beraber mimari şaheserler de bırakmıştır. Dünyaca ünlü Kutub Minar, Adhai Din Ka Jhonpra bunların başlıcalarıdır.

Ardından akşam yemeğine geçiyoruz. Akşam oldu yemek için lokanta caddesinde yağda kızartılmış alabalık yiyoruz. Acılı tabii!

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.