Işığı bekleyen danteller (Hikâye)

Kuetta’daki ilk günler ve geceleri eve dönüşen okul!
Haziran 19, 2021
Mangirjee’de ilk kurban programı ve tavuk yemek!
Haziran 22, 2021

Işığı bekleyen danteller (Hikâye)

Fotoğraf: www.pexels.com

Pakistan’da uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yapan eğitimci ve araştırmacı Doğan Yücel’in orada yazdığı bir hikâye, Almanya merkezli ‘eduardnet.com’ sitesi tarafından düzenlenen yarışmada birinci seçildi. Yücel’in ‘Işığı bekleyen danteller’ başlıklı hikâyesini aynen yayınlıyoruz.

Yıllar geçti. Senelerdir yılda bir kaç gün üzerimize konulan naftalinlerin kokusundan kurtulup gün ışığını ancak görüyorum. Işığa hasretim bütün bir yıl. Çürüyüp gitmeme de izin verilmiyor. Atılıp satılmaya da. Naftalinler başımda bir gardiyan gibi bekliyor. Oysa beni desen desen, nakış nakış ören göz nuru dökenler olmuştu. Uzun ince süt beyaz bir iplikken eğri bir tığ sağa sola çekiştirerek nakış nakış bir dantel şekline getirmişti. Konduğum yeri güzelleştireyim, aklığımla papatyaları yâda getireyim diye.

Temiz bir kızın, tertemiz hayallerinde nazenin bir düştüm. Belki mutlu bir yemeğe şahitlik, belki de bir fincan kahvenin hatırına ortaklık edecektim. Arada sırada çamaşır suyuna batırılmayı da göze almıştım. Neyse yine bembeyazım, aklardan akım ama güneşin ışıkları rengimi kerimelerde aksettirmiyor. Kat kat işlemeli bohçalar içindeyim. Karanlıktayım koca bir sene. Haa, burda yalnız da değilim. Masa örtüsü, yastık yüzü, patik gibi daha pek çok arkadaşlarım var. Hep birlikte üzerimizin açılıp cismimizi ışığın aydınlatmasını ve naylon ipte mandala takılıp naftalinsiz havalanmayı bekliyoruz. Sahibemiz bizi çok seviyor. Yazları geldiğinde bizi okşuyor, kokluyor, seviyor, seviyor, seviyor..

-Bir gün evim olursa söz sizi burdan alacağım, diyor.

Bizi havalandırıyor, sevmesek de naftalinleri yeniliyor. Biliyoruz ki naftalinler olmasa haşerata yem olacağız gün yüzü göremeden. Sonra tek tek hepimizi katlıyor. Bir yıl sonra görüşmek üzere bizi yine bohçamıza dürüyor.

Ev kendilerinin olduğundan burda yaşasa da olur ama yıllardır orda burda dünyanın farklı yerlerinde kiracılıkta binbir türlü insanla yüz göz oluyor. Kendi memleketinde yaşayabileceği evi ve eşyaları varken başka ellerde geçiyor hayatı. Yazın geliyor da nasıl geliyor? İki gün bir yerde üç gün başka bir yerde derken bir de bakıyoruz tekrar bavullar gidişe hazırlanmış.

Yazları aramıza yeni katılan arkadaşlar da oluyor dünyanın değişik yerlerinden gelen. Renkleri, desenleri bizden farklı lakin kaderleri benzer. Onlar da bizimle ışığı beklemeye koyuluyorlar. Kendilerinden bahsediyorlar. Muson yağmurlarının memleketinden gelen de var, karların aylarca kalkmadığı yerlerden de. Sahibemiz almış onları. Olur da bir gün dönersem evimde hatıra olsun, diye. Bazılarını oralardaki insanlar hediye etmiş. Bazılarını o almış pazarlardan. İçlerinde nakışlı, el örmeli şallar da var, bayramlarda gönderilmiş kartlar da. Bazen hep böyle burda kalacağız gibi geliyor. Ya sahibemiz dünyasını değiştirirse! diye aklımızdan geçmiyor da değil. Ya sonra bizi yok bahasına birilerine verirlerse! Hem de bunca yıl bekledikten sonra.

Burası küçük bir oda. İçinde eşya olarak bir yatak, bir kanepe ve bir dolap var. Dolabın içinde kitap arkadaşlar, kanepenin yanında ve içinde çeyizlik hurçlar içinde diğer arkadaşlar, yatağın altında da ben yani iğne oyalı dantel masa örtüsü ve diğer hediyelik ve bulundukları mekanı güzelleştiren arkdaşlar var. Hepimizin de kaderi ortak. Günler, aylar ve hatta yıllar birbirimize nasıl yapıldığımızı, nerden alındığımızı anlatmakla ve birgün gün ışığına çıkarsak yaşayacağımız anların hülyalarıyla geçiyor.

Neyse, geçen yaz tatillerinden birinde geldi. Kızı olmuş. Dede dört ay sonra gördü. Herkes merak ediyor. Birkaç gün sonra bizi hatırladı. Gerçi hiç unutmaz ya! Bizi yine yatak altındaki bohçalarımızdan çıkardı, tek tek sevdi, okşadı, bir şey olmuş mu diye baktı. Yatağın üzerine serdi, yeni arkadaşlar da getirmiş yine.

Birkaç gün ayrıldıktan sonra bugün yine geldiler. Ellerinde kilo hesapları yapılan bavullar var. Yanımıza uğradı. Bu sefer biraz farklı oldu gün ışığına çıkmamız. Bir özlem, bir hasret var içinde belli. Biraz buruk bu sefer kenara itilmemizden dolayı. Naftalinler vs. aynı rutin. Sahibemiz eline oyalı bir yazma aldı. Yazmayı ablasıyla çevrelemişti. Okşamaya başladı. Yatağın kenarına oturdu kaldı. Hayal gerçek arası bir noktadaydı. Bedenen orda ruhen çok eskilerdeydi. Ne güzel günlerdi onlar!

Daha dün gibiydi. Liseden  çıkıp annesiyle ve ablasıyla bahçelere vişne, kiraz toplamaya gidilen günler. Kırılan haşhaşları fırında çektirip poğaça yapılan günler. Haşlanmış biberleri soyup salça edilen günler. Yeşil mercimekten bükme yapılan günler. Babasının küçük bir lokantası vardı. Annesine işkembe temizlemeye yardım ederdi. Çocuk kalmak ne kadar güzel olurdu veya her çocukluk güzel miydi? Kızı büyüdüğünde geride hangi hatıraları kalırdı? Neden sonra gözlerini sildi.

Artık kızı biraz büyüdü. Bazı şeyleri anlayabiliyor. Zaman ne de çabuk geçiyor! Naftalinleri koyarken kızını çağırdı, ona yaptıklarını gösterdi.

– Ninen, teyzen ve ben ördük bunları. Ben okuyordum onun için çoğunu teyzenle ninen ördü. Bu patikleri de sana örmüştük. Bu danteli örerken elime tığ batmıştı.

– Tığ ne, anne!

– Ucu çengelli, bunları örmeye yarayan biraz büyükçe iğne, kızım.

– Benim de olacak mı?

– Bunların belki de hepsi senin olacak.

– Sen neden kullanmıyorsun?

– Kızım götürmek getirmek zor oluyor. Bizim bütün evimizin eşyası bir bavula sığmak zorunda. Onun için burada kalıyorlar. İlerde dönecek olursak kullanırız belki. Sen gelin olunca hediye ederim sana. Bilmiyorum kim bilir bana, “bunların modası geçti istemiyorum”, dersin.

Sahibemizin müjganları ıslandı.. Göz pınarlarından iki damla peçetede kuruyup gitmek üzere kendilerini bırakıverdiler taşıdıkları özlem ve hasretle. Sanki biz onunla hiç bir araya gelemeyecekmişiz gibi.

– Anne neden biz burada yaşamıyoruz?

– Kızım orada olmamız gerekiyor. Kaderimiz oradaki insanların yanında yazılmış. Gece karanlık olsa elinde de bir çakmakla mum olsa ne yaparsın?

– Mumu yakarım.

– Peki, mum yanmadan ışık olur mu?

– Olmaz.

– İşte biz de gitmeden olmaz.

Aradan birkaç gün geçti. Gittiler. Ellerinde yine bavulları vardı. Bavulların içine tarhana, bulgur, fesleğen falan koydular. Memleket kokuyor ya ondan. Sahibemiz başkalarını aydınlatmak için mum olmuş. Neylersin bize de burada karanlıkta bekleme düşmüş.

Hey Merhaba 👋 Tanıştığımıza memnun oldum.

Yeni içeriklerden haberdar olmak istiyorsanız

Spam yapmıyoruz! Daha fazla bilgi için gizlilik politikamızı okuyun

0 Comments

No Comment.